28
dem k ü l t ü r v e e d e b i y a t d e r g i s i Sayı 9 - 2018

GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

  • Upload
    others

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

dem kültür ve edebiyat dergisi

Sayı 9 - 2018

Page 2: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

KÜLTÜR & EDEBİYAT KULÜBÜ yayınıdır.

dergidem

Dem Dergi

PDF Nüsha

Page 3: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

ürekli dilimize dökmekten ötürü kendimize karşı

çalıştığımız şeyleri hep aynı kelimler ile ifa e etmekten ötürü kelimelerimize karşı da yorgunuz.

Çok hızlı alıyor ve çok hızlı tüketiyoruz her şeyi sürekli almaktan ve tüket ötürü de

Durmak, kişinin zorunlu buluşması demek kişinin kendisiyle tanışma-

sına imkân Tanışmak lmayı zorunlu kılar… ı art arda sıra-

lıyorum dersiniz? Bildiğimiz, tanıdığımız her neyse onlar merhem olmuyor artık yaralarımıza.

Mış gibi yaptığımız ne varsa yaralarımızı iyice büyütmekten başka ederi yok…

Bir yol var ama o yol herkesin kendi kalbi üzerinden bulabileceği bir yol. Başkalarının

üzerinden tutunduğu bilmeye taşımayacağı çok açık. Aynı

yerde buluşma imkânımız çok yüksek ama kendi kalbimiz üzerinden yürüyerek ş

Fert olmanın, birey olarak özel olmanın anlamı bu olsa gerek. Herkes kendi tasından ikram

etme cesaretini göstermedikçe canlı kalmamız çok zor.

Vazgeçmek zorundayız peşine düştüğümüz her neyse ondan. azgeçince peşinde olduğumuz

o soğuk şeyin süsleri dökülecek, boyaları akacak ve sıcaklığına kavuşmuş

gerçekle yeniden tanışacağız anışıklığımızın anlamı o z ısıtacak

uzur üzere dem olmanız dileğiyle.

talip tosun

Foto

ğraf

: A

rif

Birs

en

KÜLTÜR & EDEBİYAT KULÜBÜ yayınıdır.

dergidem

Dem Dergi

PDF Nüsha

Page 4: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

İÇİNDEKİLER

Editör Notu ………………………………………….…………………………………………………………………….…………………….……..…..….…

Bir Ân ı Daim ………………………………………………………………………………………………………………………………………………….……….….…… ……

“Dünya Senin Vatanın Mı Yurdun Mu?” ……………………………………………..…………………… ….

DEDEBEKİROĞLU

SöyleşiYusuf Emre ÇAĞLAYAN İle “

Müziği” Konuştuk

Söğütlüçeşme Berberi ……….………………………………………………………………………………………………..…………………….…

Harun SELVİ

“ ” Yazısı)……..…..………………………..……………………………………….…………………...………...……..… ...….….

(Bölüm II) ……………………………………………… …………………………………………………………………….

Mutlu AKGÜN

Büyükbabam (Anı)……………………………………………………………………………………………………………………...........

Büşra Yağmur YILDIZ

Gerçeği Arayış ……….……………………………………..………………………….……..….……………………………………….………….… ….….………..

Haluk ÇALIŞKAN

Dr. Adnan Büyükdeniz Anısına Mısra ı Berceste …………..………………..

Arka Kapak Şiiri:ü ……………………………………………………………..………………………….……..… ………………………………………… ……………….…… … ………..

Yönetim

Yayın Yönetmeni

İ

İ Ğ

Ahmet Çağ ı Ö

Mustafa KILIÇ

Büş ğ

İdari İşler Müdürlüğü

Yazılarınızı Paylaşabilirsiniz

Bankamız çalış ıkültür, sanat ve edebiyat üzerine çalışmalarımızı

dem’deaylaşıyoruz

KÜNYE

Page 5: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Yürüdü...da olmanın gayretini ve yol cu olmanın

dikkatini kuşandı. Arnavut kaldırımlı dar so-kakların, badanalı, çiçek balkonlu ev-lerin arasından geçti.Yürüdü... Başını kaldırdı gökyüzüne; mavi göğe, bulut tarlalarına selam verdi, selamet

Yürüdü... gün aydınlığında, gün batımında...Yasemin kokularını çekti içine, şükürle doldu yüreği. Bu şükrü koydu heybesine.Yürüdü... bir nar ağacına göz kırparak, bir minarenin büyüsüne kapılarak.Yürüdü...Eski bir caminin cümle kapısından içeriye sü-züldü. Avludaki turunç ağaçlarının gölge-sinde soluklandı. Yerdeki çakıl taşlarında aradı yüzyıllar öncesinin ipek ruhunu, irfa-nını...Toprağa dokundu.Geçmiş ve şimdiki zaman bir anda birleşti.Hakikatin sırrına erenlerin mekânında zama-nın bir mahluk olduğunu hissetti. Geçmiş ve şimdinin nasıl bir ana sığdığına hayretle ta-nıklık etti. İçindeki ses "Rabbim hayretimi

arttır", "hayret makamında hakikat erlerinin yoldaşı kıl beni" diye duaya durdu. Bu duayı aldı, bir salavata sardı,Ayağa kalktı, iki turunç yaprağı kopardı ağaç-

ı dâim'i turunç yapraklarına yer-leştirdi, rikkat ve zarafetle.Yürüdü... Ilık bir rüzgârın refakatinde ırmak-lardan, köprülerden geçti. Mevsim güzdü ve bahardı.Bir keman sesi ile dinlendirdi ruhunu. Müzi-ğin evrensel dili ile selamladı dünyayı. Ümit ışıdı içinde, bu ümidi koydu heybesine.Yürüdü... Eski bir evin güzelliği ile büyülendi. Bir rüya avluya çıktı yolu. Serviler, rengârenk çiçekler, süs havuzu, beyaz güvercinler. Ru-huna sekîne doldu, bu sekîneyi koydu hey-

Ahşap merdivenleri çıkarken nakışları okşadı elleriyle. "Kim var imiş biz burada yoğ iken" dedi içindeki ses tam o sırada. Durdu, o "kim"i aradı.. Sustu, bir âhenge bıraktı ken-

Yürüdü... Aşina bir odaya düştü yolu. Ahşap eşyalar, kanaviçelerle be-zeli bembeyaz örtüler... Sadeliğin muazzam

Bir Ân-ı Dâim

Yasemin Aydın İÇİNDEKİLER

Editör Notu ………………………………………….…………………………………………………………………….…………………….……..…..….…

Bir Ân ı Daim ………………………………………………………………………………………………………………………………………………….……….….…… ……

“Dünya Senin Vatanın Mı Yurdun Mu?” ……………………………………………..…………………… ….

DEDEBEKİROĞLU

SöyleşiYusuf Emre ÇAĞLAYAN İle “

Müziği” Konuştuk

Söğütlüçeşme Berberi ……….………………………………………………………………………………………………..…………………….…

Harun SELVİ

“ ” Yazısı)……..…..………………………..……………………………………….…………………...………...……..… ...….….

(Bölüm II) ……………………………………………… …………………………………………………………………….

Mutlu AKGÜN

Büyükbabam (Anı)……………………………………………………………………………………………………………………...........

Büşra Yağmur YILDIZ

Gerçeği Arayış ……….……………………………………..………………………….……..….……………………………………….………….… ….….………..

Haluk ÇALIŞKAN

Dr. Adnan Büyükdeniz Anısına Mısra ı Berceste …………..………………..

Arka Kapak Şiiri:ü ……………………………………………………………..………………………….……..… ………………………………………… ……………….…… … ………..

Yönetim

Yayın Yönetmeni

İ

İ Ğ

Ahmet Çağ ı Ö

Mustafa KILIÇ

Büş ğ

İdari İşler Müdürlüğü

Yazılarınızı Paylaşabilirsiniz

Bankamız çalış ıkültür, sanat ve edebiyat üzerine çalışmalarımızı

dem’deaylaşıyoruz

KÜNYE

Page 6: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

ihtişamı... Mavi göğü, yase-min kokusunu, tatlı esen rüzgârı, gecenin yıl-dızını ayını çağırıyor odaya.Her şey tastamam burada...

Köşede bir masa.

Heybesine gitti eli, bir defter çıkardı. Sayfa-ları çevirdi; günler, aylar, yıllar birikmişti bu-rada; hayaller, dualar, yorgunluklar, özenle

aralar... Tam bir ah çekeceği sı-"kemalde noksan imiş incinen inciten-

den" dedi içindeki ses... edep ve minnetle it-aat etti sese. Kalemini çıkardı; şikâyet etme-den, kırmadan, dökmeden,incinmeden yaşamanın gayretini döktü keli-

yreti aldı, yüreğinde asılı duran ahı sarıp sarmaladı. "Kalp hüzünlenir, gözler yaşarır" elbet... Defteri açık bırakarak otur-duğu yerden kalktı, yatağa uzandı ve gözle-rini kapattı.

Bir rüzgâr doldu odaya, yasemin kokusunu Ardından beyaz güverci

ve doğruca deftere yöneldiler.Sayfalardaki kelimeleri birer birer alıp göğe doğru sefer eylediler. Dünya gözüyle görü-lesi bir seyir doldurdu odayı...Tam bu sırada bir ezan sesi işitildi: Hayyâselâh

Güvercinler uçtu. Kelimeler de likte süzüldü gökyüzüne... Şaşkınlık teslimi-yete bıraktı yerini. yepyeni bir şim-diye aitti artık.Bir imkânın muştusu arındırdı ru-

âlel felâhVarlık hakikate yürüdü, sırlar kalktı aradan...Taşa dantel dantel oyulan bir nakış kaldı sa-

Fotoğraf: Mustafa Kılıç

Page 7: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

aman içerisinde çok şey yaşandı ve yaşan-Hayat verdiğimiz müca-

delelerle anlam kazanıyor. şn peşinden komaya devam ederken ben de

müziğin peşinden koşmaya devam ediyo-Müziği mücadele etmenin farklı bir yolu

olarak görüyorum. Şahsi deneyimlerimle de bu mücadelede başarılı olduğuna inanıyo-rum. Ne olursa olsun bir ülkede sanat varsa

üzik, yaşadığımız kâinatın her yerinde, bir kuşun ötüşünden tutun da akan suyun şırıltısına

alan dünya diyerek mühim olanın sevgi ol-duğunu anlatmaya harcanan bir hhayatı Anadolu’nun kokustini, sıcaklığını bize aktaran bir halk ozanı. Ya-şar Kemal’in deyimiyle bozkırın tezenesi Ne-şet Ertaş’ı rahmetle anıyoruz. Abdallık gele-neğinin son temsilcisi altı yıl evvel aramızdan ayrıldı.Abdallar, kültürümüzün en önemli taşıyıcıla-rıdır. Göçebe bir hayat sürerler. Neşet Ertaş da bu göçebe yaşantının tam ortasında Kırşe-hir’ in Kırtıllar köyünde 1938 yılında dünyaya gelir. İlk duyduğu ses babası Muharrem Er-taş’ın sazından çıkan melodiler olur.

Müzikle iç içe bir hayata ilk adımlarını atar böylece. Babasıyla birlikte o düğün senin bu düğün benim gezerken, küçük yaşta

keman çalmaya başlar. On iki yaşına geldiğinde annesini ka

bağlama çalmaya başlar ve bir daha elinden bağlamayı hiç düşürmez. Babası Muharrem Ertaş, abdallık geleneğini 20.Yüzyıla taşıyan arşivlerinden ve youtube üzerinden kendi-

Muharrem Ertaş’ı şansı elde edebilirsiniz. Türküleşet Ertaş cebindeki 2,5 lirayla yollara düşerKapı kapı dolanır, kimi zaman aç gezer. yılının sonunda radyolarda duymaya başlarız o yanık güzel sesi. Neden garip garip öbülbül? Ve bugün ne zaman kederlensek, ne zaman garip bir hüzün çökse üzerimize Neşet Ertaş gelir oturur başucumuza. Ne güzel adamdır, “… bnoğlu var. Ayrımcılığın sonu kavgadır, kav-ganın kârı var mı?”gelmeyecek belki. Bize düşen bu değerleri-

sahip çıkıp onları yaşatmaktır. Ruhun şad olsun usta…

üziğin peşinden gitmeye devam ediyorum. üzerinden çalışmalarımı

“Dünya senin vatanın mı,

yurdun mu?”

