47

Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

  • Upload
    others

  • View
    10

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş
Page 2: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ

One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş is famous for the scholars and craftsmen grew up there, besides the richness of education, culture, crafts and folklore it has. It is a city of men of wisdom. The plenty number of madrasas it has proves its being a culture center. The libraries there have many manuscripts and religious and other types of books, and this is one of the most important proofs that how much importance this city gives to knowledge and education. Maraş was also awarded for its struggle and sacrificing acts during the War of Independence and given the title “hero” by TBMM (TNA) in 7 February 1973. With the declaration of Republic, as seen in many parts of our country, there made many improvements in education in Kahramanmaraş, too, and in 1992, there founded Kahramanmaraş Sütçü İmam University, which is still another medal of the city.

THE CENTER OF CULTURE AND CRAFTS

Anadolu’nun en eski şehirlerinden ve kültür merkezlerinden biri de Kahramanmaraş’tır. İlim, kül-

tür, el sanatları ve folklor zenginliğinin yanında yetiştirdiği âlimler ve sanatçılarla da ünlü olan Maraş;

kalem ehli insanların harman yeridir. Medresesinin çokluğu bir kültür merkezi olduğunun işaretidir.

El yazması dinî ve çeşitli ilmî kitapları kapsayan kütüphanelerinin halen varlığı, bu kadim şehrimizin

ilim ve irfanla olan irtibatının en canlı şahididir.

1515 yılında Maraş ve çevresi Osmanlılar tarafından fethedilmekle birlikte, Dulkadiroğlu Beyliğinin

bölgedeki tesiri bir müddet daha devam eder. Dulkadiroğlularından kalma birçok cami, medrese, mes-

cid vs. eserlere rastlanmak mümkündür.

Maraş şehri Milli Mücadeledeki fedakârlığından ötürü TBBM tarafından 7 Şubat l973 tarihinde

“Kahramanlık “ payesiyle ödüllendirilir. Kahramanmaraş’lı 1925 yılından beri her yıl kurtuluş günü

olan 12 Şubat Bayram’ında İstiklal Madalyasını Şanlı Bayrağına törenle takarak, geçmişini yâd eder...

Cumhuriyetle birlikte, bütün yurtta olduğu gibi, eğitim ve öğretim alanında Kahramanmaraş’ta da

yeni bir devreye girilmiş ve günümüze kadar hızlı gelişmeler devam ede gelmiştir. 1992 yılında kurulan

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi şehrin bir başka madalyasıdır.

Altın işlemeciliğindeki maharet, genç kızların kollarına “Maraş Burması” olarak takılarken, aslın-

da el sanatları olarak genç kuşakların bir meslek sahibi olmasını da sağlıyor. Sim sırma işlemeciliği

Kahramanmaraş’a has bir işleme sanatıdır. Bu zarif işlemeciliğin örneklerine eskiden Osmanlı Saray-

larında rastlanırken, yörede zarif ellerin emeği olarak her evde güzel örnekleri gelişerek sunulmaya de-

vam edilmektedir. Ağaç oyma sanatı ürünlerinde ise; çeyiz sandığı, mücevher kutuları, rahle, gazete-

lik, sehpa takımları yine güzel ortamları tezyin eden emek mahsulü, göz nuru yaşayan sanat dallarının

mamulleridir. Bakırcılar çarşısındaki canlılık, tarihte olduğu gibi günümüzde de hayatiyetini devam et-

tirmekte, ustaların çekişlerinin sesleri gök kubbede yankılanmaktadır. Bakırla birlikte imalatı yapılan

alüminyum, krom, çelik mutfak araç-gereçleri ve pirinçten yapılan (mangallar, saksılıklar) çeşitli ak-

sesuarların yurt içine ve yurt dışına satışı yapılmaktadır. Bu satışlar Kahramanmaraş ekonomisine bü-

yük gelir sağlamaktadır. Afşin-Elbistan Termik Santrali, Elbistan yöresinin kalkınmasına önemli kat-

kılarda bulunmaktadır.

Biz de Şubat sayımızda bu kahraman şehrimizi dergimizin sayfalarında yâd ederek, Kurtuluş günü

olan 12 Şubat Bayramı’nda nice huzurlu yıllara diyoruz… Selam ile…

Page 3: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

34

42 52 68

ASHÂB-I KEHF KISSASINDAN EVRENSEL MESAJLAR - Ali AKPINAR (06)

AĞLIYOR - Bilal YAVUZ (15)

El-HAMÎD - Ramazan ALTINTAŞ (20)

GÜNAH ÇUKURU - Kadir ÖZKÖSE (24)

MARAŞ’TA YAŞANAN HATIRALAR - Musa TEKTAŞ (28)

OLMUŞUZ - Servet YÜKSEL (33)

BETON KUTULARA HAPSEDİLMİŞ YAŞAMLAR - Enbiya YILDIRIM (38)

RUBAİLERLE NECİP FAZIL - Bekir OĞUZBAŞARAN (45)

DOĞU’NUN KADİM BİLGESİ SÂDÎ ŞİRÂZÎ - Mustafa ÖZÇELİK (46)

ZAMANDAN ÖTEYE - Yusuf DURSUN (51)

ÂSIM B. ÖMER B. EL-HATTÂB (R.A.) - Bünyamin ERUL (57)

SILA-İ RAHİM - Abdullah KAHRAMAN (58)

LÂMİÎ ÇELEBİ - Özlem DEĞİRMENCİ (62)

ASHAB-I KEHF MUCİZESİ - Sefa SAYGILI (66)

BİR MECRADA AKAR GİDER! - Rıfat ARAZ (71)

LATÎFE LATÎF GEREK - Vedat Ali TOK (72)

MARAŞ ŞERENGİZİ - M. Nihat MALKOÇ (75)

GAZİANTEP VELÎLERİ - Yusuf HALICI (76)

VASİYETNÂME - Ali Rıza MALKOÇ (79)

BABAMI UNUTTUM - Selim TUNÇBİLEK (80)

DERGİLERİN DERGİSİ - Hanifi KARA (83)

BROKOLİ - Şifalı Bitkiler (86)

PEYNİRLİ HITAP - Mesude SARI (87)

DOST SIRRINA MİHMÂN OLMAK

SAHİP OLMA DUYGUSU

KURTULUŞ SAVAŞINDA MARAŞ SAVUNMASI

ÇOCUKLARDA ROL KARIŞIKLIĞI

KAHRAMAN ŞEHİR MARAŞ

KUL HAKKI

12Gerçek aşk katre iken ummana karışmaktır; bir damlanın uçsuz bucaksız bir denize kavuşarak yok olması, ya da gerçekten var olması.

Etrafınıza bir bakın, insanların konuştuğu konulara… Ya alıp sattıkları ya da alıp satmayı hayal ettikleri nesnelerden bahsettiklerini görürsünüz.

Birinci Dünya Harbinin sonlarına doğru üttefiklerin yenilmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğu Mondros Mütarekesini imzaladı. Birçok yeri gibi Maraş da işgal altına girdi.

Ergenin çok yönlü gelişimine bağlı olarak; davranışlarında tutarsızlık, ders çalışmaya karşı isteksizlik, çabuk sinirlenme, çabuk ağlama, küsme, duygusal yoğunluğa bağlı olarak öfke patlamaları...

Beni yaz diyor bu kez, beni söyle. Maraş yedi iklim, yedi bölge, yedi güzellik bir birine dolanmış. Nereden başlamalı, nereye varmalı, nereye değmeli, neyi kime söylemeli?

Hak kavramının İslâm dininde çok özel bir yeri vardır. İslâm yazılı kaynaklarında çeşitli anlamlarda kullanılan hak kelimesi sözlükte, “gerçek, sâbit ve doğru olmak; bir şeyi gerçekleştirmek;...

16Abdülmecit İSLAMOĞLU

Rukiye KARAKÖSEM. Emin KARABACAK

Meryem Aybike SİNAN Mehmet SOYSALDI

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 17 SAYI: 136 Şubat 2012 Basım Tarihi: 01 Şubat 2012

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Kapak ULU CAMİİ / K. MARAŞ

Foto: Sertaç AKKUŞ

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA

Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

Arşiv Muharrem AKIN

Abone Saliha AYATA

Reklam Yusuf YILMAZ

Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Bizim Repro Ofset ve Matbaacılık Ltd. Şti.

Büyük Sanayi 1. Cadde Alibey İşhanı 99/22 İskitler / ANKARA - Tel: (312) 341 10 20

Tek Sayı : 8 TL - Kurum Abone : 140 TL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 85 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 134 dahiliyi arayınız.

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 532 561 61 65 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

Resul KESENCELİ

Page 4: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

7Şubat 20126

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Yüzbeşinci Hutbe

Şeyh Hâmid-i Veli Minberinden

Hutbeler

Muhterem Cemâat-i Müslimîn!

Mevlid, Müslümanların en büyük bay-

ramıdır, sevinç günlerinden biridir. Mev-

lid demek dünyada en büyük, en şerefli ve

en feyizli bir inkılâp vücûda getiren Hazret-i

Muhammed (s.a.v) efendimizin doğduğu

mübarek gün demektir.

Mevlid, yerlere ve göklere nur saçan Pey-

gamberler sürürü Hazret-i Muhammed

(s.a.v)’in dünyaya geldiği tarihî bir gündür.

Mevlid, beşerin semâyı efkârını kaplayan

küfür ve cehalet bulutlarının parçalandığı

en şerefli gündür.

Mevlid, zulüm namına, istibdâd namı-

na yükselen kalelerin temelinden sarsıldığı,

putların yerlere serildiği binlerce seneden

beri durmadan yanan sapkınlık, ateşinin

söndüğü harikalar mucizeler günüdür.

Müslüman Kardeşler!

Rabiyyü’l-evvelin onikinci Pazartesi ge-

cesi Mekke-i Mükerreme’de Benî Hâşim

nam mahallede “Daru’n-Nâbığa” denilen

evde nur-ı hüda pertev-efzâ-yı tulü’ oldu.

Yani serâir-i vahdâniyyetin hâsıl-ı zî-şerefi

Hazret-i Muhammed Mustafa salla’llâhu

teâlâ aleyhi ve sellem efendimiz arsa-i

şuhûda kadem bastı.

Azîz Müslümanlar!

Allâhu Teâlâ ve Tekaddes Hazretle-

ri bu yeri ve bu gökleri ve başka nesnele-

ri yaratmadan önce kendi nurundan Pey-

gamberimizin nurunu yaratmış ve Âdem

aleyhi’s-selâmı topraktan halk ettikten son-

ra arkasına tevdî etmiş idi. Bu nûr daima

Âdem (a.s)’in alnında parlar ve ondaki nur-

ların hepsinden ziyâde bal kar idi.

Bu nûr; Âdem (a.s)’den, Şit (a.s)’e geç-

ti. Ondan da Peygamberimizin babala-

rına geçe geçe en sonra büyük babası

Abdulmuttalib’e ve ondan da kendi babası

Abdullah’a geçmiş idi.

Babası Abdulmuttalib, Abdullah’a

Kureyş’in en asil kızlarından biri olan

Amine’yi almış ve kadınların en bahtiya-

rı olan bu kadın ezelden beri gelen “Nur-ı

Muhammedî’ye hâmil olmuş idi. “Nur-ı

Muhammedî”nin bu kadına intikâl eyledi-

ği gece yerler gökler sevinç içinde kaldı ve

gök kapıları açıldı ve âlemlere rahmet saçıl-

dı. İşte bu mübarek Mevlid, âlemlerin şahı

ve gönüller burcunun mâhı olan seyyidü’l-

beşer, şefi’-i arsa-i mahşer, Hatemü’l-

enbiyâ ve’l-mürselin efendimiz hazretleri-

dir.

Allâhu Teâlâ hepimizi kıyamet günün-

de şefâat-i seniyye-i Muhammedîyelerine

mazhar eyleye.

Page 5: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

9Şubat 20128

İlim ve Hayat Ali AKPINAR*

Kur’ân’da, geçmiş kavimlerle ilgili pek

çok kıssa yer alır. Bu kıssalarda anla-

tılan olaylar, tarihte ve gerçek hayat-

ta yaşanmış olaylardır. Kur’ân, bunları sonrakile-

re ibret olsun diye anlatır. Bu kıssaları okumaktan

amaç, yalnızca geçmiş hakkında bilgi sahibi olmak

değil; geçmişte yaşananlardan ibret almak, onla-

rın iyileri gibi olmak, kötülerin düştüğü durumla-

ra düşmemektir. Anlatılan bu kıssalardaki olaylar

tarihseldir, ancak onların mesajları evrenseldir.

Kur’ân okuyucusu onları evrensel bir okumay-

la okumalıdır. Bunun için önce kıssanın yaşandı-

ğı döneme gitmeli, o dönemi yaşamalı, oradan ala-

cağı mesajı kendi yaşadığı döneme getirmelidir.

Kendisini, anlatılan olaydaki kahramanların yeri-

ne koymalıdır.

Evrensel Mesajlar

Ashâb-ı Kehf kıssası da Kehf sûresi 9-27.

âyetlerinde anlatılan bir kıssadır. Kıssayı dikkatli-

ce okuduğumuzda şu evrensel mesajları çıkarabi-

liriz:

Ashâb-ı Kehf kıssası, Allah’ın âyetlerinden sa-

dece bir tanesidir.1 Yüce Allah’ın daha pek çok

kevnî/fıtrî ve teşri’î/kitabî âyeti vardır. Dolayısıy-

la O’nun âyetlerini bütünüyle görmek, okumak ve

ibret almak gerekir. O’nun âyetlerinin en büyü-

ğü, en kapsamlısı ve evrensel olanı ise Kur’ân’-ı

Kerim’dir. Bu yüzden olacak ki kıssanın anlatıldı-

ğı sûreye, “Hamd olsun Allah’a ki, O, kuluna, ken-

disinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dos-

doğru Kitab’ı indirdi.”2 şeklinde Kur’ân’a dikkat

çekilerek giriş yapılmıştır.

KISSASINDAN EVRENSEL MESAJLAR

ASHÂB-I KEHF

“Ashâb-ı Kehf kıssası ile Yüce Allah, öldükten

sonra dirilişin gerçek olduğunu, dünyada

insanlar üzerinde canlı ve etkili bir örnekle

göstermek istemiştir. Erişilmez güç ve

kudretin sahibi olan Allah, her şeye kâdirdir.”

Serta

ç AK

KUŞ

Page 6: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201210 11

Ashâb-ı Kehf kıssası ile Yüce

Allah, öldükten sonra dirilişin

gerçek olduğunu, dünyada

insanlar üzerinde canlı ve

etkili bir örnekle göstermek

istemiştir. Erişilmez güç ve

kudretin sahibi olan Allah, her

şeye kâdirdir.

Kehf Sûresi, Mekke müş-

riklerinin inanan insanlar üze-

rinde baskı ve işkenceyi iyi-

ce artırdığı Mekke’nin zor

dönemlerinde inmiştir. Hz.

Peygamber (s.a.v)’e, sayıca

az ve güçsüz bir tevhîd erinin

ilâhî yardım ve korumaya maz-

har oldukları anlatılarak Yüce

Allah’ın kendisiyle beraber

inananları asla yardımsız ve

yalnız bırakmayacağı etkili bir

örnekle anlatılmak istenmiş-

tir. Elbette bu mesaj, günümüz

mü’minleri için de geçerlidir.

İnsanlar lâyık olursa Yüce Al-

lah, hiç beklenmedik yerden

çıkış yolları açabilir, ümitlerin

tükendiği anda kullarına yar-

dım edebilir.

Ashâb-ı Kehf, inanan, ama

imanları üzerinde titizlik göste-

ren, sayıca küçük bir grup genç-

ti.3 Onlar, büyüklerine ve top-

lum içerisindeki konumlarına

rağmen gerçeğe inanmaktan

geri kalmayarak kirli toplumda

temiz kalınabileceğinin en çar-

pıcı örneğini vermişlerdir.

Şartlar ne kadar olumsuz

olursa olsun insan, aklını

kullanarak, vicdanının sesine

kulak vererek doğruları

bulabilir. Nitekim Ashâb-ı Kehf,

kirli bir toplum ve çevrede ger-

çeği bularak temiz kalabilmiş-

lerdir. Onların yaşadıkları çevre

ve içerisinde bulundukları ko-

numları, gerçeğe ulaşmalarına

engel olmamıştır.

İman etmek yeterli değildir.

İmanı korumak ve bunun için

gerekli tedbirleri almak da

önemlidir. Nitekim Ashâb-ı

Kehf, iman ettikten sonra bu-

lundukları yerde kalmanın,

imanlarına zarar verebilece-

ğini anladıkları için, yerlerini

terk etmişler, yapılması gereke-

ni yaptıktan sonra Yüce Allah’a

dua etmişlerdir.

İnsan, imanını koruyabilmek

ve inandığı gibi yaşayabilmek

için yardım ve desteğini

göreceği salih arkadaşlar edin-

melidir.

İmanda Karar Kılmak

Yüce Allah, sayıca az olmala-

rına rağmen güçlü bir iman do-

nanımına sahip olanları hem

yardımsız ve sahipsiz bırak-

mamış, hem de onları Kitabın-

da anarak dillere destan etmiş-

tir. Gerçeği kabul etmelerinin

mükâfatı olarak Yüce Allah, on-

ların imanlarını güçlendirmiş,

tüm baskılara rağmen iman-

da karar kılmalarını sağlamış

ve onlara yardım ederek onla-

ra, imanlarının gereğini yerine

getirebilme güç ve kuvveti ver-

miştir.4

Ashâb-ı Kehf başta olmak

üzere, Kur’ân’da anlatılan kıssa-

lar, bazılarının iddia ve zan et-

tikleri gibi, ütopik birer hikaye

değil; fiilen gerçekleşmiş olay-

lardır.5

Yüce Allah, kendini kendi yo-

luna adayan insanları yardım-

sız ve sahipsiz bırakmamıştır.

Ashâb-ı Kehf’e de sahip çıkmış,

onların dualarını kabul etmiş

ve rahmeti ile onları kuşatmış-

tır. Onları mağarada koruma-

ya almış, uzun bir süre onla-

rı dinlendirmiş, onların sağlıklı

bir biçimde uyuyacakları ortamı

sağlamıştır.6

İyilerle bir ve beraber olmak,

erdemlerin başında gelir ve

bu birliktelik herkese dünya

ve âhirette şeref kazandırır.

Ashâb-ı Kehf’in peşine takılan

köpek bile Kur’ân’da anılmaya

değer bulunmuştur.7

Mağara yaranı genç-

ler dünyada dillere destan

olmuşlar, bulundukları yerler

mâbed edinilmiş, dünyada pek

çok mağara, onların yaşadıkları

yer diye dünya insanı tarafından

sahiplenilmiştir. Onlar âhirette

de yüce makamlarda olacaklar-

dır. Zira Allah’ın dinini yaşama-

nın kazanımı hem dünyevî hem

de uhrevîdir.

İnanç göçü demek olan

Hicret, kaçış değil, bir çıkış

yoludur. Uzlet de insanlarla

irtibatı tamamen kesmek de-

ğil, tıkanma noktasına gelindi-

ğinde insanın kendini dinleme-

si ve geleceğe hazırlamasıdır.

İnanan insan, bulunduğu şart

ve çevrede inancını koruyama-

yacağını yahut inandığı gibi ya-

şayamayacağını anladığı zaman,

orayı terk etmelidir. Bu yöneliş,

ona yeni çıkış yolları ve alterna-

tifleri beraberinde getirecektir.

En azından böyle bir girişimle iç

huzuru elde edecektir.

Tedbir ve dua hedefe ulaş-

mak için gerekli en önemli un-

surlardandır. Ashâb-ı Kehf de

uykuya yatırılmadan önce ve

sonra aslâ tedbiri elden bırak-

mamışlar, kul olarak yapılma-

sı gerekeni yaptıktan sonra,

Allah’a güvenip dayanmışlar-

dır. Bu meyanda gizlice toplum-

larından ayrılmışlar, uyandık-

tan sonra da alışveriş için şehre

gönderdikleri arkadaşlarına

tedbirli ve dikkatli olmasını sıkı

sıkı tembih etmişlerdir.8

Allah’ın Verdiği İstirahat

Ashâb-ı Kehf, yıllar son-

ra uyandıklarında mağarada ne

kadar uyuduklarını kestireme-

mişlerdir. “Bir gün yahut bir

günden daha az kaldık.” de-

mişlerdir. Bu durum, uyuduk-

ları bu uzun süre içerisinde

fizikî bünyelerinin değişmedi-

ğini gösterir. Konu ile yapılan

bazı filmlerde onların saç, sa-

kal ve tırnaklarının aşırı bir şe-

kilde uzadığı gösterilmiştir ki bu

âyetlerde anlatılanlarla bağdaş-

Page 7: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201212 13

mamaktadır. Şâyet onların fi-

ziklerinde gözle görülür bir de-

ğişiklik olsaydı, “bir gün yahut

daha az kaldık” demezlerdi. On-

lar, karma bir toplumda yaşa-

yanlar olarak yiyecek ve içecek-

lerine dikkat etmişler, helal ve

temiz yiyecekleri almaya özen

göstermişlerdir.9

Yüce Allah onları istirahata

aldıktan sonra tekrar uyandıra-

rak Yüce Allah’ın inananları yal-

nız ve yardımsız bırakmayaca-

ğını ve diriliş gününün gerçek

olduğunu hem onlara, hem de

tüm insanlara göstermek iste-

miştir.10

İnsanları aciz bırakan

harikulade olaylar demek

olan mucizeler, Yüce Allah’ın

erişilmez gücünü göstermek ve

insanlığı tevhîde davet için ger-

çekleştirilmiştir. Ne var ki ta-

rih boyunca insanlar mucizele-

ri temel amaçlarından saptırmış

yahut onun asıl amacını gölge-

leyen lüzumsuz tartışma ve ay-

rıntılara dalmışlardır. Kur’ân ise

diğer kıssalar gibi Ashâb-ı Kehf

kıssasını da bize mesaj verecek

yönleriyle anlatmış ve Ashâb-ı

Kehf’in sayısı, isimleri, ne kadar

süreyle uyutuldukları, nerede ve

ne zaman yaşadıkları gibi ayrın-

tılar hususunda gereksiz tartış-

malara girilmemesini istemiş-

tir.11

ilâhî Yardımlar

Ashâb-ı Kehf’e gelen ilâhî

yardımlar, onların yolunda

olunduğu sürece diğer insanla-

ra da gelecektir. Bu yardımla-

rın keyfiyet ve şekli değişebilir.

Ama Yüce Allah dinine sahip

çıkanları asla yardımsız bırak-

mayacaktır. Bu, O’nun değiş-

mez va’didir. Yeter ki bu, hak

edilebilsin; tıpkı Ashâb-ı

Kehf gibi iman, sabır ve ka-

rarlılıkla, iknâ edici deliller-

le tevhîd mücadelesi içerisinde

olunabilsin.

Ashâb-ı Kehf kıssasında

anlatılanlar ile bu âyetlerin in-

diği sıralarda Mekke’de yaşa-

yan Peygamberimiz ve ona bağlı

Müslümanların yaşadıkları ara-

sında pek çok benzerlik vardır.

Şöyle ki: Ashâb-ı Kehf’in sayı-

sı azdı, Mekke dönemindeki ilk

Müslümanların sayısı da azdı.

Ashâb-ı Kehf, makam mansıp

sahibi babaları karşısında güç-

süz durumda idiler, Mekke’de-

ki Müslümanlar da öyle idi. İlk

Müslümanların büyük bir kıs-

mı genç ve kölelerden oluşmak-

ta idi. Her iki grup da inanma-

yanların baskı ve işkencelerine

maruz kalmıştı. Her iki kesim

de rahatlarını terk edip Allah

yolunda zorlukları göze almış-

lardı. Ashâb-ı Kehf tarihe geç-

miştir, Mekke’deki ilk Müs-

lümanlar da öyle. Mekke’deki

insanların çoğu lüzumsuz tar-

tışma ve işlerin içerisinde idi-

ler. Ashâb-ı Kehf kıssasında

lüzumsuz tartışmalardan

insanlar sakındırılmaktadır.