Yasin Dedebekiroğlu

ihtişamı... Mavi göğü, yase-min kokusunu, tatlı esen rüzgârı, gecenin yıl-dızını ayını çağırıyor odaya.Her şey tastamam burada...

Köşede bir masa.

Heybesine gitti eli, bir defter çıkardı. Sayfa-ları çevirdi; günler, aylar, yıllar birikmişti bu-rada; hayaller, dualar, yorgunluklar, özenle

aralar... Tam bir ah çekeceği sı-"kemalde noksan imiş incinen inciten-

den" dedi içindeki ses... edep ve minnetle it-aat etti sese. Kalemini çıkardı; şikâyet etme-den, kırmadan, dökmeden,incinmeden yaşamanın gayretini döktü keli-

yreti aldı, yüreğinde asılı duran ahı sarıp sarmaladı. "Kalp hüzünlenir, gözler yaşarır" elbet... Defteri açık bırakarak otur-duğu yerden kalktı, yatağa uzandı ve gözle-rini kapattı.

Bir rüzgâr doldu odaya, yasemin kokusunu Ardından beyaz güverci

ve doğruca deftere yöneldiler.Sayfalardaki kelimeleri birer birer alıp göğe doğru sefer eylediler. Dünya gözüyle görü-lesi bir seyir doldurdu odayı...Tam bu sırada bir ezan sesi işitildi: Hayyâselâh

Güvercinler uçtu. Kelimeler de likte süzüldü gökyüzüne... Şaşkınlık teslimi-yete bıraktı yerini. yepyeni bir şim-diye aitti artık.Bir imkânın muştusu arındırdı ru-

âlel felâhVarlık hakikate yürüdü, sırlar kalktı aradan...Taşa dantel dantel oyulan bir nakış kaldı sa-

Fotoğraf: Mustafa Kılıç

Page 8: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

sürdürürken diğer yandan festivallere ve di-ğer müzik eksenli etkinliklere katılıyorum. Bunların en önemlisisponsorluğunda düzenlenen 9 Eylülde ger-çekleşen Kadıköy Plak Günleri’ydi. Bu yıl üçüncüsü gerçekleşen festivale katılım ger-çekten görülmeye değerdi. Festivalde, bu yıl Türk müziğinin değerli isimlerinden rahmetli Müzeyyen Senar’ın 100. aş günü olması se-

bir anma gerçekleştirildi. Şahsen landığı 1962 model Anadol marka aracı, ruh-satı ve ehliyeti sergilendi. Plak disöyleşiler ve konserlerle dol

yaşadık. eksen DJ’leri Gül-şah Güray ve Ka-nat Atkaya söyle-şileri festivalin en önemli ayrıntıla-rıydı.Festivalde önemli gördüğüm plak-

ğoll

Öngür’ün

yayınladığı tama-men analog kayıtlardan oluşan isimli LP’si (uzun çalar) idi. Taner Öngür bu albümünde türkülerimizi aslına uygun bir aranje ile yorumlamış. Bana göre bu albüm günümüzde yapılan en güzel albümlerden bi-

olmuş. Festivale ilişkin detayları dilerse-niz youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Ve güzel bir albüm haberinde sıra.Bülent Ortaçgil’in 2.Perde albümü ilk defa plak formatında yayınlandı. Yapımcı firma Rainbow45’in tanıtımıyla albümü sizlerle paylaşıyorum.

Ülkemizin sevilen şarkı yazarı ve kent ozanı Bülent Ortaçgil’in ikinci stüdyo albümü “2.Perde”, 28 yıl sonra Rainbow45 Records

kez plak formatında müziksever-lerle buluşuyor.Bülent Ortaçgil hayranlarının en sevdiği al-bümlerinden birisi olan ve sanatçının Soft/Rock tadında bir yaklaşımla gerçekleş-

tirdiği 1990 tarihli bu albüm, yüksek ses kali-tesinde ve ayrıca kapak içinde yer alan özel ekiyle birlikte, yenilenmiş tasarımıyla plak se-

1974 yılında yayınladığı kült albüm, ‘Oynar Mısın?‘ albümünden tam onaltı yıl sonra kariyerinde yeni bir dönemin kapıla-rını bu uzunçalarla açan sanatçı, Onno Tunç ile çalışarak birbirinden güzel şarkıya imza attı. 1990 yılının Ocak ve Şubat ayları ara-sında kayıt ve miksajı Rıza Erekli yönetiminde İstanbul Marmara V.A.P.P. Stüdyosu’nda gerçekleştirilen bu albümde tüm akustik gi-tarları Bülent Ortaçgil, diğer tüm enstrüman-ları, şarkıların düzenlemeleri de üstlenen Onno Tunç çalmıştır.Bu İş Çok Zor Yonca ÇığlıkÇığlığa, Sıcak, Arada Sırada Düşünürönce Sezen Aksu tarafından seslendirilip çok

“ ”taçgil’in bugün de hala dillerden düşmeyen hit şarkılarını barındıran plak 6 Eylülde müzik marketlerde yerini almıştır. dem’iniz huzur olsun.

Page 9: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Ortak yaşam alanları olduğu gibi sığınakları da vardır iç dünyalarında in ların. O dünyanın da bir dili ve konuşamadığında nefes alma ala-ları vardır. Kendini anlamaya çalışan insan özünde tüm insanların dünyasına tahminleri olur yani halleri anlamaya başlar… Bizler bir birimizden âri değiliz. Bir kişinin ideolojisini, si-yasi görüşünü vs. sonradan eklenmiş neyi varsa onları kenara koyarsanız son demde ge-riye “insan” kalır. Bu noktadan anlamaya baş-larsak birbirimize kavuşabileceğimiz yol/lar bulabilir ve birbirimizi anlayabilme imkânlar üretebiliriz…

Bu ülkenin son yüzyıllık zamanı kendini çevre-sini ve bir bütün olarak zamanını anlamaya ça-lışmakla geçti. Bu nedenle birçok kırılma nok-tası yaşandı… Bu kırılma noktalarından birisi de şüphesiz 1960 ihtilalidir. İhtilal sonrası top-lumsal yaşam yeni bir şekil alırken insanlar aynı zamanda kendilerine yeni sığınak alanları ürettiler. Bunlardan birisi de arabesk müzik…

Dergimizin bu sayısında Nezih Dolmacı ve Yu-suf Emre Çağlayan ile arabesk müzik üzerin-

çe

kin….

erginin ilk sayılarını çalıştığımız sü-reçte ayaküstü yaptığımız sohbetleri ha-tırlıyorum kendiliğinden gelişen o sohbetleri çok seviyordum. İsterseniz o sohbet

Nezih Dolmacı: İnsanlar rahat olmak istiyor. İ İnsanlar, gçim derdiydi, iş yoğunluğuydu vs. nedenler-den ötürü yorgun. Bu nedenle üniversite or-tamında, kahve ortamında yapmış sohbetleri

istiyor. Çay ocağının başın-daki sohbeti yapamıyorsun, maça da gidemi-yorsun, bu çalışma bunlar müm-kün değil. O zaman ne yapayım, biraz nostalji olsun biraz hatırlayayım bakayım dem dergisinde ne var, â bak işte bunları konuş-muştuk gibi geçmişmak…

Hatırlarsanız yaptığımızşöyle demiştik. Bir dem dergisi için 1960’lar sonrası ortaya çıkan müziği konuşalım. İsterseniz konuyu biraz daha daraltıp hazır

Nezih DOLMACI ve Yusuf Emre ÇAĞLAYAN İle Arabesk Müziği Konuştuk.

Söyleş

ita

lip

tosu

n

sürdürürken diğer yandan festivallere ve di-ğer müzik eksenli etkinliklere katılıyorum. Bunların en önemlisisponsorluğunda düzenlenen 9 Eylülde ger-çekleşen Kadıköy Plak Günleri’ydi. Bu yıl üçüncüsü gerçekleşen festivale katılım ger-çekten görülmeye değerdi. Festivalde, bu yıl Türk müziğinin değerli isimlerinden rahmetli Müzeyyen Senar’ın 100. aş günü olması se-

bir anma gerçekleştirildi. Şahsen landığı 1962 model Anadol marka aracı, ruh-satı ve ehliyeti sergilendi. Plak disöyleşiler ve konserlerle dol

yaşadık. eksen DJ’leri Gül-şah Güray ve Ka-nat Atkaya söyle-şileri festivalin en önemli ayrıntıla-rıydı.Festivalde önemli gördüğüm plak-

ğoll

Öngür’ün

yayınladığı tama-men analog kayıtlardan oluşan isimli LP’si (uzun çalar) idi. Taner Öngür bu albümünde türkülerimizi aslına uygun bir aranje ile yorumlamış. Bana göre bu albüm günümüzde yapılan en güzel albümlerden bi-

olmuş. Festivale ilişkin detayları dilerse-niz youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Ve güzel bir albüm haberinde sıra.Bülent Ortaçgil’in 2.Perde albümü ilk defa plak formatında yayınlandı. Yapımcı firma Rainbow45’in tanıtımıyla albümü sizlerle paylaşıyorum.

Ülkemizin sevilen şarkı yazarı ve kent ozanı Bülent Ortaçgil’in ikinci stüdyo albümü “2.Perde”, 28 yıl sonra Rainbow45 Records

kez plak formatında müziksever-lerle buluşuyor.Bülent Ortaçgil hayranlarının en sevdiği al-bümlerinden birisi olan ve sanatçının Soft/Rock tadında bir yaklaşımla gerçekleş-

tirdiği 1990 tarihli bu albüm, yüksek ses kali-tesinde ve ayrıca kapak içinde yer alan özel ekiyle birlikte, yenilenmiş tasarımıyla plak se-

1974 yılında yayınladığı kült albüm, ‘Oynar Mısın?‘ albümünden tam onaltı yıl sonra kariyerinde yeni bir dönemin kapıla-rını bu uzunçalarla açan sanatçı, Onno Tunç ile çalışarak birbirinden güzel şarkıya imza attı. 1990 yılının Ocak ve Şubat ayları ara-sında kayıt ve miksajı Rıza Erekli yönetiminde İstanbul Marmara V.A.P.P. Stüdyosu’nda gerçekleştirilen bu albümde tüm akustik gi-tarları Bülent Ortaçgil, diğer tüm enstrüman-ları, şarkıların düzenlemeleri de üstlenen Onno Tunç çalmıştır.Bu İş Çok Zor Yonca ÇığlıkÇığlığa, Sıcak, Arada Sırada Düşünürönce Sezen Aksu tarafından seslendirilip çok

“ ”taçgil’in bugün de hala dillerden düşmeyen hit şarkılarını barındıran plak 6 Eylülde müzik marketlerde yerini almıştır. dem’iniz huzur olsun.

Page 10: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

gündemde Müslüm filmi varken dönem üze-Müslüm Gürses’i konuşalım.

Öncelikle filmi henüz izlemedim… Ara-beski ve özellikle Müslüm Gürses’i konuşacak-sak eğer Müslüm Gürsesseven ve Müslüm hakkında bilgisi olan YusEmre Çağlayanı da davet edelim sohbeti-mize…

daha düzel olur.

Şimdi 1960’lar dönemi müzik üzerkonuşacak olursak; o dönemde (ihtilal son-rası) bir boşluk doğuyor. Toplum nezdinde bir

ihtiyacın karşılığı boş kalıyor. Bu boşluğu neyle dolduracaksın? O dönemde bu boşluk far lı

şda aynı dönemde

doğdu. Moğollar grubunun bu dönemde çıktı-ğını biliyoruz. Yine bu dönemin isimlerine ba-kacak olursak Cem Karaca, Barış Manço vs. Bu dönemdeki Anadolu rock’un sözlerine bakar-sanız arabesk müziğin sözleri ile çok benzerdir

ama arabesk müziğinrengi farklıdır. Cem Karaca’nın “Tamirci Çı-rağı” şarkısının sözlerine bakarsanız arabesk müzik ile ne kadar ortak yönü olduğunu göre-

Ama toplumun bir kısmı Anadolu rock’u seçerken büyük bir kısmı müziği seçmiştir.