Nitekim mesajın evrensel

olması için, kıssanın geçtiği

yer, zaman ve kahramanları

açıklanmamıştır.

Tevhîd tarihinde genel ola-

rak Tevhîd hareketinin başla-

rında zorlu mağara dönemleri

olmuştur. Hz. Yusuf’un haya-

tında kuyu ve zindan, Ashâb-ı

Kehf’in hayatında mağara gibi,

Hz. Peygamber (s.a.v)’in ha-

yatında da Hirâ günleri gibi.

Ancak Tevhîd erlerini yetişti-

ren bu zorlu günler, gelecek-

teki parlak günlerin haberci-

si olmuştur. Peygamberimiz

bir hadislerinde, “Cuma günü

Kehf Sûresini okuyan kimsenin

iki Cuma arası nurla aydınla-

nır.”12 buyurarak ümmetini her

Cuma Kehf Sûresini okuma-

ya yönlendirmiştir. Bu şekilde

Ashâb-ı Kehf kıssası ve sûrenin

diğer mesajları her hafta hatır-

lanacak ve insanlara ışık saça-

caktır.

Ashab-ı Kehf İlham Kaynağı

Ashâb-ı Kehf kıssası, pek

çok düşünür ve edebiyatçıya

ilham kaynağı olmuş, kıssa ile

ilgili çok sayıda hikâye13, piyes14

yazılmış, filmler15 yapılmıştır.

Burada dikkat edilmesi ge-

reken bu çalışmaların Kur’ân

başta olmak üzere sahih haber-

lere uygun olmasıdır. Ashâb-ı

Kehf’in bulunduğu muhtemel

yerleri ziyaret, pek çok kişide

dinî heyecan uyandırmış, hat-

ta bazı kişilerin Müslüman ol-

masını sağlamıştır.16 Bu neden-

le bu yerlerin inanç turizmine

hazır hale getirilmesi için çok

yönlü çalışmaların yapılması

kaçınılmaz görünmektedir.

Bu yerlerin ziyareti, Kur’ân

âyetlerinin daha canlı ve coşku-

lu bir şekilde anlaşılmasına kat-

kı sağlayacaktır. Zira okuma or-

tamının anlamaya etkisi açıktır.

İnsanlığın din, vicdan ve

ifade özgürlüğüne dünden

daha fazla muhtaç olduğu

günümüzde Ashâb-ı Kehf

kıssası, hem baskıcı zâlimler,

hem de onların zulmüne maruz

kalan mazlumlar tarafından iyi

okunmalı ve gereken dersler

alınmalıdır.

Kehf Sûresini Detaylarıyla Okumak

Son olarak Ashâb-ı Kehf

anılırken, onların yaşadıkları

muhtemel yerler ziyaret edilir-

ken ve Kehf Sûresi okunurken

tüm bu mesajlar hatırlanmalı

ve o evrensel mesajların gere-

ği yerine getirilmelidir. İşte an-

cak o zaman olay, sıradan bir

hikâye gibi okunmaktan; ola-

yın kahramanları, folklorik bir

anıştan; olayın muhtemel yer-

leri de, yüzeysel turistik bir zi-

yaretten kurtarılmış olacaktır.

Ashâb-ı Kehf’e rahmet, o

ruha sahip olanlara selam ol-

sun!

“İyilerle bir ve

beraber olmak,

erdemlerin başında

gelir ve bu birliktelik

herkese dünya

ve âhirette şeref

kazandırır.”

1 18/Kehf, 92 18 Kehf 1.3 18/Kehf, 104 18/Kehf, 135 18/Kehf, 136 18/Kehf, 14-177 Nitekim Ashab-ı Kehfin köpeği, edebiyatımızda

pek çok şaire ilham kaynağı olmuştur. Örnek: “Kıtmir’inim ey Şâh-ı Rusul kovma kapından; Âlemlere rahmet dedi Rahman diye sevdim.” (Hasan Basri Çantay). 8 18/Kehf, 199 18/Kehf, 1910 18/Kehf, 2111 18/Kehf, 22 12 Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI, 198. (Hâkim, Beyhakî/

Sahih)13 Bkz. Abdülhamid Cevdet es-Sehhâr, Ashâbu’l-

Kehf/ Mağara Arkadaşlığı, Çeviren: S. Oğuz-C. Şeyhâni, Ankara, 1983; Yalsızuçanlar Sadık, Kur’an’dan Öyküler, Mağara Dostları, s, 144-157, İstanbul, 2003.

14 Bkz. Tevfik el-Hâkim, Ashab-ı Kehf adlı dört bö-lümlük piyes çalışması, merhum Prof. Dr. Talat Koçyiğit tarafından dilimize kazandırılmıştır. İstan-bul, 1980.

15 Ashab-ı Kehf, Yönetmen: Farazullah Silahshur, 14 VCD.

16 Bkz. Menekşeoğlu H. Ali, K. Kerim ve Tefsirlere Göre Eshab-ı Kehf, s, 93, Tarsus, 1963.

Dipnot *Prof. Dr.

Page 8: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

15Şubat 201214

Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s),

Dîvân’ında baştan sona ilâhî aşkı an-

latmaktadır desek yerinde olacaktır. Bu

aşk, kimi zaman gazel ve mesnevîlerle terennüm

edilmekte, kimi zaman ise kıt’a, rubâî, müfred ve

mısralar hâlinde söze dökülmektedir. Ama hep-

sinde dikkat çeken husus, bu ulvî duygunun saf,

hâlisâne ve coşkun bir edâ ile dile getirilmesi; sa-

nat kaygısı gütmeksizin nazma dökülmesi olmuş-

tur.

İşte, “Düştünse aşkın dâmına” diye başlayan

bu tür manzûmelerden birisi…

Aşktan, aşk tuzağından,

Dost sırrına mihmân olmaktan,

Zerre iken kân, katre iken ummân olmaktan,

Nûra inkılâb eden nârdan,

Makâm-ı hayrete ermekten,

Sevgiliye kavuşmanın bayram oluşundan,

Ve sonunda handân olmaktan, mutluluğa er-

mekten bahseden bir manzûme:

1. Düştünse aşkın dâmına

Bî-ad u san olsan gerek

Erip visâli kâmına

Bir özge cân olsan gerek

Âşık tıpkı bir kuş gibidir. Sonunda aşk tuzağı-

na yakalanır. Bu esaret, istenmiş, arzu edilmiş bir

tutsaklıktır.

Hakiki âşık şandan ve şöhretten uzak, benlik

davasından geçmiş olandır. Sevgiliye kavuşmanın

verdiği haz ile artık o, o değildir.

2. Yâr ile zinde cân olup

Ağyâr-ı yâr yeksân olup

Dost sırrına mihmân olup

Ol dürre kân olsan gerek

Sevdiğinden ayrı olan insan yaşıyor mudur

gerçekten? Sevgili varsa, hayat vardır. Sevgi-

li bir tarafta, onun dışındakiler diğer taraftadır.

Bir sevgili vardır, bir de diğerleri… İşte böyle bir

mahbûbun sırlarına ortak olmaktan, onun inci

tanelerine ev sahipliği yapmaktan daha güzel ne

vardır?

3. Zerre iken kân edeler

Katreni ummân edeler

Hep tenlere cân edeler

Cân u cihân olsan gerek

Gerçek aşk katre iken ummana karışmaktır;

bir damlanın uçsuz bucaksız bir denize kavuşarak

yok olması, ya da gerçekten var olması. Varlığının

şuuruna ermesi. Küçücük bir zerre iken işin kay-

nağına ermek, dıştan geçerek, öze ulaşmak…

4. Ref’ ola her yüzden nikâb

Her yan ola bin feth-i bâb

Nâr olup nûra inkılâb

Mihr-i nihân olsan gerek

Mihr; hem güneş hem de sevgi anlamına ge-

lir. Bu itibarla herkese nasip olmayan, ulaşılması

zor ve gizli sevgiyi elde eden/saklı bir güneş olan

ve her yeri aydınlatan kişinin gözlerinin önünden

tüm örtüler kalkacak, her şey ayan beyan görüne-

cektir. Ateşler nûr olacak, karanlıklar aydınlığa

kavuşacaktır.

“Gerçek aşk katre iken ummana karışmaktır; bir

damlanın uçsuz bucaksız bir denize kavuşarak yok

olması, ya da gerçekten var olması.”

DOST SIRRINA

mİHMÂN OLMAkSertaç AKKUŞ

Page 9: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

17Şubat 201216

AĞLIYOR

Izdırab azığımdır, yüklüyüm Kaf dağından Tur dağı, Kaf dağıma heyhât, deyip ağlıyor

‘Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam’Hürriyet göz kırparak gayret deyip ağlıyor

Kederle gönül rebab, inlerim, yutkunamam!Neyle mey dolar içim; mahzun feryat ağlıyor

Âşığım sandım, amma kendimi kandıramam!Şu cefâkâr yüreğim çekip hasret ağlıyor

Çile yok, saflar yıkık, âh, hangisine yansam!Mâbedimde nâmaharem, bağ-ı cennet ağlıyor

Derdime çare için cananıma sarılsam!Hangi tuzu bastırsam; yaram bin dert ağlıyor

Gözlerim kan yaş döker firkatten sırılsıklam Her damla umman olup bulut bulut ağlıyor

Bir kere Allah desem koparcasına cândan Kucaklaşsam yâr ile bütün millet ağlıyor

Bilal YAVUZ

5. Envâr-ı zât ola yüzün

Esrâr-ı zât dola özün

Âyât-ı zât ola sözün

Mağz-ı Kur’ân olsan gerek

Hakiki âşığın yüzü nûrlarla dolmalı, aydın-

lanmalı. Özü mahbûbun sırlarıyla dolmalı. Her

sözü Yüce Yaratıcıya işaret eden hakikatler olma-

lı. Hâsılı Kur’ân’ı yaşamalı, ona uymalı.

6. Hüsn-i kitâbı her varak

Okuyasın andan sebâk

Yüz göstere tâ vech-i Hak

Bakıp hayrân olsan gerek

Öğüt almak isteyen için her şey O’na işaret et-

mektedir. Dağlar, taşlar, gökyüzü ve denizler; et-

rafımızda gördüğümüz canlı cansız her varlık,

O’na çağırmakta, O’nun varlığına şahitlik etmek-

tedir. Yeter ki kalpler mühürlü olmasın, yeter

ki içimizde ve çevremizde bulunan bu işaretler

okunmak istensin…

7. Ey âşık derd ü mihnete

Sabreyle er ol devlete

Erip makâm-ı hayrete

Bî-nâm u şân olsan gerek

Hakiki saâdete, gerçek mutluluğa ermek iste-

niyorsa, meşakkatlere, belalara sabretmeli. Sabre-

derek hedefe ulaşmalı. Sabrın acı, meyvesinin tat-

lı olduğunu hatırdan çıkarmamalı. Yüce Allah’ın

tecellileri karşısında hayrete düşmemek mümkün

değil şüphesiz. O halde, O’nun yüceliği karşısın-

da, kul olma bilinciyle hareket etmeli, ad-san da-

vasından vazgeçmeli.

8. Dâim hayâlinde ânın

Seyr-i cemâlinde ânın

Îd ü visâlinde anın

Cânla kurbân olsan gerek

Âşığın en önemli alâmetlerinden birisi de sev-

diğini daima düşünmesi, onu hatırdan bir an olsun

çıkarmamasıdır. Âşığın gıdası sevgilinin cemâline

durmaksızın bakmasıdır. Âşık maşûkundan feyz

almakta, onunla aydınlanmaktadır.

Sevdiğiyle bir türlü bir araya gelemeyen ve

gece gündüz onun hayaliyle yaşayan âşık için ger-

çek bayramın ne olduğunu sormaya gerek var mı?

Onun için gerçek bayram, cânânına kavuştuğu an-

dır. Mahbûbun yoluna kurban olma, vuslata erme

ve bayram etme…

9. Hulûsî cümle kîl ü kâl

Ana erende pâymâl

Yüz gösterip şevk-i visâl

Ol dem handân olsan gerek

Bu geçici dünyaya duyulan ilgi ve sevgi, eb-

edî âleme nisbetle bir dedikodudan başka ne-

dir? Malın ve evlatların fayda vermediği o günde,

yalnızca akl-ı selimin geçer akçe olduğu o saa-

tte, bu dünyaya ait her ne varsa ayaklar altına

alınacak, kıymetsizleşecek. O hâlde henüz fırsat

eldeyken, Yüce Yaratıcının huzuruna gelip hesa-

ba çekilmeden, hesabımızı yapmak… Vuslatı ar-

zulayarak, alnı açık, yüzü pâk olanlar zümresine

katılmak.

*Yrd. Doç. Dr.

Page 10: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

19Şubat 201218

Şehir Güzellemesi Meryem Aybike SİNAN

KAHRAMAN ŞEHİR

MARAŞ Şehirlerin en hası, en hasbisi, en ozanı ve yi-

ğidi olan şehir;

Beni yaz diyor bu kez, beni söyle. Maraş

yedi iklim, yedi bölge, yedi güzellik bir birine do-

lanmış. Hangi yana baksak gönül söyleniyor, sa-

ğanak sağanak güzellik ve hatıra dile geliyor. Ne-

reden başlamalı, nereye varmalı, nereye değmeli,

neyi kime söylemeli?

Kalenin Burcunda Şanlı Maraş var!

Kısakürekler, Karakoçlar, Sütçü İmamlar ve

Maraşlı Şeyhoğlu, söylemiş söylenmesi lazım ge-

leni. Dört bir yana ulaşmış temenniler, dilekler.

Anlayan anlamış, gören görmüş, bilen bilmiş. Biz

yeni baştan hatırlatmak, unutulanı dile getirmek

sevdasındayız!

Maraş kahraman, Maraş şanlı, Maraş yiğit,

Maraş unvanlı!

Akdeniz başını uzatsa da Maraş Ovasına,

Gâvur Dağı kesse de yolları, Ceyhan Irmağı dola-

sa da belini Maraş’ın, bütün yollar Maraş’a çıkı-

yor. Zemheri de donmuyor Maraş Ovası, yaz sıca-

ğında yanmıyor şehirlerin şanlısı. Sırtını Malatya

gibi bir Alperen şehre yaslamış, ellerini Torosla-

ra uzatmış, Çukurova’ya baş koymuş, güney illeri-

ne göz kırpıyor!

Baharın Koynunda Bir Nazlıcadır Maraş

Asırlara meydan okuyan camiler her dem göğe

uzanmakta, geçmişi hale yaklaştırmakta, zama-

na gönül dokumaktadır. Ulu Camii avlusunda ak

kanatlı güvercinler beş vakit gelip giden mümine

imrenircesine çığlık çığlığa coşmakta, engin gök-

lerin masmavi sonsuzluğunu sunmakta ve eski za-

manların yasını tutan pervazlara tüneyip Hakk’a

niyaz eylemektedir sanki.

Maraş’ta camiler hem mü’min hem eren, hem

yiğit ağırlamaktadır.

Hatuniye Camii, Haznedarlı Camii yüzyılla-

ra gidip gelen zümrüdü ankadır düşünene. İkli-

me Hatun Mescidi, Taşhan Çarşısı, Kâtip Hanı,

gelene geçene geçen yüzyılların sevincini, kederi-

ni, hasretini ve vuslatını hatırlatır gibidir. Zaman

geçmiş, taş ustaları göçmüş, devir değişmiş, lakin

onlar hala iklime, zamana meydan okumaktadır.

Huzura Bağdaş Kurup Oturanlar

Ashab-ı Kehf Afşin’de huzura bağdaş kurup

oturmuştur. 33 mekân 33 yer gösterilse de Maraş-

lı en güzel misafirhane kendini bilmiş, kendini ka-

Serta

ç AK

KUŞ

Malik Bin Eşter (r.a.)’in Kabri

Bakırcılar Çarçısı

Ahşap Oymacılığı

Page 11: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201220 21

bul etmiş, kendini en fazla yakıştırmıştır. Yakışır

sana Maraş, zira en kahraman sen, en yiğit sen, en

mert olan sensin!

Atalar yadigârı olan hamamlar, şehri akçalı-

ğın ve pakçalığın şehrinin emaresidir; Çukur Ha-

mamı, Tüfekçi Hamamı, Acar Hamamı, Paşa Ha-

mamı hala misafirlerini beklemekte, temizliğin

adresi olduklarını usulca fısıldamaktadır adeta.

Mağara inzivanın kutsal şehridir bilene!

Alişar bölgesinin gönül ehli insanları tebes-

sümdür, ağlayana gülene. Elbistan; dost mec-

lislerinin güzel sohbetlerine şahittir. Mağaranın

çeşit çeşidi Maraş’ta sıra sıradır. Döngel Ma-

ğarası, Gümüşkaya Mağarası, Savruk Mağara-

sı, Bulut Deliği Mağarası bütün gizemli sırları-

nı kendilerinde saklar gibidir. Bütün saklanası

güzellikler ve düşünceler o mahrem köşklerde-

dir bir bakıma gidip göz vurulası. Maraş onlarla

Kahramanmaraş’tır zira!

Coğrafyanın En Gözdesi Olan Şehir!

Tekir Yaylası şöhretlidir, yüksektir ve serin-

dir. Maraş serinliği ve derinliği denince Maraş

dondurması gelmelidir akla ve gönüle. Bütün

dünyaya bir Maraş lezzeti yayılmış ve Maraş’ı

şöhretinin en zirvesine çıkarmıştır.

Maraş dondurması soğuktur lakin Tirşik Çor-

bası bir o kadar sıcaktır. Maraş mutfağında za-

man kaynamaktadır. Yüzyılların yemekleri bakır

tencerelerde yeni baştan hayat bulmakta, zama-

nı oyalamaktadır adeta. Mutfaklar yenilense de

yemekler hala eski ve gelenekseldir.

Kahramanmaraş kırmızıbiberi yemeklerin

tadı tuzudur. Boranı, Mumbar, Dövme pilavı,

Ekşili turşu, Sulu yağlı köfte asırların içinden

başını uzatıp gelene geçene “Buyurunuz!” der gi-

bidir.

Maraş Gâh Dondurmadır, Gâh Ozandır!

Maraş gâh kahramandır, gâh erendir! Maraş

bazen Sütçü İmam, bazen üç kuşaktan Kısakürek-

tir!

Ey bağrından ozanların en hasını doğuran ve

onları kendinle yoğuran şehir! Şehirleri şehir ya-

pan ne coğrafyadır, ne koynundaki zenginlikler,

ne parası puludur. Şehirleri şehir yapan bağrın-

daki insanlardır, o insanların gönül seferberliği-

dir!

Kendini Savunan Şehir

Maraş, insanlığın anıtlaştığı şehirdir. Milli Mü-

cadele bayrağının mertçe dalgalandırıldığı, Sütçü

İmam ve Davulcu Halil Ağanın bayraklaştığı, Ma-

raşlı Hüseyin’in devleştiği kent... Kendini savu-

nan şehir Maraş, düşmeyen, yenilmeyen, teslim

olmayan kenttir. Kadınıyla erkeğiyle bayrağı ve

namusu kirletmeyen kahraman şehir! Tarihin en

eski ve en köklü şehirlerinden. Malazgirt’ten bu

yana kalbini İslâm’a teslim etmiş, İslâm’ın bay-

raktarlığını yapmış, İslâm’ın sözcüsü olmuş şehir.

Gönüller sultanı nice insanı bağrından Diyar-ı

Rum’a bağışlamış, hak için, adalet için, iman için,

İslâm için yollara hem kahraman, hem şanlı, hem

eren olan nice Maraşlı yetiştirmiş.

Ey güvercin kanatlı şehir, ey şanlı şehir,

Kahraman ve ermiş şehir,

Ezelden ebede kadar vakarınla kal, geçmişi ge-

leceğe bağlayan bütün köprülerini sağlam tut, yı-

kılmasın, sönmesin bağrındaki Alperen ocakla-

rı, tükenmesin ozanlarının bağrındaki hakikat

meş’alesi, bitmesin Sütçü İmam’ın vatan aşkı!

Sen hep böyle kal, anlı kal, şanlı kal.

Kahraman olan Maraş kal!

Serta

ç AK

KUŞ Abdülhamithan Camii ve Kahramanmaraş’tan Genel Görünüm

Page 12: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

23Şubat 201222

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

Hamd, isteğe

bağlı yapı-

lan bir iyili-

ğe karşı gönül hoşluğu ile o iyi-

liğin sahibine saygı ifade eden

bir övgü sözüdür. Allah için

hamd, O’na fazîletlerle dolu bir

övgüdür. Çünkü nimetleri O ve-

rir, kullarına sayısız ikram ve

lütuflarda O bulunur. Şüphe-

siz, hamd, medih ve şükür kav-

ramları arasında farklar var-

dır. Hamd, medihten daha özel,

şükürden daha geneldir. Çün-

kü medih insanda, kendi iste-

ğiyle olan şeyler için söylenir.

Meselâ insan, boyunun endâmı

ve yüzünün güzelliği ile övüne-

bileceği gibi, cömertliği ve bil-

gisiyle de övünebilir. Hamd ise,

ikinci için olur, birinci için de-

ğil. Şükür ise, ancak bir nimete

karşılık olarak söylenir. Bu an-

lamda her şükür hamddir, fakat

her hamd, şükür değildir. Her

hamd, medihtir ama her medih

hamd değildir. Çünkü medih,

canlılığı ve istediği gibi hare-

ket etme yeteneği olana da ol-

mayana da yapılır. Mesela güzel

bir inci ve güzel bir at da övül-

müş olabilir. Fakat onlara ham-

dedilmez. Hamd, inci ve atı ba-

ğışlayan, istediğini yapmakta

serbest olan sadece Allah’a öz-

güdür. Çünkü Allah, övülmeye

layıktır ve yücelerin yücesidir.

Şu âyetlerde olduğu gibi:

“Hamd, âlemlerin Rabbi

olan Allah’a mahsustur.”1

“Biz sana hamdederek

dâimâ seni tesbîih ve takdîs

ediyoruz.”2

“Hamd, gökleri ve yeri ya-

ratan, karanlıkları ve aydın-

lığı var eden Allah’a mahsus-

tur.”3

“Hamd, bizi buna eriştiren

Allah’a mahsustur.”4

“O, övülmeye lâyıktır, şânı

yücedir.”5

Medih bağıştan önce de on-

dan sonra da yapılabilir. Hamd

ise kesinlikle bir iyilikten son-

ra yapılır. Şükür ise, gelmiş

olan bir nimete sözlü, fiilî veya

kalp ile nimeti verene saygı-

da bulunarak ona karşılık ver-

mektir. Şu halde medih, yerine

göre gerçeğe göre boş bir ümit

ile kuru bir yalandan, soyut bir

dalkavukluktan ibaret kalabi-

lirken, hamd ve şükür dâimâ

gerçeğe uygun bir doğruyu ifa-

de eder. Hamd ve şükür tama-

men meşru ve ahlâka uygun bir

davranış olurken, çoğu zaman

medih, ahlâka uygun bir davra-

nış değildir; İslâm’a göre yasak-

lanmış ve yerilmiş de olabilir.

Hamd ile şükürde esas maksat,

bize sayısız nimeti vereni takdir

etmektir. Bu açıdan, hamdin,

saygı ve değer verme mânâsı

daha yüksektir. Bundan do-

layı, sadece Allah, Hamîd’dir.

El-Hamîd ise, O’nun en gü-

zel isimlerinden birisidir. Çün-

kü O, ilâhî zâtında her güzelli-

ği, her üstünlüğü toplayıcı, her

türlü hamd ve hürmete müsta-

haktır.6

Müslüman Her Halükarda

Yüce Allah’a Hamdetmelidir

Bir Müslüman, kendisine

“Nasılsın?” denildiği zaman,

“Her halükarda Allah’a ham-

dolsun” demeye dilini alıştır-

malıdır. Gündelik hayatımızda

O’na hamdedecek, O’na şükre-

decek o kadar çok nimete sa-

hibiz ki, saymakla bitireme-

yiz. Başta Müslüman olmamız,

Müslüman bir coğrafyada ya-

şamamız, Müslüman bir anne

ve babadan dünyaya gelmemiz,

salih bir eşe ve çocuklara sahip

olmamız, organlarımızın sağ-

her güzellİğİ VE üstünlüğü toplayAN, hürmete müstahak olan:

El-HAMÎD“Hamd ile şükürde esas maksat, bize sayısız nimeti vereni takdir etmektir.