Müslüm Gürses’in şarkılarında bir şey söyle-mekten öte saf bir çığlık var. Arabeskin geneli için söylüyorum bu “çığlık” ifadesini…

Diğer müziklerde olduğu gibi ben arabes-kin de kademeleri olduğunu düşünüyorum.

Elit arabesk, popüler arabesk diğerleri. Popüler arabesk

diğer müziklerde de olduğu gelip geçici olan yani bir iki

şarkı veya albüm yapıp sonra isimleri hatırlanmayan ara-beskçiler. Elit arabeskçilerin somut örnekleri ise Orhan Gencebay, Müslüm GürsesÖrneğin Müslüm Gürses ko

“yapmayın çocuklar…” yani bizim yapmaya çalıştığı-mız bu değil nuçta toplumsal yansıması bir çığlığa dönüyor ve amacından

sapıyor. Müzik bir deşarj yöntemidir. Müziksöyleyemediğini dile getirme şeklidi yö-nüyle “çığlık” tanımlamasını yerinde buluyo-

Diğer yönüyle müziğin bir hedefi vardır; siyasete, topluma, sevdiğine vb. seslenme, ta-vır koyma ve söyleyemediğini ifade biçi-midir… Klasik bir söz vardır; müzik evrenseldir. Müziğin evrensellikle alakası yok, müzik özel-dir. Müziğin muhakkak bir öfkesi ve hesabı

Page 11: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

vardır; bu ’de de böyledir,

beskte de böyledir.

Müzik boşlukta sallanan bir şey değildir yani

Müziğin muhakkak bir hedefi vardır. Evet boşlukta sallanan bir şey değildir. Müzik evrensel değildir çünkü birkaç meraklısı dışında dünyanın herhangi bir nok-tasında yapılan ve dinlenen bölgesel müzi-ğin neresi evrenseldir. Müzik herkese anlatı-

ama birkaç kişin anladığı bir şeydir. Çalı-şansan patronuna bir şeyler anlatıyorsun, pat-ronsan çalışanına bir şeyler anlatıyorsun veya seviyorsa sevdiğine söyleyemediğini anlatı-yorsun. Ama müzik te her şey gibi ne kadar ev-renselleşirse o kadar içi boşalır bir şey söyle-yemez olur. Esasında müzik dediğin sanat de-diğin suya sabuna dokunur dokunmalıdır da. Arabesk te dokunur hem de ağır dokunur

. Tarzı farklı olsa da Anadolu R ’’deki öfke ve karşı çıkma

arabeskte olduğu gibilere hitap eder…

Müslüm Gürses’in hayatını anlatan bir film ya-pıldı biliyorsunuz. Filmi izleyen Psikiyatrist ho-

sosyal medya üzerinden şöyle bir yorum paylaştı: Müslüm’ü izledim; aynı dö-nemlerde Solda yada Sağda kümelenen aydın-ların garibanları nasıl küçümsediklerini daha görüp utandım...”

ıkıntıyla baş etmenin iki yolu vardır. Ya sorunun karşısına geçer mücadele edersin yada sorunu halının altına süpürü ün. Toplum-lar da böyledir. Ama her dönem dö-

kısmı kâ alınmamış,istenmemiş, kenara itilmiştir…

Amerika’da lues’un parladığı dönem ırkçılı-ğın tavan yaptığı dönemdir… Bugün

küresel akım da bunu yapmaya çalışıyorToplumlar kendi içine dönüyor ve diğerlerini farklı yollarla da olsa yok saymaya çalışıyor. Arabesk müziğinin ortaya çıktığı dönemde de bu yapıldı… Bir de şunu ekleyelim 1970’lerdeki arabesk ile günümüzdeki ara-besk arasındaki aynı değil. Bu günkü apopüler arabesk artık… 1960’ları da Müslüm Gürses’i hayranı Yu Emre’den dinleyelim.

müzik 1960’larda köy-den kente göçün başladığı yıllarda doğuyor, 1970 ve 80’li yıllar arabeskin zirve yaptığı yıl-lar. 90’lı yıllardan sonra yavaş yavaş kalitesini

90’lardan sonra Müs-lüm Gürses’in yapmış olduğu albümler de

gündemde Müslüm filmi varken dönem üze-Müslüm Gürses’i konuşalım.

Öncelikle filmi henüz izlemedim… Ara-beski ve özellikle Müslüm Gürses’i konuşacak-sak eğer Müslüm Gürsesseven ve Müslüm hakkında bilgisi olan YusEmre Çağlayanı da davet edelim sohbeti-mize…

daha düzel olur.

Şimdi 1960’lar dönemi müzik üzerkonuşacak olursak; o dönemde (ihtilal son-rası) bir boşluk doğuyor. Toplum nezdinde bir

ihtiyacın karşılığı boş kalıyor. Bu boşluğu neyle dolduracaksın? O dönemde bu boşluk far lı

şda aynı dönemde

doğdu. Moğollar grubunun bu dönemde çıktı-ğını biliyoruz. Yine bu dönemin isimlerine ba-kacak olursak Cem Karaca, Barış Manço vs. Bu dönemdeki Anadolu rock’un sözlerine bakar-sanız arabesk müziğin sözleri ile çok benzerdir

ama arabesk müziğinrengi farklıdır. Cem Karaca’nın “Tamirci Çı-rağı” şarkısının sözlerine bakarsanız arabesk müzik ile ne kadar ortak yönü olduğunu göre-

Ama toplumun bir kısmı Anadolu rock’u seçerken büyük bir kısmı müziği seçmiştir.

Müslüm Gürses’in şarkılarında bir şey söyle-mekten öte saf bir çığlık var. Arabeskin geneli için söylüyorum bu “çığlık” ifadesini…

Diğer müziklerde olduğu gibi ben arabes-kin de kademeleri olduğunu düşünüyorum.

Elit arabesk, popüler arabesk diğerleri. Popüler arabesk

diğer müziklerde de olduğu gelip geçici olan yani bir iki

şarkı veya albüm yapıp sonra isimleri hatırlanmayan ara-beskçiler. Elit arabeskçilerin somut örnekleri ise Orhan Gencebay, Müslüm GürsesÖrneğin Müslüm Gürses ko

“yapmayın çocuklar…” yani bizim yapmaya çalıştığı-mız bu değil nuçta toplumsal yansıması bir çığlığa dönüyor ve amacından

sapıyor. Müzik bir deşarj yöntemidir. Müziksöyleyemediğini dile getirme şeklidi yö-nüyle “çığlık” tanımlamasını yerinde buluyo-

Diğer yönüyle müziğin bir hedefi vardır; siyasete, topluma, sevdiğine vb. seslenme, ta-vır koyma ve söyleyemediğini ifade biçi-midir… Klasik bir söz vardır; müzik evrenseldir. Müziğin evrensellikle alakası yok, müzik özel-dir. Müziğin muhakkak bir öfkesi ve hesabı

Page 12: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

dâhil. 1960’larda köyden kente göç dal-gasıyla birlikte şehirlerde gecekondulaşma tıyor ve gecekondulaşma kendi yaşam şartla-rını oluşturuyor. Örneğin, sabahları ortak tu-valet kuyruğunda saatlerce bekleme, yoksul-luk ve aşk giriyor işin içine ve gözü yüksekler-dekilerin kavuşamama durumları vs. Arabesk bu şartlarda ortaya çıkıyor…

Tabi Müslüm Gürses’in Allah vergisi bir yorum yeteneği ve çok iyi bir müzik kulağı var. Bu yö-nüyle onu ayrı bir yere koymak lazım. Örneğin

arkada orkestra çalarken bir enstrü-man farklı nota çalıyor, o kadar enstrümanın içinde o notanın farklılığı şarkıyı du

Müslüm GürsesMüslüm Gürses konuşulurken o dönemde Müslüm Gürses şarkılarını yazan Tekintüre

mamalı. Özellikle Ali Tekintüreramlar halinde defalarca albüm sözleri yazıp Müslüm Gürses’e vermiştir.

Müslüm Gürses’in diğer bir yönü ise farklı kişi-liği ve duruşu. Başta da söylediğimiz gibi k

serlerinde istenmeyen görüntüleri konser or-tamının verdiği gaza kapılıp es geçmiyor, uyarı-yor, yanlış diyor.

Gülhyorsunuz… Berberim anlatmıştı: Diyor ki; Gül-hane konseri yapılırken tevafuk oradan geçi-yordum. İçerden sesler gelince uzanıp içeri baktığımda istenmeyen görüntülere şahit ol-dum… Bu arada, Nebil Özgentürk “İnsan” programı iç Müslüm Gürses henüz hayatta iken Müslüm Gürses Belgeselini yap-mıştı. İzlemek isteyenler için tavsiye ede …

Bir arkadaşım Müslüm filmi izledikten sonra film hakkında sosyal medya üzerinden yorum yapmış. Ben de o yorumu doğru bulu-

Diyor ki: “Biz Müslüm Gürses’i Müs-lüm Baba olarak dinledik, Müslüm filmini izle-yip film üzerinden Müslüm Gürses’i tanıyıp övenlerin Müslüm Gürses’in ne olduğundan

.”

Evet, çünkü gerçeği tanıyanlar açısından gerçeğe sonradan monte edilmiş bir şey…

bir anlatılanı bilmek vardır, bir de birlikte yaşanılanı bilmek vardır; bir

fotoğraf: özçekim.com.tr

Page 13: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

gerçektir. Birlikte yaşadığınız zaman şunu anlıyorsunuz; şarkıda “… vazgeçmem” dediği zaman bu sözde bütün bir aşk hikayesini gö-rürsünüz, seni nasıl kapladığınıçünkü aynı zamandasınız. Dönem geçti gene “… vazgeçmem” diyor mp3’ten dinleyen, filmden izleyen bunu nasıl anlayıp hissedebi-

gün belki de bu kavramların karşılığı bile Bir de Müslüm Gürses arabeskin bitmeye

başladığı noktadan diğer müzikleri de söyle-meye başladı ve orada da başarılı oldu diyebi-

kendi işinde ı okuyarak ilerle-miş biri.

O Müslüm Gürses’in yorum

yeteneğinden kaynaklanıyor. Bazı şarkılar vardır, kime ait olursa olsun birisi gelir o

şarkıyı okur o şarkı artık onunla anılır. Ör-neğin Sezen Aksu’nun da söylediği “Tanrı

İstemezse“ şarkısını kimden dinlemek is-tersiniz? Veya Bülent Ersoy’un da söyle-

diği “Unutamazsın” şarkısını. Müslüm

Gürses’in şarkılarını da çok başarılı şarkıcı-lar okudu ama olmuyor işte…

İşte o yorum yapmakla işi sahiplen-mek arasındaki fark ortaya çıkıyor… Popüler

müziği tarafı olan kişileri düşünün, yurt içinde veya yurt dışındaMTV’nin bir tarafı olan kişiler bu kişi-

toplumsal, karakter, kişisel veya diğer sebeplerle itilmiş kişiler olarak görüyo … Kişiler sanatçı ol-mayı seçemez. Memurluğu seçebilir, işini seçebilir o zaman zaten işçi olur

sanatçıda sahih duran bir şey kişinin doğasından gelen bir şey …

Sesin iyi olabilir, muhteşem yorumluyor ma orada ince bir fark var… Sa-

natçı kendisini anlatır dinleyenlere ayna olur. Onun için söylüyorum müzik evrensel değildir…

besk müzikle ilgili doğru yanlış ayrımı yap-madan konuşuyoruz, bir noktayı da Bergen üzerinden konuşacak olursak Bergen, söylemiş olduğu şarkılardaki kişi gibi öldü. Yani şarkıların götürdüğü bir yer var sanki?