Bu açıdan, hamdin, saygı ve değer verme mânâsı daha yüksektir.”

H. G

ÜLS

EREN

Page 13: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

25Şubat 201224

lamlığı, iyi kimselerle dostluk-

lar ve arkadaşlıklar kurmamız,

bizi Hakk’a götüren bir cemaa-

te mensup olmamız vb… Bunla-

rın hepsi sonsuz hamd ve şük-

rü gerektirir. Unutmayalım ki,

dilimizdeki el-Hamîd zikri kal-

bimizle buluşursa, hem Hamîd

olan Allah’a sonsuz güven ve

bağlılığımız artacak, hem de

bizde kanaat ahlakı oluşacak-

tır. Sürekli şikâyet eden, sız-

lanan bir kimse, şekâvet ehli

olur. İçini hüzün kaplar, gam

ve kasâvetten kurtulamaz. İçi-

ni karamsarlık ve hüzün kapla-

dığı için de iç mutluluğunu kay-

beder. Burada âcilen mânevî

eğitim devreye girmelidir. Bun-

dan dolayı Allah dostları, tasav-

vufu, “Ssıkıntı anında gönülde

neşe ve ferah duymaktır.” diye

tanımlamışlardır. Aşk ehli, hep

hamd ehlidir. Onlar, “Nârın da

hoş, nûrun da hoş.” demişlerdir.

Nitekim Hz. Mevlâna şu beyitle-

rinde bunu çok güzel anlatır:

Bu denizde ne ölmek var bize,

Bu denizde ne gam, ne dert

ne keder var bize,

Bu deniz alabildiğine muhabbet,

Bu deniz, iyilikten, cömertlikten

ibâret

Gerçekten de Müslüman ol-

maktan daha güzel bir nimet var

mıdır?

Nimetlere Hamdetmek

İnsanlık açısından bütün

mutlulukları iki kelime ile özet-

lemek gerekirse, bunlardan biri-

si nimet ve bolluk içinde bulun-

mak mânâsına gelen tenâüm,

diğeri ise, nimet verme anlamı-

na gelen in’âmdır. Hayatımız-

da Yüce Allah’ın bize verdiği

nimetleri saymaya kalksak say-

mamız imkânsızdır. Bu nimet-

ler içine, maddî ve mânevî bü-

tün nimetler girer. Dolayısıyla

herkes, Allah’ın kendisine ver-

diği nimetleri bir düşünmeli, bu

nimetlerin kaybından ortaya çı-

kacak felaketi bir tefekkür etme-

lidir. İnsanda şuurlu hamdetme

duygusu, nimet ve bolluk içinde

bulunulduğu his ve takdir edil-

diği zaman meydana gelir. Çün-

kü mutluluk, refah içinde bulun-

manın kendisinde ve niceliğinde

değil, niteliğindedir. Zâten bol-

luk içinde bulunmanın mânâsı

budur. Ne zaman insan, iç dün-

yasında mutluluk hazzını his-

sederse, o zaman kalpten gelen

“hamd” zikrini ve takdir duy-

gusunu dille ifade eder. İşte bu

makâm, hamd makâmı olup,

âriflerin de makâmıdır. Nimet

verme makâmında bulunanla-

rın mutluluğu da yalnız nimet

vermede değil, verilen nimetin

değerini bilecek ve zevki ile mut-

luluk duyacak, lâyık olan yere

ulaştırmasında ve ulaştığını açık

delil ile görmesindedir. Bu delil

ise hamd edenin hamdidir. Yu-

karıda da ifade ettiğimiz gibi,

bizler, nimet verme makâmının,

nimete erme makâmından daha

üstün olduğunu biliriz. Bundan

dolayı Mahmûdiyet (kendisi-

ne hamd edilmeye layık olma)

makâmı, rütbelerin en mükem-

meli ve hedeflerin en sonudur.

Elbette bu makâmın mutluluğu

da en büyük mutluluk olacaktır.

Bu mutluluğun zevkindeki coş-

ma ise, doğal olarak bir hamd ile

sonuçlanmayı gerektirir. Hamd

etmeye lâyık olana hamd etmek

demek olan bu hamd ise, nime-

ti artırmaya ve dolayısıyla faz-

la hamdetmeye ve hamdedil-

meye sebep olur. Böyleler için

Yüce Allah’ımız şöyle buyurur:

“Eğer şükrederseniz elbette size

(nimetimi) artırırım. Eğer nan-

körlük ederseniz, hiç şüphesiz

azâbım çok şiddetlidir.”7

Hülâsa-i kelâm, her Müs-

lüman hamd etme makâmında

olmalıdır. Yine iyi bilelim ki,

aynı zamanda Hâmid ve Mah-

mud, Ahmed ve Muhammed

Yüce Peygamberimizin müba-

rek isimlerindendir. Gerçekten

Makâm-ı Mahmûd (en yüksek

şefâat makâmı) bilhassa pey-

gamberlerin sonuncusu olan

Efendimiz’e va’d olunan ve onu

hamd etme makâmından hamd

edilen (övülen) makâmına yü-

celten yüksek bir makâmdır. Bu,

büyük şefaat makâmı olup bura-

da “livâü’l-hamd” sancağı onun

sağ eline teslim olunmuştur.

Âhirette Makâm-ı Mahmâd’un

bol şefaati iledir ki, livâü’l-hamd

sancağı altında toplanacak olan

ümmet, Allah’a hamd etmele-

rinden paylarını alacak ve cen-

net ehlinin dualarının sonu da

Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd

olsun8 olacaktır. Böyle hamd

etme ve övülme vasıflarını top-

layan Allah’ın dostunun, Ah-

med olması ve Muhammed ol-

ması, hamdin bu toplayıcı ve

birleştirici derecesini dile geti-

rir. Gerçekten lafız ve mânâ iti-

bariyle hamdin esası, Efendimiz

Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ait bir

gerçektir. Bu gerçek ise, ham-

din, başlangıç ve sonuç itibariy-

le Allahu Teâlâ’ya ait olması ger-

çeğini pekiştirir.9 Yüce Allah’ın

el-Hamîd isminden nasibini al-

mış her Müslümanın; inançları,

ahlakı, amelleri, sözleri hep gü-

zeldir ve övülmeye layıktır. Bu

alanda ne kadar özen gösterilir-

se gösterilsin, yine de insanların

hamdi, kusurdan hali değildir.

Bu bakımdan mutlak kusur-

suz ve övülmeye layık olan an-

cak şanı Yüce Allah’tır. Öyleyse,

sözlerimizin başında da sonun-

da da hamdin O’na ait olduğunu

hep dile getirelim ve aklımızdan

hiç çıkarmayalım.

1 1/Fâtiha, 2. Ayrıca bkz. 10/Yûnus, 10.2 2/Bakara, 30.3 6/En’âm, 1.4 7/A’râf, 43.5 11/Hûd, 73.6 Bkz. Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredat, İstanbul, 1986,

s. 186–187.7 14/İbrâhîm, 7.8 10/Yûnus, 10.9 Krş. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an

Dili, İstanbul, 1979, I, 57-61.

* Prof. Dr.

Dipnot

“Bir Müslüman,

kendisine “Nasılsın?”

denildiği zaman, “Her

halükarda Allah’a

hamdolsun” demeye

dilini alıştırmalıdır.

Gündelik hayatımızda

O’na hamdedecek,

O’na şükredecek o

kadar çok nimete

sahibiz ki, saymakla

bitiremeyiz.”

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Page 14: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

27Şubat 201226

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE* Farsça bir kelime olan ve sözlükte “suç”

anlamına gelen günah, dinî emirlerin

yerine getirilmemesi veya yasakların

çiğnenmesiyle ortaya çıkan dinî, ahlâkî ve vicdanî

açıdan sorumluluk gerektiren bir olgudur: Nasıl

beşerî kanun ve kuralların çiğnenmesi suç diye

adlandırılıyorsa, dinî alandaki hatâ ve davranış-

lar da günah olarak nitelendirilmektedir.1

Nevvâs b. Sem’ân (r.a.) bir gün Peygamber

Efendimize, “İyilik ve günah nedir?” diye sorar.

Hz. Peygamber (s.a.v) de ona şöyle cevap verir:

“İyilik, ahlâkın güzel olmasıdır. Günâh ise, kal-

bini tırmalayıp insanların muttalî olmasından

hoşlanmadığın şeylerdir.”2

Vâbisa adlı sahabeye ise Peygamber Efendi-

miz, “Nefsine danış, kalbine danış ey Vâbisa!

İyilik, nefsinin kendisine ısındığı ve kalbinin

mutmain olduğu şeydir. Günâh ise, nefsini tır-

malayan ve göğsünde tereddüde yol açandır.”3

telkîninde bulunmuştur.

Günahkârlara Kurtuluş Yollarını Sunma Zorunluluğu

İslâm bizlerin günaha bulaşmasına hoş bak-

maz. Günah bir tür çirkinliktir. Öyle ki, Kur’ân’da

bazı günahlar için, “Şeytanın işlerinden bir pis-

lik.”4 ifadesi kullanılmıştır. Buna göre günaha yö-

neldiğimiz ölçüde, çirkinliğe doğru kaydığımız

ortaya çıkmaktadır. Müslüman, işlenen günahla-

ra tepki gösterirken, günahkârlara acıyıp merha-

met eder. Günah çukuruna düşenleri oradan kur-

tarmanın çabasını güder. Bize düşen günahkârı,

günahı içinde boğmayıp onu müsâmaha, af, mer-

hamet ve muhabbet ikliminde, tevbe deryasında

arındırmaktır. Bu gerçeği Ebü’d-Derdâ Hazretle-

ri şu şekilde ortaya koymaktadır:

Şam’da kadılık yapan Ebu’d-Derdâ bir gün,

halkın bir günahkâra sövüp saydıklarını işitti.

Onlara:

“Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz ne ya-

parsınız?” diye sordu. Oradakiler:

“İp sarkıtıp çıkarmaya çalışırız.” deyince,

Ebu’d-Derdâ (r.a.) bu defa:

“Öyleyse günah kuyusuna düşmüş bu

adama da niçin bir ip sarkıtıp onu kurtarmayı

düşünmüyorsunuz?” diye sordu. Şaşırdılar:

“Sen bu günahkâra düşmanlık duymaz mı-

sın?” dediler. Ebu’d-Derdâ (r.a.) şu hikmetli ce-

vabı verdi:

“Ben, onun şahsına değil, günahına düşma-

nım.”5

Günaha Devam Ediyor Olmak Büyük Günahtır

Günahkârlara acımak, onları maruz kaldıkları

günah illetinden kurtarmak vazifemizdir. Ancak

günahı alışkanlık haline getirenlerin nefisleri-

ni ciddi olarak muhâsebe etmeleri de gerekmek-

tedir. Çünkü bir kötü eylemin bir kere yapılma-

sıyla o eyleme devam etmek arasında fark vardır.