Sözün veya müziğin bir özelliği de bu Bergen gibi söylediği şarkıların götür-

düğü yere varıyor Müslüm gibişadığı yerden geliyor şarkılar…

Teşekkür di adıma güzel sohbet

türküleri konuşalım…

İnşallah. Biz teşekkür

Söyleşi sonrası Nezih Bey, müziğin insa-nın duygu dilinin her rengini aynı parça içeri-sinde yansıttığını düşündüğü Rimsky Korsa-kov’un “Şehrazat” isimli eserini dem okurla-rına tavsiye ettiler. Dinlemeniz dileği dem’iniz huzur olsun…

dâhil. 1960’larda köyden kente göç dal-gasıyla birlikte şehirlerde gecekondulaşma tıyor ve gecekondulaşma kendi yaşam şartla-rını oluşturuyor. Örneğin, sabahları ortak tu-valet kuyruğunda saatlerce bekleme, yoksul-luk ve aşk giriyor işin içine ve gözü yüksekler-dekilerin kavuşamama durumları vs. Arabesk bu şartlarda ortaya çıkıyor…

Tabi Müslüm Gürses’in Allah vergisi bir yorum yeteneği ve çok iyi bir müzik kulağı var. Bu yö-nüyle onu ayrı bir yere koymak lazım. Örneğin

arkada orkestra çalarken bir enstrü-man farklı nota çalıyor, o kadar enstrümanın içinde o notanın farklılığı şarkıyı du

Müslüm GürsesMüslüm Gürses konuşulurken o dönemde Müslüm Gürses şarkılarını yazan Tekintüre

mamalı. Özellikle Ali Tekintüreramlar halinde defalarca albüm sözleri yazıp Müslüm Gürses’e vermiştir.

Müslüm Gürses’in diğer bir yönü ise farklı kişi-liği ve duruşu. Başta da söylediğimiz gibi k

serlerinde istenmeyen görüntüleri konser or-tamının verdiği gaza kapılıp es geçmiyor, uyarı-yor, yanlış diyor.

Gülhyorsunuz… Berberim anlatmıştı: Diyor ki; Gül-hane konseri yapılırken tevafuk oradan geçi-yordum. İçerden sesler gelince uzanıp içeri baktığımda istenmeyen görüntülere şahit ol-dum… Bu arada, Nebil Özgentürk “İnsan” programı iç Müslüm Gürses henüz hayatta iken Müslüm Gürses Belgeselini yap-mıştı. İzlemek isteyenler için tavsiye ede …

Bir arkadaşım Müslüm filmi izledikten sonra film hakkında sosyal medya üzerinden yorum yapmış. Ben de o yorumu doğru bulu-

Diyor ki: “Biz Müslüm Gürses’i Müs-lüm Baba olarak dinledik, Müslüm filmini izle-yip film üzerinden Müslüm Gürses’i tanıyıp övenlerin Müslüm Gürses’in ne olduğundan

.”

Evet, çünkü gerçeği tanıyanlar açısından gerçeğe sonradan monte edilmiş bir şey…

bir anlatılanı bilmek vardır, bir de birlikte yaşanılanı bilmek vardır; bir

fotoğraf: özçekim.com.tr

Page 14: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

14

Üsküdar’da, Söğütlüçeşme Sokağı’nda geçen çocukluğumun en unutulmaz anlarından birisi de, belki de en güzeli, Berber Hasan Amca’nın dükkânında geçirdiğim zamandır.

Daha yedi-sekiz yaşlarında olduğum o günlerde, babamın beni de yanına alarak hem uzamış olan saçlarımı kestirmek hem de şöyle sinek-kaydı bir tıraş olup o eski gençlik günlerine tek-rar dönebilmek hevesiyle gittiğimiz bu eski ber-ber dükkânı, babamla birlikte neredeyse her aybaşı mutat olarak uğradığımız, kendimizi bambaşka bir dünyanın, bambaşka bir âlemin içinde bulduğumuz bir yerdi.

Burnumuza çarpan berber dükkânlarına mah-sus o kolonya kokusu eşliğinde, Hasan Amca’nın daha dükkânın kapısından içeri girer girmez bizi karşılayan güler yüzü, babamla sanki kırk yıldır görüşmediği eski bir dostuymuş gibi hasretle kucaklaşması, her seferinde ba-şımı şefkatle okşayıp “maşallah, kocaman adam oldun sen İbrahim” diye bana iltifatta bulun-ması, babamın da Hasan Amca’nın da aslında uzun yıllara varan hukukunun birer tezahü-rüydü.

Girişin tam karşısındaki duvarda asılı duran guguklu bir saat, tezgâhın he-men sağ tarafına konmuş eski bir radyo ve bir konsolun kısacık ayakları üzerine oturtulmuş, içinde muhtelif ıtriyat ürünleri, kremler, jilet ve pamuk kutuları, tıraş sabunları, şampuanlar, pudralar, briyantin tüpleri, kan taşları, ispirto ve rengârenk kolonya şişeleri bulunan ahşap bir dolabın derinliklerinde ise bütün bu gerekli eş-yadan başka diş çekimlerinde kullanılan aletler, sünnet için gerekli malzemeler, kellik tedavisine yönelik ilaçlar, hacamat kupaları, bardaklar ve lazım olan diğer irili ufaklı aletler bulunurdu.

Yerde üstüne her basıldığında gıcırdayan ahşap döşemeler, içinde temiz havlular bulunan çek-meceli bir dolap, eski bir plak koleksiyonu, us-tura kutuları, deri bir muhafaza içerisinde sak-lanan tıraş takımları ve yine bir dolabın hemen üstünde bulunan, Hasan Amca’nın komşu es-naf arkadaşlarıyla sabahları oynadığı ahşap bir tavla takımı da, yine benim o günlerden ak-lımda kalan ve bugün de hala unutamadığım o berber dükkânına ait diğer küçük izlerdi.

Harun Selvi Harun Selvi

mar

aşpu

sula

.com

Harun Selvi

Söğütlüçeşme Berberi

Page 15: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

15

O günlerde, berber dükkânında geçirdiğimiz saatlerde, soğuk kış ayla-rında dükkânın tam orta yerinde duran bir soba-nın, yaz aylarında ise kü-çük bir piknik tüpünün üzerinde kaynayan çay-danlıktan ikram edilen çaylar, ıhlamur, tarçın, sabun ve limon kolonya-sından müteşekkil

dükkânın diğer kokuları ile buluşarak gayet gi-zemli bir hale bürünür, benim daha yeni er-meye başlayan aklımı başımdan alarak gözleri-min duvardaki Saatli Maarif Takvimi’nin yaprak-ları arasında kaybolup gitmesine neden olurdu.

Sıradaki müşterinin işinin nihayet bitmesi ile birlikte de, bir sandalye üzerinde çayını içerek beklemekte olan babam büyük bir hürmetle Hasan Amca tarafından berber koltuğuna davet edilir, ısıtılan sakal suyu ile köpürtülmüş tıraş sabunu özenle babamın yüzüne sürülürdü. Ji-leti değiştirilen ustu-ranın yine büyük bir itinayla babamın kö-püklü yüzünde gezin-meye başlaması ile birlikte ise, bilhassa boğaz bölgesine doğru gelindiğinde belli belirsiz bir kor-kunun, gizli bir tedir-ginliğin de ortaya çık-maya başladığı görü-lür, bir taraftan babam Hasan Amca ile haftanın önemli maçlarının kritiğini yaparken, bir taraf-

tan da mahallenin en son dedikodularını dinle-yip bu yersiz telaşını saklamaya çalışırdı.

Hasan Amca’nın sakal tıraşı boyunca sol elinin üstünde biriktirdiği kirli tıraş köpüğü de yine aynı usturanın tersi ile bir takvim yaprağının ke-narına silinir, sıra daha sonra kulaklardaki uza-mış tüylerin yakılarak tütsülenmesine, burun kıllarının küçük bir makas yardımıyla alınma-sına ve ensenin usturanın keskin ucuyla ince bir çizgi halinde düzeltilmesine gelirdi. Ucuna pa-muk sarılmış metal bir çubuğun ispirto şişesine gayet dikkatlice batırılması ve sonrasında bir çakmak yardımı ile yakılması ile birlikte de, o an birdenbire dükkânın içini mis gibi bir ispirto ko-kusu sarar, genzimiz ispirtonun bu hoş kokulu dumanı ile doluverirdi. Yakılan pamuğun kulağa her yaklaştırılması ile birlikte ise, babam da tıpkı diğer müşteriler gibi koltuğunda şöyle ha-fifçe bir doğrulur, her iki kenarına da daha bir sıkıca tutunur, ispirtonun o mavi renkli dumanı havaya karışırken ortalığı bu kez burnumuzun direğini sızlatan yanık bir kıl kokusu kaplardı.

Hasan Amca en sonunda, babamın yüzüne sür-düğü seksen derecelik keskin limon kolonyasının verdiği acıyı biraz olsun dindirmek, yakıcı etkisini giderip O’nu serinletebilmek amacıyla bir havluyu iki ucundan tutup tıpkı bir yelpaze gibi babamın yüzüne doğru sallar, bir süre sonra da yorularak bu yumuşacık havluyu ikiye katlayıp ba-bamın yüzüne doğru bastırırdı. Daha sonra kolonya sürülmüş saçlardan başlanarak bütün bir kafa iki elin par-makları ile yavaş yavaş ovulur, alında

küçücük daireler çizilerek şakaklara kadar ulaşı-lırdı. Ense ve boyun bölgesindeki işin de bitme-siyle birlikte bu kez omuzlara girişilir, buradan

14

Üsküdar’da, Söğütlüçeşme Sokağı’nda geçen çocukluğumun en unutulmaz anlarından birisi de, belki de en güzeli, Berber Hasan Amca’nın dükkânında geçirdiğim zamandır.

Daha yedi-sekiz yaşlarında olduğum o günlerde, babamın beni de yanına alarak hem uzamış olan saçlarımı kestirmek hem de şöyle sinek-kaydı bir tıraş olup o eski gençlik günlerine tek-rar dönebilmek hevesiyle gittiğimiz bu eski ber-ber dükkânı, babamla birlikte neredeyse her aybaşı mutat olarak uğradığımız, kendimizi bambaşka bir dünyanın, bambaşka bir âlemin içinde bulduğumuz bir yerdi.

Burnumuza çarpan berber dükkânlarına mah-sus o kolonya kokusu eşliğinde, Hasan Amca’nın daha dükkânın kapısından içeri girer girmez bizi karşılayan güler yüzü, babamla sanki kırk yıldır görüşmediği eski bir dostuymuş gibi hasretle kucaklaşması, her seferinde ba-şımı şefkatle okşayıp “maşallah, kocaman adam oldun sen İbrahim” diye bana iltifatta bulun-ması, babamın da Hasan Amca’nın da aslında uzun yıllara varan hukukunun birer tezahü-rüydü.

Girişin tam karşısındaki duvarda asılı duran guguklu bir saat, tezgâhın he-men sağ tarafına konmuş eski bir radyo ve bir konsolun kısacık ayakları üzerine oturtulmuş, içinde muhtelif ıtriyat ürünleri, kremler, jilet ve pamuk kutuları, tıraş sabunları, şampuanlar, pudralar, briyantin tüpleri, kan taşları, ispirto ve rengârenk kolonya şişeleri bulunan ahşap bir dolabın derinliklerinde ise bütün bu gerekli eş-yadan başka diş çekimlerinde kullanılan aletler, sünnet için gerekli malzemeler, kellik tedavisine yönelik ilaçlar, hacamat kupaları, bardaklar ve lazım olan diğer irili ufaklı aletler bulunurdu.

Yerde üstüne her basıldığında gıcırdayan ahşap döşemeler, içinde temiz havlular bulunan çek-meceli bir dolap, eski bir plak koleksiyonu, us-tura kutuları, deri bir muhafaza içerisinde sak-lanan tıraş takımları ve yine bir dolabın hemen üstünde bulunan, Hasan Amca’nın komşu es-naf arkadaşlarıyla sabahları oynadığı ahşap bir tavla takımı da, yine benim o günlerden ak-lımda kalan ve bugün de hala unutamadığım o berber dükkânına ait diğer küçük izlerdi.

Harun Selvi Harun Selvi

mar

aşpu

sula

.com

Harun Selvi

Söğütlüçeşme Berberi

Page 16: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

16

sırt bölgesine doğru hareket edilerek bu bölge de bir güzel ovalanırdı. En sonunda önce sağ kol, sonra sol kol olmak üzere her iki kola da uçtan uca masaj yapılarak parmak uçlarına varılır, babamın kol-ları göğsünde birleştirilip Ha-san Amca’nın güçlü iki ko-luyla bedeni arkadan sıkıca sarılarak tüm kemikleri kütle-

tilirdi.

Üzerine bir tahta konup yüksekliği boyuma uy-gun hale getirilen derisi yıpranmış eski berber koltuğuna bu kez ben oturduğumda ise, az sonra önüme düşmeye başlayacak olan saçları-mın ağır ağır kesilip gidecek olmasına üzülür, üç numaraya vurulmasıyla ortaya çıkan o yuvarlak başımı aynada seyretmekten, kesilen saçları-mın gözyaşlarıma karışarak beni hüzünlendir-mesinden nedense tuhaf bir keyif alırdım.

Hasan Amca Arko krem ve kolonya kokan o pa-muk gibi narin ellerinde tuttuğu makas ve ta-rağı büyük bir ahenk içerisinde saçlarımın üze-rinde gezdirir-ken de, arada sırada hem par-maklarını biraz dinlendirmek hem de dişleri arasında biri-ken kılları yere düşürmek için tarağını hafifçe makasın kena-rına vurur, yine arada bir “başını dik tut İbra-him!" şeklinde bana talimatlar vererek boy-numu aşağıya doğru eğer, bazen de saçımı

daha rahat kesebilmek gayesiyle o minicik ba-şımı üstten avuçlayıp tıpkı bir robot gibi sağa sola çevirirdi.

Başımın Berber Hasan Amca tarafından her sağa ya da sola çevrilmesinde, önce gömleğinin üstten iki düğmesi açık bana doğru bakan Ferdi Tayfur’la göz göze gelir, ardından sola doğru otuz derecelik bir açıyla boynum hafifçe bükül-düğünde, Barış Manço’nun o sevimli yüzü ve Kurtalan Ekspres üyeleri ile karşılaşırdım. Sonra başım derece derece her döndürüldüğünde, başta Hasan Amca’yı dikkatle izlemekte olan çı-rak Müfit olmak üzere, Erkin Koray, Cem Karaca, Zeki Müren, Müslüm Gürses, Neşe Karaböcek, Orhan Gencebay ve adını şimdi hatırlayamadı-ğım daha birçok ünlü sanatçı ile de yüz yüze ge-lir, berber dükkânının duvarlarını süsleyen bu resimlerin, gazete sayfalarından kesilerek du-varlara yapıştırılmış Metin Ali Feyyaz’lı Beşiktaş posterlerinin o an bende uyandırdığı heyecanı, sanki gizlice bir suç işlemişim gibi bastırmaya çalışırdım.

Kesilerek yere düşen saçların yüzüme ve bur-numa musallat olanlarını da şöyle dudaklarımı

yandan hafifçe büzüp usulca yukarı doğru üfleyerek düşür-meye çalışır, bazen de beni huylandıran bu inatçı tüylerin verdiği rahatsızlıktan kurtul-mak, onları bir an evvel burnu-mun ucundan uzaklaştırmak için örtünün altından çıkardı-ğım bir elimle yüzümü kaşırdım.

Saçımın kesilmesi sürecinin sonlarına doğru gelindiğinde ise, ense köküme doğru uzanan hat boyunca yumuşak bir fırça yardımıyla pudra sürülür, bir taraftan pudranın

Page 17: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

17

o ferahlık veren muhteşem kokusunu içime çe-ker, bir taraftan da, fırçanın her sağa ve sola doğru hareket etmesiyle boyun bölgemden uzaklaştırılan kılların, kendi etraflarında döne döne yere düşmelerini, dükkâna giren cılız gü-neş ışığının altında ışıldayarak kaybolup gitmelerini sey-rederdim. O yıl-larda, daha son-raları muz kokulu ucuz şampuan-larla yıkanacak olsa da, saçı kesi-len bir müşteri-nin başı ağzı ge-nişçe olan bakır bir tasın içinde sabunlanarak yı-kanır, çırağın iki eliyle tuttuğu ibrikten ağır ağır dökülen ılık sular müşterinin öncelikle başını, sonra boynunu, yüzünü ve kulak arkalarını do-laşır, en sonunda çenesinden aşağıya doğru sü-zülerek bu eski bakır tasın içine boşalırdı. Ancak o günlerde, benim gibi henüz daha ilkokul öğ-rencisi olan çocuklara, neredeyse askerlik ça-ğına gelene dek böyle bir muamelede bulunul-maz, dişleri arasına bir parça kolonyalı pamuk yedirilmiş plastik bir tarakla saçımızın taranma-sıyla yetinir, yine küçük bir pamuk parçasının kulağımızın içinde döndürülerek kılların dışarı atılmasından sonra dükkândan çıkıp, üstümüz başımız kıl tüy içinde evlerimize dönerek anne-lerimizin kuzine soba üzerindeki kazanlarda ısıt-tığı suyla yıkanırdık.

Tıraş sonrası ensemize tutulan bir ayna da, ya-vaş yavaş sağdan sola doğru döndürülerek artık tıraşın bittiğini bize haber verir, karşımızdaki ay-naya yansıyan ensemizin bu küçük aynadaki

pürüzsüz görüntüsünü yüzümüz kızararak,

başımızı hafifçe öne doğru eğip yapılan işi utan-gaç bir vaziyette tasdik ederek izlerdik.

Bu sırada, boynumuza bağlanmış sabun kokulu geniş tıraş örtüsü de çırak Müfit tarafından çö-

zülerek yere doğru silkelenir, aynı çırağın bu kez yere düşen saçları süpür-meye başlaması ile birlikte de o ayın tıraş mace-rası son bulurdu.

En nihayetinde berber koltuğun-dan usulca aşa-ğıya doğru kayar-

ken, etrafımdaki kalabalığın birbiri ardına sıra-lanan “saatler olsun” temennilerine ise kayıtsız kalır, o an ne cevap vereceğimi doğrusu bile-mez, elbisemin üzerindeki kılların yine çırak Müfit tarafından bir fırça yardımıyla temizlen-mesini, bu sırada babamın da yerinden kalka-rak çırağın eline gizlice bahşiş tutuşturmasını büyük bir keyifle takip ederdim.

O gün, enseme dökülen limon kolonyasının keskin kokusu, eser miktarda saçlarımın ucuna sürülen briyantin ve babamın tıraş sonrası çe-nemden tutup yüzümü şefkatle okşaması da, aynı gün babamla birlikte gideceğimiz esnaf lo-kantasındaki leziz yemeklerin, buz gibi gazozla-rın ve o nefis tulumba tatlısının kıymetini daha da bir artırır, yolda ağır adımlarla eve doğru iler-lerken babamın elini daha bir sıkı tutmama, O’na doğru daha da bir sokulmama sebep olurdu.

16

sırt bölgesine doğru hareket edilerek bu bölge de bir güzel ovalanırdı. En sonunda önce sağ kol, sonra sol kol olmak üzere her iki kola da uçtan uca masaj yapılarak parmak uçlarına varılır, babamın kol-ları göğsünde birleştirilip Ha-san Amca’nın güçlü iki ko-luyla bedeni arkadan sıkıca sarılarak tüm kemikleri kütle-

tilirdi.

Üzerine bir tahta konup yüksekliği boyuma uy-gun hale getirilen derisi yıpranmış eski berber koltuğuna bu kez ben oturduğumda ise, az sonra önüme düşmeye başlayacak olan saçları-mın ağır ağır kesilip gidecek olmasına üzülür, üç numaraya vurulmasıyla ortaya çıkan o yuvarlak başımı aynada seyretmekten, kesilen saçları-mın gözyaşlarıma karışarak beni hüzünlendir-mesinden nedense tuhaf bir keyif alırdım.

Hasan Amca Arko krem ve kolonya kokan o pa-muk gibi narin ellerinde tuttuğu makas ve ta-rağı büyük bir ahenk içerisinde saçlarımın üze-rinde gezdirir-ken de, arada sırada hem par-maklarını biraz dinlendirmek hem de dişleri arasında biri-ken kılları yere düşürmek için tarağını hafifçe makasın kena-rına vurur, yine arada bir “başını dik tut İbra-him!" şeklinde bana talimatlar vererek boy-numu aşağıya doğru eğer, bazen de saçımı

daha rahat kesebilmek gayesiyle o minicik ba-şımı üstten avuçlayıp tıpkı bir robot gibi sağa sola çevirirdi.

Başımın Berber Hasan Amca tarafından her sağa ya da sola çevrilmesinde, önce gömleğinin üstten iki düğmesi açık bana doğru bakan Ferdi Tayfur’la göz göze gelir, ardından sola doğru otuz derecelik bir açıyla boynum hafifçe bükül-düğünde, Barış Manço’nun o sevimli yüzü ve Kurtalan Ekspres üyeleri ile karşılaşırdım. Sonra başım derece derece her döndürüldüğünde, başta Hasan Amca’yı dikkatle izlemekte olan çı-rak Müfit olmak üzere, Erkin Koray, Cem Karaca, Zeki Müren, Müslüm Gürses, Neşe Karaböcek, Orhan Gencebay ve adını şimdi hatırlayamadı-ğım daha birçok ünlü sanatçı ile de yüz yüze ge-lir, berber dükkânının duvarlarını süsleyen bu resimlerin, gazete sayfalarından kesilerek du-varlara yapıştırılmış Metin Ali Feyyaz’lı Beşiktaş posterlerinin o an bende uyandırdığı heyecanı, sanki gizlice bir suç işlemişim gibi bastırmaya çalışırdım.

Kesilerek yere düşen saçların yüzüme ve bur-numa musallat olanlarını da şöyle dudaklarımı

yandan hafifçe büzüp usulca yukarı doğru üfleyerek düşür-meye çalışır, bazen de beni huylandıran bu inatçı tüylerin verdiği rahatsızlıktan kurtul-mak, onları bir an evvel burnu-mun ucundan uzaklaştırmak için örtünün altından çıkardı-ğım bir elimle yüzümü kaşırdım.

Saçımın kesilmesi sürecinin sonlarına doğru gelindiğinde ise, ense köküme doğru uzanan hat boyunca yumuşak bir fırça yardımıyla pudra sürülür, bir taraftan pudranın

Page 18: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Durham

Yıldız Havuzu projesi kapsamında Üniversitesinde gerçekleştirilecek olan İslami Finans Yaz Okulu’na katılma imkânınığumuzda hepimiz çok heyecanlanmıştık. Daha önce İstanbul’da da benzer bir prog-rama katılmış olmamıza rağmen bu eğitimin yeri bizim için ayrı olacaktı. Dünyanın dört bir tarafından gelen katılımcılarla görüş alışveri-şinde bulunabilecek, alanında uzmanmisyenleri dinleyecektik. Bu duygularla hazır-lıklarımızı tamamladık ve bir Temmuz sabahı arkadaş yola revan olduk. Önce İstanbul’dan uçakla Manchester’a sonra Manchester’dan Durham’a trenle vardık. Durham’a ulaştığı-mızda gece yarısıydı. Çevreyi görlarımıza çekildik.