Yani, günaha devam ediyor olmak; büyük günah-

tır. Günahı tekrar etmek de bir süre sonra kişi-

deki maneviyatı bozar. Maneviyat, anne karnın-

daki, fetüsteki zar gibidir; bebeğin etrafındaki zar

gibi. O zar bir kere delinince içindeki bebek yaşa-

yamaz hale gelir. Onun için spiritüel hayatı yaşa-

yan insanlar, o mukaddes maneviyat zarını koru-

mak zorundadır. Günahlar, o zarı deliyor fakat bu

bir kerede olmuyor, günahlar tekrarlandıkça bir

müddet sonra zar, artık yamanmaz bir hale geli-

yor. Hayırlarda da böyledir bu; bir hayrın çok bü-

yük faydası var ama hayır tekrarlanırsa insanda

yer etmeye başlar artık, mânâsını getirir kişiye…6

İşlenen günahlar sahibini perişan eder. Gü-

nah çukuru insanlık yürüyüşünü kesintiye uğra-

tır. Günahlara alışkanlık kazanmak daha büyüğü-

nü celbeder. Ali el-Müzeyyin (ö. 328/939) işlenen

günahın en önemli cezasının kişiyi başka bir gü-

naha sürüklemek olduğunu, işlenen sevabın en

güzel mükâfatının da başka sevaplı işlere kapı

aralaması olduğunu belirtmektedir.7 Dolayısıy-

la işlenen iyi veya kötü davranışlar kişide karak-

ÇUKURU“İslâm bizlerin günaha bulaşmasına hoş bakmaz. Günah bir tür çirkinliktir. Öyle ki,

Kur’ân’da bazı günahlar için, “Şeytanın işlerinden bir pislik.” ifadesi kullanılmıştır. Buna

göre günaha yöneldiğimiz ölçüde, çirkinliğe doğru kaydığımız ortaya çıkmaktadır.”

GÜNAH

Page 15: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201228 29

ter haline dönüşmektedir. Alışkanlık haline gelen

günahlar zamanla imanın nurunu söndürmekte-

dir. Bu durumu Ebû Hafs Haddad (ö.265/878)

“Hummâ nasıl ölümün habercisi ise, günahlar da

küfrün habercisidir.”8 diye ifade ederken, Yahyâ

b. Muâz (ö. 258/871) da, “Bir kimse açıkça değil

de içinden ve gizlice Allah’a hıyanet ederse, Allah

onun ar ve namus perdesini yırtar ve kendisinin

rezil eder.”9 şeklinde beyan kılmaktadır.

Günahın Acısını Hissetmek

Kişinin işlediği günahların farkında olmaması,

günahlara karşı duyarsız kalması nefsin esareti al-

tına girmesine yol açmaktadır. Ahmed b. Hadra-

veyh (ö.240/854)’in ifadesiyle söyleyecek olur-

sak, “Gafletten ağır bir uyku yoktur. İnsana en

çok mâlik olan ve onu kul olarak kullanan nefsânî

arzulardır. Üzerinde gafletin ağırlığı olmasaydı

nefsânî arzular sana karşı zafer kazanamazdı.”10

Dinî ve ahlâkî yükümlülükleri yerine getir-

memek, fırsatı kaybetmek ölümden daha zordur.

Çünkü dinî yükümlülükleri yerine getirmemek

Hak’tan ayrı düşmek, ölüm ise halktan ayrılmak-

tır.11 Kişinin âfiyette olması günah işlememesi-

ne bağlıdır.12 Fudayl b. İyâz (ö.187/802) Allah’a

karşı itâatsizlik ettiğini, eşeğinin ve hizmetçisi-

nin huyundan anladığını belirtmektedir. Bunun

nasıl olduğu sorulduğunda ise onların kendisine

itâatsizlik etmelerini kendisinin Allah’a isyanına

bağlamaktadır.13

“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz”14 âyeti

ashâb-ı kirâmı ağlatmış, Cehennemden söz eden

âyetler ashâb-ı kirâmın tüylerini ürpertmiştir.

Onlar Allah korkusuyla ağlayan kimsenin cehen-

neme girmeyeceğini, ısrarla günah işleyenin de

cennete giremeyeceğini idrak etmişlerdir. Günah

işlemek insan olarak hepimizin mayasında bulun-

maktadır. Önemli olan hatâmızı fark etmektir.

Muhammed İkbal şu dizleri ile kötülüğe ve gü-

naha yol açan psikolojik kaynağını korku, hüzün

ve ümitsizlik olarak görmektedir:

“Ümit kesilirse hayat biter.

Ümitsizlik hayatı zehirler.

Gam ile ümitsizlik bir çadırda yaşar.

Keder, hayat damarına vurulan bir neşterdir.

Eğer içinde irade ölmüşse

Ve sazın telleri kopmuşsa, ondan olduğunu bil.

Eğer korkunun kulağını çekersen telin seslenir

ve sesi göklere yükselir.

Eğer himmet ve iradeyle güçlenmiş isen

Güçlükler bile seni sevindirir.”15

Günah Yollarının Panzehiri İslâm Ahlâkı

Korku, ümitsizlik ve karamsarlık hastalığından

kurtulan mü’min inandığını, tutum ve davranışla-

rıyla ispatlamadıkça, hiçbir zaman, imanını eksik-

likten kurtaramaz. Bunun içindir ki:

Kalbimiz, dilimizle bir olmadıkça;

Sözümüz, işimize uymadıkça;

Yakınlarımız, komşularımız, şerrimizden em-

niyet ve selâmette kalmadıkça;

Kendimiz için, hoş gördüğümüz şeyi, başka-

ları için de, isteyip, hoş görmedikçe, imanımızın

tamamlanamayacağı, Peygamberimiz tarafından

haber verilmiştir.

Gerçek ve olgun mü’minler, imanlarını fiilen

yaşayan insanlardır. Hz. Ali (k.v.) bu gerçeği şu

şekilde dile getirmektedir:

“Mü’minler, yalnız sözde kalmazlar, aynı za-

manda, imanlarını fiilen de yaşarlar.

İmanın aydınlığı onların üzerlerinde göze çar-

par.

Onlar her ne yapar ve her ne işlerlerse, bilerek,

inanarak yapar ve işlerler.

Hiç kimseye kötü gözle bakmak ve hiç kimseyi

kötülemek, onların akıllarından geçmez.

Onların düsturları, yaratılmışları, yaratanın-

dan ötürü hoş görmektir.

Onlar kimseyi çekiştirmez, kimseye kötü söz

söylemezler.

Hayrı, iyiliği yapıyor desinler diye yapmazlar,

gösteriş nedir bilmezler.

Mahcup etmek, utandırmak için, soru sormaz-

lar.

Sordukları anlamak içindir.

Anladıkları da yapmak içindir.

Onlar, hiç kimseye iftirâda bulunmazlar.

Bilmedikleri işe karışmazlar.

Kalb ve gönlün, içinden geçirdiği şeylerden;

Kulağın, duyduklarından;

Gözün, gördüğü şeylerden sorguya çekilecekle-

rini düşünürler.

Bunun için de, iyice bilmedikleri, iyice duyma-

dıkları ve iyice görmedikleri şeyleri, bildim, gör-

düm, duydum demezler.

Onların, acınacak kimselere acımaları samimi

olup yapmacık değildir.

İleri, açıktır; hayra hayır demezler.

Onlar, hiç kimseye karşı kibir ve gurur tasla-

mazlar.

Onların hükümlerinde ve kararlarında zulüm-

den ve haksızlıktan bir iz bulunmaz.

Onlar, söyledikleri sözleri, vaadleri yerine ge-

tirirler.

Böyle olan mü’minlerin huyları yumuşak, üst-

leri başları pâk, alınları açık ve aktır.

Susmaları söylemelerinden çok, sözlerinde ve

konuşmalarında sıkıcılık yoktur.

Onlar, kızdıkları zaman bile, haktan, adaletten

ayrılmazlar ve sapmazlar.

Haklarını isterken ve alırken de, kıyasıya iş

yapmazlar.

Üzerlerine lâzım olmayan işe ne ellerini, ne de

dillerini sokmazlar.

Hiç kimsenin felâketine “oh” demezler”16.

Özetle İslâm ahlakına bürünen kişiler günah

bataklığını kurutur, günah işlemekten utanç du-

yar, günah yerlere varmaktan sarf-ı nazar eder,

günahkârlarla düşüp kalkmaktan kaçınır ve gü-

nahın karanlıklarından sevabın aydınlığına yol

alırlar.

1 Harman, “Günah”, TDV İslâm An-siklopedisi, c. XIV, s. 278.

2 Müslim, Birr, 5;Tirmizî, Zühd, 52.3 Dârimî, Buyu’, s.2.4 5/Mâide, 90, 6/En’âm, 145.5 Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, s. 182-

183.6 Kılıç, “Kimin Mürşidi Yoksa…”,

Yenidünya Dergisi, Sayı: 211, s. 48.7 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 432. 8 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 406. 9 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 414.

10 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 410. 11 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 414. 12 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 393. 13 El-Kuşeyrî, er-Risâle, s. 424. 14 53/Necm, 60.15 İkbal, Benlik ve Toplum, s. 108-110;

Albayrak, “İkbal’de Tanrı’nın Kud-reti ve Kötülük Problemi”, Tasav-vuf Dergisi, yıl:3, S.7, Eylül-Aralık 2001, s. 192.

16 Köksal, Dini ve Ahlâki Sohbetler, c.III, s. 97-115.

*Prof. Dr.

Dipnot

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A Abdülhamithan Camii / Kahramanmaraş

Page 16: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

31Şubat 201230

EdebiyatMusa TEKTAŞ Askerlik hatıraları asla unutulmaz.

İnsanın gençlik yıllarında, zihnin

berrak zamanlarında, yeni bir or-

tamda, yeni arkadaşlarla geçirmiş olduğu zaman

dilimleri tatlı hatıralar olarak dilden dile anlatı-

lır. Sohbet ortamlarının samimi duyguları ola-

rak paylaşılır. Hele de büyük zatların hayatları-

nın birer parçası ise, her ânı örnek davranışlarla

dolu, taze ve canlı hatıralardır. Biz de bu yazımız-

da Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretlerinin

Kahramanmaraş’ta bıraktığı hatıraları yâd edece-

ğiz.

Hulûsi Efendi (k.s.)’nin 04.10.1940 tarihin-

de içtiması ve 05.10.1940 tarihinde de sevki VII.

Kolordu Muhabere Taburu’na yapılmıştır. Ace-

mi birliğini Diyarbakır’da tamamlamış, oradan

da Kahramanmaraş’a gelmiş ve askerliğini orada

bitirmiştir. Darendeli asker arkadaşı çoktur, an-

cak en çok bilinen şahıslar şunlardır: Şamil Yaz,

(Mercan) Mehmet Ali Türkyılmaz, Ömer Aydo-

ğan, Mustafa Güleç ve Hacı Mustafa Erdemir’dir.

Askerlikte başlayan ahbaplığın daha sonra da de-

vam ettiği göz önünde tutulursa, Osman Hulûsi

Efendi’nin vefa duygusunun çok güçlü olduğunu

görülür.

Bir İlahinin Doğuşu

Asker Arkadaşı H. Ömer Aydoğan bir soh-

bet esnasında askerlik hatıralarından şöyle bah-

setmişlerdir: “Diyarbakır’dan hüzünle ayrıldık,

Maraş’a geldik. Orada da geniş bir arkadaş çev-

remiz oldu. Bir gün çarşı iznine çıktık, arkadaşım

dedi ki: ‘Osman Hulûsi Efendi, ben çay, sema-

ver temin ettim. Bir camiinin bahçesine gidelim,

orada oturalım.’ Ben de ‘belki bir şey diyen olur’

dedim. Fakat arkadaş ısrar edince, onu kırama-

dım. Camiinin bahçesine girdik, arkadaş sema-

veri yakmaya başladı. Ben de şadırvanda abdest

alıyordum. Biraz sonra caminin müezzini söyle-

nerek geldi. Hakaretler etmeye başladı. Arkada-

şa eşyaları toplamasını söyledim. O anda bir ilâhî

yazdım. Arkadaşa verdim, ‘bunu müezzine ver,

arkana bakmadan dön gel’ dedim. Camiden ay-

rıldık. Müezzin yazıyı okumuş, arkamızdan ko-

şarak, Asker Efendi! Asker Efendi! diye çağırdı.

Ama dönüp bakmadık. Orada şu ilâhî doğdu:

Bî-çâre hâfız gönlümüz

Ayîne-i Rahmân bizim

Bilsen serâpâ sînemiz

Hep menşed-i Kur’ân bizim2

Bu ilâhîde Osman Hulûsi Efendi gönüllerini

inciten insana hitaben: “Ey Kur’an’ı ezberleyip

manasından habersiz olan ve gönülleri inciten

kişi. Sen bizim sinemizde Hakk’ın tecelliyatını,

Kur’an’ın ulvî ve manevî süsünün olduğunu bil-

sen bize böyle yapmazdın.” demek istemektedir.

Yine Kahramanmaraş’taki askerlik vazifesin-

de de rütbeli subayların, asker arkadaşlarının ve

halkın teveccühünü kazanmıştır.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi örnek kişi-

liğini her ortamda sergileyen hâl ve tavırlarıy-

la dikkat çeker. K.Maraş’ta, Bölük komutanı,

Hulûsi Efendi’yi çok güvenilir ve dürüst bulduğu

için bütün malzemelerin bulunduğu ve dağıtıldı-

MARAŞ’TA yAŞANANHATIRALARSe

rtaç

AKKU

Ş

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

Kale Kapısı / Kahramanmaraş

Page 17: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

33Şubat 201232

ğı depoya onu görevlendirir. Daha önce bölük ko-

mutanları depoculara yapacağı işi kendileri tarif

edermiş. Hulûsi Efendi depoyu o kadar intizam-

lı bir şekilde düzenlemiş ve yerleştirmiş ki bölük

komutanları görünce hayret içinde kalmışlar.

Depo görevlisi olması hasebiyle, güvenilir ol-

duğu kadar, tertip ve düzen konusunda subaylar

tarafından örnek gös-

terilmiştir. Bu hususta

Osman Hulûsi Efendi

bir sohbette buyurur-

lar ki:

“Maraş’ta depo so-

rumlusu olduk. Bir gün

bir hemşehrim geldi,

potin bağı istedi. Mü-

saadesiz veremeyeceği-

mi söyledim, cebimden

yirmi beş kuruş ver-

dim, çarşıdan alırsın

dedim. Depodan vere-

medim; çünkü depoda

bulunan her şey ema-

net idi.”

Maraş’taki Askerlik

Günlerinde

Askerlikle alâkalı

olarak yaşamış oldu-

ğu ilginç bir hatırası da

şöyledir:

Hulûsi Efendi (k.s.)’nin, K. Maraş’taki asker-

lik günlerinde bir binbaşısı vardır, zaman zaman

kendisiyle sohbette bulunur. Pazar günü oldu-

ğunda askerlerin büyük bir çoğunluğunun Hulûsi

Efendi’nin peşine gittiğini ve onun sohbetlerine

katıldığını görür. Binbaşı buna çok sevinir. Bin-

başı başka bir mürşide intisaplı olduğu için, ken-

di mürşidine Osman Hulûsi Efendi’den bahseder;

“Efendim bizim bölükte bir er var, Pazar günü

tatil olduğu zaman koyunun tuza gittiği gibi, as-

kerler peşinden gidiyor.” deyince mürşidi de bin-

başıya: “ Öyleyse getir bir de biz görelim.” karşı-

lığını verir.

Bir gün kumandan, durumu Hulûsi Efendi’ye

anlatır ve beraberce binbaşının mürşidinin yanına

gitmek için yola çıkarlar. Yolda, sohbet esnasın-

da Osman Hulûsi Efendi, binbaşıya “Sizin mür-

şidinizin derecesi kalp-

te.” diye söyler. Daha

sonra gidecekleri yere

varılır ve huzura çıkılır.

Komutanın mürşidi, Os-

man Hulûsi Efendi’ye:

“Size ders tarif edelim de

onunla meşgul olursu-

nuz.” der.

Osman Hulûsi Efen-

di de “Efendim, bir evin

mutfağında suyu olsa,

banyosunda suyu olsa,

hatta ve hatta bütün

odalarında su bulunsa,

o evin suya hiç ihtiyacı

olur mu?” sorusunu yö-

neltir. Komutanın mür-

şidi durumu anlar, sükût

eder. Daha sonra abdest

tazelemek için dışarı çı-

kan komutanın mürşi-

di döndüğünde Osman

Hulûsi Efendi’ye yak-

laşarak: “Evet, benim

mürşidim, bana kalbe kadar ders tarif etti, benim

dersim kalpte.” diye söyler. Askerlik zamanında

yazıldığı bilinen ilâhîlerden

Ey abd-i makbûl dönme sağ u sol

Budur doğru yol Hakk’ı zikr eyle

beyitiyle başlayan ilâhîsinin yazılması şöyle

anlatılmaktadır: Bir hafta sonu K.Maraş Çarşıbaşı

Camii’nde öğle namazını kılmak için giden Hulûsi

Efendi, abdest alırken bir doğuş olur ve şadırva-

nın mermerine bu beyitleri yazar. Daha sonra bir

kâğıt kalem bulunca oradan o yazıyı siler.

Yine nöbet ânında nöbetçi kulübesinde asker-

lerin çeşitli olumsuz yazılarını görünce; nasihat

mahiyetli olarak;

Nefsin başı hoş olur gerçi bî-namâz ile

Sen namâzı bırakma mi’râc et namâz ile

beyitiyle başlayan ilâhîsini yazdığı bilinmekte-

dir.

Asker arkadaşı Hacı

Ömer Aydoğan anlatı-

yor:

“Bir gün Hacı Fevzi

diye bir arkadaşla çar-

şıya çıktık. Çarşıda ar-

kamızdan biri seslendi.

Gittik baktık ki Hulûsi

Efendi tabur komuta-

nıyla birlikte sivil bir kı-

yafetle dondurmacıda

oturuyorlar. Biz tabur

komutanını görünce bi-

raz çekindik. Tabur ko-

mutanı, “Gelin evladım,

gelin.” diye bizi çağırdı.

Tabur komutanı da

tarikatlı imiş onun için

görüşüyorlarmış. Bir

gün içtima alındı. Aske-

rin biri de namazda ol-

duğu için gelmedi. Ku-

mandan askerin yanına giderek bunu çizmesiyle

dövdü. Bunu gören Hulûsi Efendi hemen askerin

yanına gitti. Olayı duyunca tabur komutanı bir yer

tahsis etti ve bütün ihtiyaçları almak üzere Hulûsi

Efendiyi görevlendirdi. Hulûsi Efendi lazım olan

malzemeleri temin ederek namaz kılınacak bir yer

oluşturdu. Tabur komutanının emriyle herkes ra-

hatça namazını kılabildi.”

İşte Hulusi Efendi Hazretlerinin tesis etti-

ği mescid hâlen namaz kılınan bir mekân olarak

hizmete açıktır. H. Hamidettin Ateş Efendi çe-

şitli vesilelerle Maraş’ı teşrif ettiklerinde o mes-

cidi ziyaret edip, o unutulmaz hatıraları yâd et-

mektedir. Askerlik yıllarında beraberinde olan,

Darendeli asker arkadaşlarıyla Diyarbakır’da,

Kahramanmaraş’ta her cumartesi, pazar günü

buluşup, onun etrafına toplanarak sohbette bu-

lundukları ve arkadaşlarının müşküllerini hallet-

meye çalıştıkları bize iletilen nakillerden anlaşıl-

maktadır.

Hizmet Ehline Vefa

Askerlik vazifesin-

den sonra da K.Maraş’la

olan irtibatını her za-

man canlı tutan Hulûsi

Efendi Hazretleri, çe-

şitli hizmetler ve soh-

betler vesilesiyle birçok

kez Maraş, Elbistan, Af-

şin, Göksun, ve Alişar’a

ziyaretlerde bulunmuş

oralarda tatlı hatıralar

bırakmıştır. Askerlik-

ten yıllar sonra Maraş’ta

yaşanan bir hatırayı bir

arkadaşımız şöyle nak-

lediyor:

Hulûsi Efendi Haz-

retleri K. Maraş’ı bir teş-

riflerinde Mağaralı Ca-

miinde öğle namazını

kıldık eve doğru çıkar-

ken yukarı doğru baktı. “Oğul, eğitim yaptığımız

yere ev yapmışsınız.” dedi. Ben de “Efendim sizin

ayağınızın bastığı yerler ihvana nasip oldu.” de-

dim.

Maraş’ta şu anki bulunan sosyal tesis ve yurt

binası yeri de Hulûsi Efendi Hazretlerinin eğitim

yaptığı yerlerde inşa edilmiştir.

Eve geldik sohbette: “Oğul, askerliğimiz bura-

da geçti, biz askerdeyken nöbet yerine yakın bu-

lunan baraka tahtalarının dışına askerler ayıp ya-

zılar yazmışlar. Bunu da tabur komutanı görmüş.

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin asker mektubu

Page 18: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

35Şubat 201234

Biz nöbet tutarken ayıp yazıları sildik, yerine o

anda gönlümüze doğan ‘Nefsin başı hoş olur ger-

çi bî namaz ile/Sen namazı bırakma miraç et

namaz ile’ ilâhîsini tahtalara yazdık. Nöbeti dev-

rettik. Kollarımı sığadım, matarayı yan tarafıma

bıraktım, ellerimi göğsüme bağladım duruyor-

dum. Tabur komutanı gelmiş tahtalara yazdığı-

mız ilâhîyi okumuş. Arkamızdan gelip mataramı-

zı alıp arkamıza durmuş. Döndüm matarayı alıp

abdest almak için, baktık ki matara tabur komu-

tanının elinde, ani olarak elinden almak istedim.

Matarayı bağrına basıp, ‘Hulusi Efendi bizi eli-

ne su dökmeye de mi layık görmüyorsun?’ dedi

ve ağladı.

Elimize su döküp bize abdest aldırdı.”

Maraş’ta bazı aileler, Tabur komutanı Binbaşı’yı

evlerine davet ederlermiş. Binbaşı “Bundan böy-

le Hulusi Efendi olmadan davetlerde lokma ha-

ram olsun.” demiş. Davete gelenlere, “Gidin Hu-

lusi Efendiye söyleyin peki derse olur yoksa yok.”

dermiş. Bir gün Şirikçi İbrahim Efendi davet et-

miş, peki demiş akşam namazını Çarşıbaşı Cami-

inde kılıp gidecekler. Efendi Hazretleri camiye

erken varmış, camiinin şadırvanında abdest alır-

ken beyit doğmuş bakmış üzerinde kâğıt yok, ka-

lemi çıkarmış şadırvanın dışına,

Ey abd-i makbul dönme sağı sol

Budur doğru yol Hakkı zikreyle

ilâhîsini yazmış. Abdesti tamamladıktan son-

ra camiye girmiş. Binbaşı iki kişiyle beraber gel-

miş, bakmış şadırvanın dışında ilâhî yazılı, ya-

nındakilere dönerek “Hulusi Efendi bizden önce

gelmiş.” demiş. Akşam namazını kılıp çıkınca ta-

bur komutanı olan Binbaşı Efendi Hazretlerine

“Efendim ne hikmet bu ilâhîyi buraya yazdınız?”

demiş. Efendi Hazretleri de “Kâğıt yoktu.” diye

buyurmuşlar. Bir kâğıt bulup ilâhîyi kâğıda geçi-

rip şadırvanın dışından silmişler.

Hulûsi Efendi Hazretleri yine K. Maraş’ı bir

teşriflerinde bir evde otururken başını kaldı-

rıp “Öğle namazını Ulu Camide kılalım olur mu

oğul?” diye buyurur. Peki, Efendim derler. Kal-

kıp Ulu Camiye gidilir. Caminin avlusuna giril-

diğinde musalla taşında bir cenaze vardır. Efen-

di Hazretleri cenazeye yakinen durur. Tabutun

başında hafif durup, tabuta bakıp dua eder. Na-

maz eda edildikten sonra cenaze namazı kılınır,

Efendi Hazretleri hafifçe geriye döner, yanında

beraber gittiği arkadaşa “Oğul, bu hanım askerli-

ğimizde bize bir gün hizmet etmişti.” der. Cami-

den çıkıp tekrar eve gelinir.

Örnek kişiliği ve sevecen tavırlarıyla askerlik

hizmetini tamamlayan Hulûsi Efendi askerden

memlekete dönüşünü de şöyle anlatırlar:

Üç Yıllık Askerlik Tamamlandı

“Üç yıllık askerlik vazifemizi tamamlayarak

terhis olup geldik. Fakat 350 Türk Lirası borçla

geldik. Babam kızdı, oğlum niçin bu kadar borç-

lu geldin, dedi. Ben de; baba evet borçlu geldim

ama alnım açık, yüzüm ak geldim, dedim. O za-

man babam ağlayarak: “Aferin, oğlum!” dedi,

beni bağrına bastı.”