Sabah uyandığımda nasıl doğa harikası bir yere geldiğimizi gördüm. Bahçede tavşanlar ve sincaplar geziyor, çeşit çeşit kuşlar cıvıldı-yordu. Şansımıza bölgenin yağmurlu iklimine karşın güneşli bir sabahtı. Yurdun ana binasına

eçerek görevliye kıyafetlerimi ütülemek iste-diğimi söyledim. Beni çamaşırhaneye götür-düler. Takip eden günlerde birçok kez daha geldiğim bu bölümde hizmetli bayanlarla soh-bet ettim. İngilizleri hep soğuk ve mesafeli in

bu önyargım bu soh-betler sırasında kırıldı. Sonrasında trende, yolda karşılaştığım birçok İngiliz de bu düşün-cemi pekişti

dokuz buçukta başladığı akşam altı buçuk ta bittiği çok yoğun bir programa tabiy-

Doğu’dan Orta Doğu’ya, Afrika’ya kadar birçok bölgeden katılımcı vardı. İslami Bankacılığı müslüman olmayan bir ülkede ve İngilizce konuşarak tartışıyor olmamız içimiz

. Bunu kendi aramızda sık sık sor-guladık. Kendi adıma sorguladığım bir diğer şey ise diğer ülkelerden gelen arkadaşların İs-

Bankacılık hakkında daha fazlaye sahip olmasıydı. Konular şeri usullerden

ürün geliştirme süreçlerine, İslami Bankalarda risk yönetiminden kar dağıtımına, likidite yö-

mine; anlatılan ürünler ise tekâ ü ’k’ dar geniş bir yelpazedeydi. Birçok ko-

işin içinden insanlardı. Bu eğitim bana bir nevi İslami Bankacılık alanında daha yolun çok ba-şında olduğumu gösterdi.

a iken içinden bir damlaya bile sahip olamadığımı gördüm. tıldığımız eğitimin

önemli olduğunu, Türkiye’de de bu

Zehra Satkun Boyacı

Page 19: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

tarz eğitimlerin sayısının ve niteliğinin artması gerektiğini, İslami Bankacılığı sadece kendi kaynaklarımızdan değil incelemeye ihtiyacımız olduğunu idrak ettim.

Dersler İngilizceydi, arkadaşlarla iletişimimizi de bu dil aracılığıyla gerçekleştiriyorduk. An-cak hocalar derse Allah’ın selamı ile başlıyor, biz de ders dışında arkadaşları gördüğümüzde “ aleyküm” diyerek selamlaşıyorduk. Al

lah’ın selamının evrensel bir dil olduğunu, bizi birbirimize gönülden bağladığını, aramızda bir tür gizli şifre gibi olduğunu ben orada farket-tim. Türkiye’ye döndüğümde de Allah’ın se-lamı ile selamlamayı düstur edineceğime dair kendime söz verdim. Çünkü öncesinde “mun Aleyküm”

çekiniyordum. Bu düşüncelerin bende oluşması şüphesiz içinde bulunduğumuz çevreyle, Tür-kiye’nin yakın tarihiyle ilgiliydi. Açıkçası bu önyargılarımdan do-layı biraz da kendimden utandım.

Hava geç karardığı için dersler bit-tikten sonra şehri gezmeye vakit

labiliyorduk. Durham biz İstan-bullulara göre küçük bir kasaba gi-

. Şehrin merkezinde yer alan

ve çevresindeki yapılar Ortaçağ-dan günümüze ulaşmış. Tarihi ya-pılar o kadar özenli korunmuş ki

Harry Potter filminin setindeymiş gibi hissediyorsunuz. Şehrin için-den geçen bir nehir var ve üniver-siteden çıkıp şehrin içine giderken bu nehrin üzerindeki yine Orta-çağdan kalma köprüden geçiyo-ruz. Köprünün üzerinde arka-mızda katedralin kulelerinin gö-ründüğü birçok fotoğraf çekildik.

Arkadaşlar sık sık espriler yaptılar, burası İs-tanbul olsaydı şimdi şurada mangal yapan bir abimiz olurdu, köprünün üzerinde düğün fo-toğrafı çekilen en az 5 çift olurdu gibi. Ülke-mizi hasretle anarak, biraz da bu şehrin nezih

Durham

Yıldız Havuzu projesi kapsamında Üniversitesinde gerçekleştirilecek olan İslami Finans Yaz Okulu’na katılma imkânınığumuzda hepimiz çok heyecanlanmıştık. Daha önce İstanbul’da da benzer bir prog-rama katılmış olmamıza rağmen bu eğitimin yeri bizim için ayrı olacaktı. Dünyanın dört bir tarafından gelen katılımcılarla görüş alışveri-şinde bulunabilecek, alanında uzmanmisyenleri dinleyecektik. Bu duygularla hazır-lıklarımızı tamamladık ve bir Temmuz sabahı arkadaş yola revan olduk. Önce İstanbul’dan uçakla Manchester’a sonra Manchester’dan Durham’a trenle vardık. Durham’a ulaştığı-mızda gece yarısıydı. Çevreyi görlarımıza çekildik.

Sabah uyandığımda nasıl doğa harikası bir yere geldiğimizi gördüm. Bahçede tavşanlar ve sincaplar geziyor, çeşit çeşit kuşlar cıvıldı-yordu. Şansımıza bölgenin yağmurlu iklimine karşın güneşli bir sabahtı. Yurdun ana binasına

eçerek görevliye kıyafetlerimi ütülemek iste-diğimi söyledim. Beni çamaşırhaneye götür-düler. Takip eden günlerde birçok kez daha geldiğim bu bölümde hizmetli bayanlarla soh-bet ettim. İngilizleri hep soğuk ve mesafeli in

bu önyargım bu soh-betler sırasında kırıldı. Sonrasında trende, yolda karşılaştığım birçok İngiliz de bu düşün-cemi pekişti

dokuz buçukta başladığı akşam altı buçuk ta bittiği çok yoğun bir programa tabiy-

Doğu’dan Orta Doğu’ya, Afrika’ya kadar birçok bölgeden katılımcı vardı. İslami Bankacılığı müslüman olmayan bir ülkede ve İngilizce konuşarak tartışıyor olmamız içimiz

. Bunu kendi aramızda sık sık sor-guladık. Kendi adıma sorguladığım bir diğer şey ise diğer ülkelerden gelen arkadaşların İs-

Bankacılık hakkında daha fazlaye sahip olmasıydı. Konular şeri usullerden

ürün geliştirme süreçlerine, İslami Bankalarda risk yönetiminden kar dağıtımına, likidite yö-

mine; anlatılan ürünler ise tekâ ü ’k’ dar geniş bir yelpazedeydi. Birçok ko-

işin içinden insanlardı. Bu eğitim bana bir nevi İslami Bankacılık alanında daha yolun çok ba-şında olduğumu gösterdi.

a iken içinden bir damlaya bile sahip olamadığımı gördüm. tıldığımız eğitimin

önemli olduğunu, Türkiye’de de bu

Zehra Satkun Boyacı

Page 20: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

ortamına imrenerek gülüştük Bana öyle geldi ki Durham’da zaman durmuş, insanlar çok es-kilerden kendilerine miras kalmış tarihi bir de-korun ve bozulmamış bir doğanın içinde hu-zurla yaşıyorlar.

Yoğun bir ders gününün ardından ykapsamında sınıf arkadaşlarımız ve hocaları-mızla birlikte nehirde tekne gezisine katıldık.Böylelikle tarihi dokunun su kenarına yansı-yan yüzünü ve yemyeşil doğayıden görme şansımızler için bu şehirde yapılabilecek en önemli ak-

elerden biri haline getirilmişsında diğer ülkelerden arkadaşlarla daha fazla iletişim kurduk. Ama öyle bir an geldi ki keli-melerle tasvir edebilmem çok mümkün değil. Güneş yavaş yavaş batıyordu, durgun bir su-yun üzerindeydik, çevremiz olabildiğince ye-şil, gökyüzü olabildiğince genişti. Etrafımda ecnebi bir lisan konuşuluyordu, anlamıyor-dum. Beni ben yapan her şeyden; memleke-

kültürümden, ailemden çok uzaktay-dım ama hiçbir tasam düşüncem de yoktu

çiziktirilmiş şöyle bir yazı okumuştum: “kalabalıkların için-deki yalnızlığı duydum, ölümün kokusu gibi damarlarımda”. Bu sefer öyle olmadı iştelabalıkların içinde yapayalnızdım ve çok hu-zurluydum. O an asırlarca yapayalnız gün ba-tarken bir teknenin için öylece hareketsizkalabileceğimi farkettim. Bu anı hergün mutlaka yaşayacağız; ömrümüzün güneşi batarken, etrafımızda konuşulanlara yabancı-laştığımızda, tüm dertlerimiz anlamsızlaştı-ğında… İşte o anda da böyle huzurlu gözlerimi kapamayı dil

Düşünce dünyama olduğu kadar duygu dün-yama da katkıları olan bu 6 günlük geziden ak-lımda yer eden bazı konuları kısa kısa anlat-mak istedim. Bir kez daha bu fırsatı bize sunanbüyüklerimize ve bize Durham ’da ev sahipliğiyapan Sayın Mehmet Asutay’a teşekkür ede-

Page 21: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Hikayeler (Bölüm II

(Hikâyemiz ayısında “hikâyeler” başlıklı yazımızın devamıdır. Kaldığımız İlk bölümde ’dan ayrılan Croesus şehre doğru yol alırken, işe geç kalan

ve handan aceleyle çıkan Akadiusz ise Simon un hışmına uğruyo …

Croesus şehre gidiyor

Ovanın hemen üzerinde gerisin geriye uzanan toz bulutunu fark etmesi uzun sürmemişti.

diye düşündü.

Atının sağrısına setçe vurarak ileri atılıverdi-ğinde içinden geçirdiği tek şey onların Trigialı tüccarlar olması

onların da yılın bu zamanlarında tica-ret amacıyla şehre geldiklerini bilir, aralarına karışarak daha kalabalık olmanın verdiği gü-ven içerisinde şehre yolculuk ederdi.

Dağların eteğinden ovaya inerken her yıl yaşa-dığı şehre gitmenin heyecanı i

ride bırakmanın verdiği hüzün duygusu birbi-rine karışırken gelen bir atlının sesi ile irkili-

Belli belirsiz bir hayalin yaklaşırken bürün-düğü şekilden ortaya çıkan çocukluk arkadaşı

’dan başkası değildi.

! Sen burada ne arıyorsun

. Aklında hep sorular, se-nin hiç değişmeye niyetin yok.

Bunları bırakıp sevgili ’na, arkadaşına sarılmayacak mısın?

Mutlu Akgün

ortamına imrenerek gülüştük Bana öyle geldi ki Durham’da zaman durmuş, insanlar çok es-kilerden kendilerine miras kalmış tarihi bir de-korun ve bozulmamış bir doğanın içinde hu-zurla yaşıyorlar.

Yoğun bir ders gününün ardından ykapsamında sınıf arkadaşlarımız ve hocaları-mızla birlikte nehirde tekne gezisine katıldık.Böylelikle tarihi dokunun su kenarına yansı-yan yüzünü ve yemyeşil doğayıden görme şansımızler için bu şehirde yapılabilecek en önemli ak-

elerden biri haline getirilmişsında diğer ülkelerden arkadaşlarla daha fazla iletişim kurduk. Ama öyle bir an geldi ki keli-melerle tasvir edebilmem çok mümkün değil. Güneş yavaş yavaş batıyordu, durgun bir su-yun üzerindeydik, çevremiz olabildiğince ye-şil, gökyüzü olabildiğince genişti. Etrafımda ecnebi bir lisan konuşuluyordu, anlamıyor-dum. Beni ben yapan her şeyden; memleke-

kültürümden, ailemden çok uzaktay-dım ama hiçbir tasam düşüncem de yoktu

çiziktirilmiş şöyle bir yazı okumuştum: “kalabalıkların için-deki yalnızlığı duydum, ölümün kokusu gibi damarlarımda”. Bu sefer öyle olmadı iştelabalıkların içinde yapayalnızdım ve çok hu-zurluydum. O an asırlarca yapayalnız gün ba-tarken bir teknenin için öylece hareketsizkalabileceğimi farkettim. Bu anı hergün mutlaka yaşayacağız; ömrümüzün güneşi batarken, etrafımızda konuşulanlara yabancı-laştığımızda, tüm dertlerimiz anlamsızlaştı-ğında… İşte o anda da böyle huzurlu gözlerimi kapamayı dil

Düşünce dünyama olduğu kadar duygu dün-yama da katkıları olan bu 6 günlük geziden ak-lımda yer eden bazı konuları kısa kısa anlat-mak istedim. Bir kez daha bu fırsatı bize sunanbüyüklerimize ve bize Durham ’da ev sahipliğiyapan Sayın Mehmet Asutay’a teşekkür ede-

Page 22: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Uzun bir aradan sonra birbirlerini görmenin mutluluğu içerisinde atlarını uzaktaki toz bu-lutuna doğru sürerken

Seni gördüğüme sevindim latacak çok şeyim var dedi Croesus.

kalbinin bir an sıkıştığını hissetti, bu sözü ne zaman duysa başlarına hesapta olma-yan şeyler geldiğini bilirdi.

Hiçbir şey söylemedi. Yakında ’un baş-larına açacağı dertlerin ne olabileceği üzerine düşünmektense şehre kadar bu eski dostu ile birlikte eğlenceli bir yolculuğun tadını çıkar-mak keyfimi yerine getirir diye düşündü.

ise bir an önce şehre varıp ihtiyarı rardan görme arzusuyla yanıp tutuşu-

Arkadiusz ve İhtiyar Simon

Yüzündeki iğneleyici ifadeyi gizleyen beyaz sa-kalları ile dükkânın uzak köşesindeki masasın-dan içeri yeni girmiş olan ’ u süzdü.

Yerinden kalkıp tezgâhın arkasında yerini al-mış ’ a yaklaşarak sağ eli ile araladığı ceketinin açığa çıkardığı cepkeninden köstekli saatini çıkardı.

Zaman akıyor ve kıymetli altınla dahi alama-yacağımız bu şeyi boşa geçirmek istemem Bay

. Umarım ki siz de kıymetini bilmeniz gereken ilk şeyin bu olduğuna kendinizi inan-dırırsınız.

Kuzeyin sert iklimi ve insanları ile yoğrulmuş

Özür dilerim bay , sizi utandırmak iste-mezdim… Bir daha tekrarlanmayacak daralanan kapının sesi ile ihtiyarın bu uzun na-sihatlarından kendisini kurtaran adama doğru hızlı adımlarla ilerledi.

Gelen şahsı hemen tanıdı.

hoş geldiniz. Sizi görmeyeli uzun

ateşin yanındaki s

li yaşlarında zengin bir tüccar olan onbeş yaşında iken ülkesini terk etmiş, o

dönemin denizlere egemen olan İngiltere’nin ticaret gemileri ile dünya okyanuslarını dolaşmış, birçok badireler atlatmış, savaşlar geçirmiş, ikinci kaptanlığa kadar yükselmiş ve kazandıkları ile kendine aldığı küçük bir gemi ile başladığı İskandinav İ eti sonrası işlerini büyütmüş, İngiliz kömür ticaretinin en başta gelen tüccarlarından birisi olarak edin-diği serveti yıllardır tanıdığı bu aksi ihtiyar sar-

’a emanet etmişti.

- Hoşbulduk dedi

Duruşundan ve sesinin tonundan bir şeyyolunda olmadığı anlamak B

için hiç zor olmadı. Haberlerin kötü ol-duğunun farkına varmışlardı. Soru, durumun ne kadar kötü olduğu idi ve cevabı kendi ayak-ları ile önlerine kadar gelivermişti.

içlerini dolduran bü-yük bir sıkıntının ızdırabını paylaşmak isterce-sine birbirlerine bakakaldılar.

Page 23: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Demir kapı, uzun avlu, iki yanı taşlarla örülü … İki katlı eski evin boydan boya

mekânını kapatmış ceviz ağacı. Kocaman bah-çesinde çeşit çeşit meyve ağaçlarıavlunun bitiminde kerpiçten bir tandır evi. Tüm kış yiyeceğimiz ekmeklerin yapıldığı, ge-niş tencerelerde misafirlere

piştiği ocak. Kapısı herkes açık, yemek sofrasından yayılan kaşık sesleri o bah-çenin musikisi. dalya taşlarımız…

Çocukluğumun yuvası şimdinin anıları bu … ir gün, bahçemizde daha olgun eriği

almak için çıktığım daldan düşmüştüm.Acıyan dizime rağmen tekrar yeltendiğimde

üyükbabamın bana gülümseyen gözlerle baktığını hatırlıyorum. Gülümsemek deyince öylesine söyleyip geçmeyelim. da insanın

hali. Büyükbabam gülümseyince yüzün-gönlümün sığınağı

Bahçeyi talan eduyduğum tek uyarı ‘’meyvelerin gözlerini parmazsanız seneye de yersiniz ’’

bahçe konusunda daha ti-tizdi; onunla göz göze gelmemiz bizi korkutur, yediğimiz meyv

bahçenin büyükbabamın alelacele adımlarının

gülümseyen gözlerin üzerini kalın çerçeveli gözlükler ıyordugözlükler de gizleyem yaşlı gözlerini. Torunlarının her biri büyüyüp teker tekevadan ayrılırken büyükbabamın suskunluğu da artıyordu. evsimler eski çetinliğini yitir-mesine rağmen, hayat tüm çetin kışlarını on-

hazırlıyordu.

Ayrılık da kelimelerden bir kelime amma yü-künü taşıyan bilir anlamını. Gün oldu harman döndü artık de okul için ayrılıyor-

dön-düğümde çok şeyin değiştiğini, değişmeyenle-rinse bendeki anlamının değiştiğini

sadece ara sıra bine oturduğum büyükbabamla yaşı-

ın da sürekli

Foto

ğraf:N

uh E

rmiş

Büyükbabam

Büşra Yağmur Yıldız

Uzun bir aradan sonra birbirlerini görmenin mutluluğu içerisinde atlarını uzaktaki toz bu-lutuna doğru sürerken

Seni gördüğüme sevindim latacak çok şeyim var dedi Croesus.

kalbinin bir an sıkıştığını hissetti, bu sözü ne zaman duysa başlarına hesapta olma-yan şeyler geldiğini bilirdi.

Hiçbir şey söylemedi. Yakında ’un baş-larına açacağı dertlerin ne olabileceği üzerine düşünmektense şehre kadar bu eski dostu ile birlikte eğlenceli bir yolculuğun tadını çıkar-mak keyfimi yerine getirir diye düşündü.

ise bir an önce şehre varıp ihtiyarı rardan görme arzusuyla yanıp tutuşu-

Arkadiusz ve İhtiyar Simon

Yüzündeki iğneleyici ifadeyi gizleyen beyaz sa-kalları ile dükkânın uzak köşesindeki masasın-dan içeri yeni girmiş olan ’ u süzdü.

Yerinden kalkıp tezgâhın arkasında yerini al-mış ’ a yaklaşarak sağ eli ile araladığı ceketinin açığa çıkardığı cepkeninden köstekli saatini çıkardı.

Zaman akıyor ve kıymetli altınla dahi alama-yacağımız bu şeyi boşa geçirmek istemem Bay

. Umarım ki siz de kıymetini bilmeniz gereken ilk şeyin bu olduğuna kendinizi inan-dırırsınız.

Kuzeyin sert iklimi ve insanları ile yoğrulmuş

Özür dilerim bay , sizi utandırmak iste-mezdim… Bir daha tekrarlanmayacak daralanan kapının sesi ile ihtiyarın bu uzun na-sihatlarından kendisini kurtaran adama doğru hızlı adımlarla ilerledi.

Gelen şahsı hemen tanıdı.

hoş geldiniz. Sizi görmeyeli uzun

ateşin yanındaki s

li yaşlarında zengin bir tüccar olan onbeş yaşında iken ülkesini terk etmiş, o

dönemin denizlere egemen olan İngiltere’nin ticaret gemileri ile dünya okyanuslarını dolaşmış, birçok badireler atlatmış, savaşlar geçirmiş, ikinci kaptanlığa kadar yükselmiş ve kazandıkları ile kendine aldığı küçük bir gemi ile başladığı İskandinav İ eti sonrası işlerini büyütmüş, İngiliz kömür ticaretinin en başta gelen tüccarlarından birisi olarak edin-diği serveti yıllardır tanıdığı bu aksi ihtiyar sar-

’a emanet etmişti.

- Hoşbulduk dedi

Duruşundan ve sesinin tonundan bir şeyyolunda olmadığı anlamak B

için hiç zor olmadı. Haberlerin kötü ol-duğunun farkına varmışlardı. Soru, durumun ne kadar kötü olduğu idi ve cevabı kendi ayak-ları ile önlerine kadar gelivermişti.

içlerini dolduran bü-yük bir sıkıntının ızdırabını paylaşmak isterce-sine birbirlerine bakakaldılar.

Page 24: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Büyükbabamın adı Ahmet. Büyükbabam ve ananem aslında annemin dedesi ve ananesi. Ananemin babası Çanakkale’de şehit olduktan sonra ananem de küçücük yaşta büyükbabamla evlenmişler. Onların dizinin dibinde büyümüş olmak aynı zamanda asırlık bir zamana şahit olmak gibi bir şey.

canlanır şimdi bilmi-onlar ile olduğum süreçte büyükbaba-

mın benimle birlikte yemek yaptığı,yaşına rağmen evin ihtiyaçlarını almak içindahi kendisinin gittiğine defalarca şahit ol-

Yaptığım yemeğin lezzeti olmadığı,takdirle karşılardı.

Hatta bir hata yaptığımda birlikte gülebilirdik.O yaşında bile eşine hediyeler alır, biz bir şey-den memnun olduğumuzda onu defalarca ya-

bu durumdan hiç gocunmazdı…

Okuduğu kitaba dalıp ömrünü gözlerinin önüne

getirip göğsünün daralmasından mıdır, çok ağlardı. Ağlamanın insanı arıttığına, sadeleş-tirdiğine, insan kıldığına şahit oluyordum.

Büyükbabamla birlikte televizyon izlediğimiz zamanlarda, ekranda gördüğü yanlış bir şey karşısında ‘’Allah’ın emri bu değil kızım!’’ derdi. Allah’ın emri neyse onunla ayıklardı, onunla amel etmeye çalışırdı. Önceleri beni tebessüm ettiren bu sözün bendeki anlamı zamanla derinleşti. İzlediğimiz her ne ise daha dikkatli izlemeye başladım. Televizyon izlerken o sözü tekrar ederek izlediğimde sadece televizyona değil hayata da bu gözle bakmaya başladığımı farkettim. Önceleri bir fikir gibi gelen bu sözün ardında koca bir ömrün, tecrübenin, sızının olduğunu anlamam zaman almıştı.

Böyle bir hikâyenin sahibi dedelerin vaktini, fikrini, zikrini, yemeğini, suyunu görüntülere göre ayarlayan, izlenmeye odaklanan ve hayatına görüntüler üzerinden yön veren bir nesile dönüştük… Umudumuz odur ki; yönümüz toparlanan, güzelleşen bir nesle doğru evrilir…

Peki, Allah’ın emri nedir dediğimde ‘’…ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın’’ ayetini okurdu.

Çetin kışların yerini, sakin iklimler almış, gittikçe eksilmişti her şey. Haftaların günler gibi geçtiği yıllardayız şimdi. Her şey çok hızlı akıp gidiyor, durup düşünmeye vakit bile bulamıyoruz.

Bizlere miras bırakılan sözler hariç. Onları yanımızda taşıyoruz. Zaman geçtikçe her şeyi, daha iyi anlayacağız belki de.

Page 25: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Günümüzde insanın emrindeki araçlar insan-lığın doğuşundaki araçlardan o kadar farklı bir

irminci yüzyıldamiş distopik bir kurgunun içerisinde yaşıyoruz. Hayatımız başka hayatlara artık srımızı parlatarak değiyor. Evetyanımızda kimse bulunmasa da bu böyle

(Kayıp Aranıyor) filmi de bu gerçek-lik üzerinden hayata geçirilen bir yapımtamamen günümüz teknolojik iletişim araçla-rındaki yansımalar üzerinden çekilen görüntü-lerden harmanlanmışatmosfer sınırlarında cereyan ediyor. Bu bakış açısı belki yirmi otuz yıldır zaten sinemada yardımcı araç olarak kullanılmaktaydı. Eğer film dönem filmi değilse ya da doğal yaşamı benimsemiş bir küçük başkaldırı anlayışını be-

yar ve telefon ekranlarından bağımsız bir ileti-şim kurması artık saçma bile karşılanabili-

oluşan filmler devri yeni yeni açılıyor. Bu ko-ldukça istekli olduğu anlaşılan

Haluk Çalışkan

hing filminin Kazak yapımcısı Timur Bekmam-betov'un, bu deneyselliğe daha önce de yatı-rım yaptığını

amaçladığı başarıya ulaşamamasıyla gördük ki sadece laptop ekran yansımalarıyla film yapıl-ması, düşünüldüğü kadar kolay değilmiş.

yapımcılığı eşli-ğinde ilk filmini çeken 1991 doğumlu yönet-

maca teknoloji materyallerini de bir kenara bı-rakarak tamamen bugün kullandığımız go-

twitter, gmail ve envai çeşit iletişim progra-mını kullanarak etkileyici bir hikâye oluştur-muş. Searching, genç yaşta kanser nedeniyle eşinin vefat etmesi sonrası kızı ile yaşamına bir şekilde devam etmeye çalışan bir babanın, kızının kaybolmasıyla hayatının dönüştüğü kâbusun ve polisiye kurgulanmış öyküsüyle kızını arayışının hikâyesi temelde…

Filmin konusu aslında daha önce birçok filmde görmüş olduğumuz polisiyelerden çok da farklı değil. Filmde esas sürükleyici unsur, ba-banın, gençlerin daha çok kullandığı teknolo-jinin tüm unsurlarına hâkim olmasa da hızlı bir şekilde ne yapacağını öğrenen ve bilen bir stalker edasıyla harıl harıl dijital ipucu araması ve bu durumun, seyirciyi, hem naif olduğu iz-lenimi veren babayla sağlam bir özdeşleşme içine sokması hem de voyeur olarak "searc-hing" yani araştırma eylemine dâhil

Filmin neden önemli olduğunu ve neden dev-rimsel sayılabileceğini bir parça değerlendire-bilmek için iki hususa yakından bakalım. Birin-cisi görüntü yönetimi Bildiğimiz gibi

karakter oyuncuları başarıya temelde jest ve mimikleriyle ulaşmakta... Ama yar-dımcı etmenler olarak kamera ve ışığın gücü de çok ciddi önem taşıyor. Yüzlerce kamera

Gerçeği Arayış

Büyükbabamın adı Ahmet. Büyükbabam ve ananem aslında annemin dedesi ve ananesi. Ananemin babası Çanakkale’de şehit olduktan sonra ananem de küçücük yaşta büyükbabamla evlenmişler. Onların dizinin dibinde büyümüş olmak aynı zamanda asırlık bir zamana şahit olmak gibi bir şey.

canlanır şimdi bilmi-onlar ile olduğum süreçte büyükbaba-

mın benimle birlikte yemek yaptığı,yaşına rağmen evin ihtiyaçlarını almak içindahi kendisinin gittiğine defalarca şahit ol-

Yaptığım yemeğin lezzeti olmadığı,takdirle karşılardı.

Hatta bir hata yaptığımda birlikte gülebilirdik.O yaşında bile eşine hediyeler alır, biz bir şey-den memnun olduğumuzda onu defalarca ya-

bu durumdan hiç gocunmazdı…

Okuduğu kitaba dalıp ömrünü gözlerinin önüne

getirip göğsünün daralmasından mıdır, çok ağlardı. Ağlamanın insanı arıttığına, sadeleş-tirdiğine, insan kıldığına şahit oluyordum.

Büyükbabamla birlikte televizyon izlediğimiz zamanlarda, ekranda gördüğü yanlış bir şey karşısında ‘’Allah’ın emri bu değil kızım!’’ derdi. Allah’ın emri neyse onunla ayıklardı, onunla amel etmeye çalışırdı. Önceleri beni tebessüm ettiren bu sözün bendeki anlamı zamanla derinleşti. İzlediğimiz her ne ise daha dikkatli izlemeye başladım. Televizyon izlerken o sözü tekrar ederek izlediğimde sadece televizyona değil hayata da bu gözle bakmaya başladığımı farkettim. Önceleri bir fikir gibi gelen bu sözün ardında koca bir ömrün, tecrübenin, sızının olduğunu anlamam zaman almıştı.

Böyle bir hikâyenin sahibi dedelerin vaktini, fikrini, zikrini, yemeğini, suyunu görüntülere göre ayarlayan, izlenmeye odaklanan ve hayatına görüntüler üzerinden yön veren bir nesile dönüştük… Umudumuz odur ki; yönümüz toparlanan, güzelleşen bir nesle doğru evrilir…

Peki, Allah’ın emri nedir dediğimde ‘’…ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın’’ ayetini okurdu.

Çetin kışların yerini, sakin iklimler almış, gittikçe eksilmişti her şey. Haftaların günler gibi geçtiği yıllardayız şimdi. Her şey çok hızlı akıp gidiyor, durup düşünmeye vakit bile bulamıyoruz.

Bizlere miras bırakılan sözler hariç. Onları yanımızda taşıyoruz. Zaman geçtikçe her şeyi, daha iyi anlayacağız belki de.

Page 26: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

açısından hangisi sahnenin doğasına ve karak-terin ruh haline uygunsa ancak o açı kullanı-lırsa sahne, ekibin zihninden çıkan imajı seyir-ciye aktarabiliyor. Yakından bakacağımız diğer

özdeşleşme...

onunla bir olması

gularına ortak ola-için

terin yanında olma-lıdır. Karakterden

ulduğunda ha-

dönüşümlerisındaki parçaları birleştirmek seyirci açısından hem kafa karıştırıcı hem de büyü bozucu bir durum doğurabilir. Searching filmini düşündüğümüzde bu iki diğine kısıtlı bir yapı içerisinde hapsedilmiş durumdayız. nından izlemek zorundayız. Dolayısıyla karak-

çevrimdışı iken nerede ne yapıyor ne

rasına bakıyor. Yani kamera açısı çoğu yerde karakterlerimizi doğ-rudan karşıdan görüntülüyor. Bu yapının hem seyirciyi hem de üreticiyi boğmaması için gizkamera, haber bültenleri ve youtube videoları kullanılmış ve buralarda karakterlerimizi başka açılardan da görebiliyoruzyine de filmin büyük çoğunluğunun ekrana bakan bir babadan oluştuğu sürükleyici bir film yapmak gerçekten çok çok zor bir iş ve genç yönetmen bu saydığımız iş in başından alnının akıyla çıkabildiği için kocaman bir alkışı

eknik açıdan başarılı girişimnema sanatının olması gerekenleriyle değer-

lendirdiğimizde bazı açılardan eksiklikler gö-rülüyor. Özellikle tekniğe yoğunlaşıldığı için

zayıf kalmış. Yorgunluğunu n yaklaşımının zaman içindeki

ipuçlarını çok iyi verebildiğini düşündüğüm baba figürü David Kim'i canlandıran John Cho

dışında oyunculuklar ne yazık ki istenen dü-zeyde değil. Özellikle Michelle La, Joseph Lee

çekim tekniğinin de verdiği sınırlanma ile oldukça ifadesiz kalmışlar. Bu durum genel olarak senaryodaki ters köşe dö-nüşlere hizmet ediyor olsa da filmin canlılığını ve etkileyiciliğini azaltıyor. Diğer bir zayıf yön

. Basit kalan ters köşeleri, inandırıcı-lıktan uzak polis araştırmaları ve hikâyenin uzatılması için yapıldığı naryoyu kalite açısından oldukça olumsuz et-

akım seyircilere bile bu ka-dar da olmaz dedirten bazı sahneler ne yazık

yok değil.

Artısı eksisi birlikte değerlendirildiğinde karşı-mızdaki fi m zor bir tekniğin altından başarıyla kalkan eli yüzü düzgün ve ilgiyi hak eden bir yapım kesinlikle. Günümüzde hayatların bilgi-sayarlar ve telefonlar olduğu düşünüldü-ğünde herkesin ilgisini çekecek bir alt tür ola-cak siyah ekran filmlerinin atası bile olabilir

İyi Seyirler…

Page 27: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

Kalem yazdığını ılıç kestiğinikı bilir Albaraka kıymet bilir

Ernur Enez

Dr. Adnan Büyükdeniz Anısına,

Dr. Adnan Büyükdeniz / Yerkürenin Renkleri’nden…

açısından hangisi sahnenin doğasına ve karak-terin ruh haline uygunsa ancak o açı kullanı-lırsa sahne, ekibin zihninden çıkan imajı seyir-ciye aktarabiliyor. Yakından bakacağımız diğer

özdeşleşme...

onunla bir olması

gularına ortak ola-için

terin yanında olma-lıdır. Karakterden

ulduğunda ha-

dönüşümlerisındaki parçaları birleştirmek seyirci açısından hem kafa karıştırıcı hem de büyü bozucu bir durum doğurabilir. Searching filmini düşündüğümüzde bu iki diğine kısıtlı bir yapı içerisinde hapsedilmiş durumdayız. nından izlemek zorundayız. Dolayısıyla karak-

çevrimdışı iken nerede ne yapıyor ne

rasına bakıyor. Yani kamera açısı çoğu yerde karakterlerimizi doğ-rudan karşıdan görüntülüyor. Bu yapının hem seyirciyi hem de üreticiyi boğmaması için gizkamera, haber bültenleri ve youtube videoları kullanılmış ve buralarda karakterlerimizi başka açılardan da görebiliyoruzyine de filmin büyük çoğunluğunun ekrana bakan bir babadan oluştuğu sürükleyici bir film yapmak gerçekten çok çok zor bir iş ve genç yönetmen bu saydığımız iş in başından alnının akıyla çıkabildiği için kocaman bir alkışı

eknik açıdan başarılı girişimnema sanatının olması gerekenleriyle değer-

lendirdiğimizde bazı açılardan eksiklikler gö-rülüyor. Özellikle tekniğe yoğunlaşıldığı için

zayıf kalmış. Yorgunluğunu n yaklaşımının zaman içindeki

ipuçlarını çok iyi verebildiğini düşündüğüm baba figürü David Kim'i canlandıran John Cho

dışında oyunculuklar ne yazık ki istenen dü-zeyde değil. Özellikle Michelle La, Joseph Lee

çekim tekniğinin de verdiği sınırlanma ile oldukça ifadesiz kalmışlar. Bu durum genel olarak senaryodaki ters köşe dö-nüşlere hizmet ediyor olsa da filmin canlılığını ve etkileyiciliğini azaltıyor. Diğer bir zayıf yön

. Basit kalan ters köşeleri, inandırıcı-lıktan uzak polis araştırmaları ve hikâyenin uzatılması için yapıldığı naryoyu kalite açısından oldukça olumsuz et-

akım seyircilere bile bu ka-dar da olmaz dedirten bazı sahneler ne yazık

yok değil.

Artısı eksisi birlikte değerlendirildiğinde karşı-mızdaki fi m zor bir tekniğin altından başarıyla kalkan eli yüzü düzgün ve ilgiyi hak eden bir yapım kesinlikle. Günümüzde hayatların bilgi-sayarlar ve telefonlar olduğu düşünüldü-ğünde herkesin ilgisini çekecek bir alt tür ola-cak siyah ekran filmlerinin atası bile olabilir

İyi Seyirler…

Page 28: GHP - albaraka.com.tr · ñ zº º ºXXX z}o r }ouvfvPÇ ]v]À Ç}o r µ}ouvfv ]ll ] v]lµ v fX vÀµ lo f fuof }r llo fvU ÇÌ v o fU ] l ol}voµ Àr

tükenme

şölenle başlıyor savaşlar acıyı törenle örtüyorlar.

apımın önünde bir çiçek büyüyor,

insanlar sesli gülünce

ne demeliyim şimdi ona?

biz de büyüyoruz ve siliyor renklerimizi bir şeyler;

örneğin

bir arama noktasında ne söyler çıktı üzerimizden

hüznü resmi kayıtlara

kırıldı umutları vardiyaların.

tükenme şeklidir.

talip tosun