OLMUŞUZ

Bir katrede gizli âlem olmuşuz.‘Oku’yup, yazmaya kalem olmuşuz.

Gönüller ki, güzelliğe müptela,Sevgiyle yoğrulmuş adem olmuşuz.

Boynumuzda kement olan gurbetin,Derdiyle, gamıyla hemdem olmuşuz.

Her nefeste yâr adını sayıklar,Bir ince sızıdan verem olmuşuz.

Toprağına yüz sürelim o gülün,Yaprağına düşen şebnem olmuşuz.

Yarın belki, gün batıdan doğacak,Ufuklara bakıp elem olmuşuz.

Yan ki küllerini savursun rüzgar,Göklerde açmaya Kerem olmuşuz.

Sararıp solmayan baharlar hani?Biz ömürden yana çiğdem olmuşuz.

Gafletin tahtında saltanat sürmek,Bir iğne etmezmiş, Ethem olmuşuz.

Hikmet ikliminden huzur devşirdik,Çağın illetine merhem olmuşuz.

Münzevi hayatlar nefsin hapsinde,İsyan zulmetinde matem olmuşuz.

Duyguları gözyaşıyla yeşerttik,Bedbaht yüreklere meltem olmuşuz.

Aşkına düşene ateş neylesin,Ey yâr sırılsıklam özlem olmuşuz.

Servet YÜKSEL

Çarşıbaşı Camii

Page 19: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

37Şubat 201236

DüşünceMehmet SOYSALDI* Hak kavramının

İslâm dininde çok

özel bir yeri vardır.

İslâm yazılı kaynaklarında çeşit-

li anlamlarda kullanılan hak ke-

limesi sözlükte, “gerçek, sâbit ve

doğru olmak; bir şeyi gerçekleş-

tirmek; bir şeye yakînen muttalî

olmak” gibi anlamlara gelmekte-

dir.1 Terim olarak “gerçeğe mu-

tabık olan hüküm” olarak tarif

edilmiştir.2 Bâtıl kelimesinin zıd-

dı olarak kullanılan hak kelime-

sinin çoğulu ise “hukûk”tur.3

Her hak, bir takım sorum-

lulukları da beraberinde getir-

mektedir. Her insanın üzerinde

birçok hak ve sorumluluk bulun-

maktadır. İnsan üzerindeki bu

haklar, “Allah’ın hakları” ve “ya-

ratılmışların hakları” diye iki kı-

sımda özetlenebilir.

Allah’ın üzerimizdeki hakla-

rı, O’nun varlığına ve birliğine

inanmak, hiçbir şeyi ortak koş-

madan O’na ibadet edip emirle-

rini tutmak ve yasaklarından sa-

kınmaktır.

Kul hakkı, hayatta daha çok

insanların canları, bedenleri, ırz

ve namusları, mânevî şahsiyet-

leri, makam ve mevkileri, dinî

inanç ve yaşayışları gibi konu-

lardaki kişilik haklarıyla, malla-

rına ve aile fertlerine ilişkin hak-

lardan oluşmaktadır. Bunlara

yönelik olarak yapılan kötülük-

ler, verilen zararlar kul hakkına

tecâvüz sayılmakta ve bu tecâvüz

de “mazlime” ve bunun çoğulu

olan “mezâlim” kelimeleriyle ifa-

de edilmektedir.4

Kur’an’da “hukûkullah” ta-

biri geçmemekle birlikte bir-

çok âyette hak, adalet, kıst ve

zulüm gibi kavramlar kul hak-

larıyla ilgili olarak kullanılmış-

tır. Ayrıca birçok âyette insanla-

rın haklarına saygı gösterilmesi

istenmiş ve kul hakkına saldırı

mâhiyetindeki tutum ve davra-

nışlar yasaklanmıştır.

Kul Hakkı İhlallerini Önlemek

Kul haklarını iki kısım-

da değerlendirmek mümkün-

dür. Birincisi, insanların sahip

olduğu maddî ve mânevî hak-

lara tecâvüz etmek, zarar ver-

mektir. İkincisi ise; dinî, ahlâkî

ve hukûkî hükümlerin onlara

verilmesini gerekli kıldığı şeyleri

vermemektir.5

Hırsızlık, ölçü ve tartıda hile

yapmak, emanete hıyânet, ku-

mar, tefecilik v.b. gayr-i meşrû

yollarla insanların birbirlerinin

mallarını yemeleri, birbirinin

canlarına kıymaları gibi günah-

lar maddî mânâdaki kul hakları-

na örnektir.

Bu tür kul hakkı ihlalleri-

ni önlemek için Yüce Allah şöy-

le buyurmaktadır: “Aranızda

birbirinizin mallarını haksız

yere yemeyin. İnsanların mal-

larından bir kısmını bile bile

günaha girerek yemek için onları

hâkimlere (rüşvet olarak) ver-

meyin.”6, “Ey iman edenler!

Karşılıklı rızâya dayanan tica-

ret olması hali müstesnâ, malla-

rınızı, bâtıl (haksız ve haram yol-

lar) ile aranızda (alıp vererek)

yemeyin. Ve kendinizi öldürme-

yin. Şüphesiz Allah, sizi esirge-

yecektir.”7

İftirâ, alay, arkadan çekiştir-

me, kötü lakap takma, sû-i zan,

kusur arama, gıybet gibi günah-

lar da insanların mânevî şahsi-

yetlerine zarar veren kul hakkıy-

la ilgili günahlara örnektir.

Bu tür kul hakkı ihlallerini

önlemek için ise Yüce Allah şöyle

buyurmaktadır: “Ey iman eden-

ler! Zannın çoğundan sakını-

nız. Çünkü zannın bir kısmı gü-

nahtır. Birbirinizin kusûrunu

araştırmayın. Biriniz diğerini

arkasından çekiştirmesin (aley-

hinde konuşmasın). Biriniz, öl-

müş kardeşinin etini yemekten

hoşlanır mı? İşte bundan tiksin-

diniz. O halde Allah’tan korkun.

Şüphesiz Allah, tevbeyi çok ka-

bul edendir, çok esirgeyendir.”8

Yukarıda zikretmiş olduğu-

muz âyetlerde açıkça görüldüğü

üzere, Yüce Allah, her türlü

insan haklarına son derece

önem vermiş ve bu hakların

gözetilmesini emretmiştir. Kul

hakkı, insanın işlediği günahlar

arasında en büyüklerinden biri

kabul edilmektedir. Her ne su-

retle olursa olsun insanların

haklarına tecâvüz edip onlara

haksızlık yapanlar, zâlimler gru-

buna girmektedir ki Cenab-ı Al-

lah Kur’ân-ı Kerim’in birçok

âyetinde onları şiddetle yermiş

ve onlar için büyük azaplar ha-

zırlandığını bildirmiştir: “So-

rumluluk, ancak insanlara zul-

KUL HAKKI

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Page 20: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201238 39

medenlere ve yeryüzünde haksız

yere taşkınlık edenlere aittir.

İşte böylelerine acı bir azap var-

dır.”9; “Zâlimlerin varacağı yer

ne kötüdür!”10; “Zâlimler için

yardımcılar yoktur.”11; “Biliniz ki

Allah’ın lâneti zâlimlerin üzeri-

nedir.”12

Kur’ân-ı Kerim’de, Kul Hakkı

Kur’ân-ı Kerim’de, kul hakkı

ile ilgili ve kullar arasındaki ada-

let esaslarını tespit eden birçok

âyetten sonra, “İşte bu Allah’ın

hudûdudur, onu tecâvüz etme-

yin.”13 meâlinde ilâhî ikazlar gel-

mektedir. Demek ki, kul hakkı-

nı çiğnemek, Allah’ın hudûduna

tecâvüz olarak kabul edilmek-

tedir. Artık böyle bir cinâyeti

işleyen insan kime ilticâ edecek,

kimden yardım dileyecektir? İn-

san, Allah’ın kulu olduğundan

onun hukûkuna riâyetsizlik ilâhî

azabı gerektirmekte ve bu nokta-

da hukûklar birleşmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.v) Hak İhlallerinden

Sakındırmıştır

Hz. Peygamber (s.a.v) kul

haklarının ihlali niteliğinde-

ki tutum ve davranışların yan-

lışlığını, kötülüğünü, dünya ve

âhirette doğuracağı zararları bir-

çok hadiste anlatmış ve insanla-

rı bu türlü kul hakkı ihlallerin-

den sakındırmıştır. Nitekim Hz.

Peygamber (s.a.v) insanların bir-

birlerine şefkat ve merhamet-

le davranmaları gerektiğini şöy-

le ifade etmektedir: “İnsanlara

merhamet etmeyene Allah’ta

merhamet etmez.”14

Hz. Peygamber (s.a.v) de,

olgun mü’mini şöyle tarif

etmektedir: “Hiç kimse kendisi

için beğenip istediğini din kar-

deşi, komşusu için de istemedik-

çe, komşusu onun kötülüğünden

emin olmadıkça olgun mü’min

olamaz.”15, “Müslüman, elinden

ve dilinden başka Müslüman-

ların zarar görmediği kimse-

dir.”16, “Müslüman Müslümanın

kardeşidir; ona yalan söylemez,

ihânet etmez, kötülük yapmaz,

onu aşağılamaz, kötülük edebi-

lecek birinin eline bırakmaz.”17,

“Müslümanların kanları, malla-

rı, namusları ve şerefleri kendi

aralarında kutsal Mekke kadar,

hac ayları ve günleri kadar say-

gındır, dokunulmazdır.”18

Gerçek Müflis

Kul haklarını ihlal eden kişi-

yi müflis (iflas etmiş) olarak nite-

leyen Hz.Peygamber (s.a.v), Ebû

Hureyre (r.a)’ın rivâyet ettiği bir

hadiste bunu şöyle açıklamıştır:

Rasûlullah (s.a.v) ashabına:

“Müflis kimdir bilir misiniz?”

diye sordu.

Ashab: “Bizim aramızda

müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası

olmayan kimsedir.” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah

(s.a.v) şöyle buyurdu: “Benim

ümmetimden müflis o kimse-

dir ki kıyâmet gününde namaz,

oruç ve zekât gibi ibadetlerini

yerine getirmiş olarak Allah’ın

huzuruna gelir. Ancak bu

ibadetlerin yanında öyle günahlar

da işlemiştir ki, kimilerine sövüp

saymış, kiminin kanını akıtmış,

kiminin malını yemiş, kimine

zinâ iftirasında bulunmuştur.

Bu durum karşısında onun

ibadetlerden elde ettiği sevap-

lardan alınıp hak sahiplerine

dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyi-

likleri bu hakları ödemeye yet-

mezse hak sahiplerinin günah-

larından alınıp hak yiyenin

günahlarına eklenir. Böylece se-

vapları elinden gitmiş, günah-

ları ise daha da artmıştır. İşte

böylece müflis durumuna düş-

müş olan bu kişi cehenneme atı-

lır.”19

İslâm âlimleri çeşitli âyet ve

hadislere dayanarak günahla-

rı “büyük günahlar” ve “küçük

günahlar” şeklinde iki kısma

ayırmışlardır. Büyük günahla-

rın çoğu ise, kul haklarıyla ilgili-

dir. İşlenen günahlardan kurtul-

mak için tevbe etmek gereklidir.

İslâm âlimleri, yapılan tevbe-

nin kabul olunması hususunda

şöyle demişlerdir: Şâyet işlenen

günah yalnız Allah’a karşı olup

kul hakkına taallûk etmiyorsa bu

gibi günahtan tevbe etmenin üç

şartı vardır:

1) O günahı işlediği için piş-

man olmak

2) O günahı terk etmek

3) O günahı bir daha işleme-

meğe azmetmek.

Bu üç şarttan biri eksik olursa

tevbe geçerli değildir.

Eğer işlenen günah kul hak-

kı ile ilgili ise bu türlü günahtan

tevbenin dört şartı vardır. Bun-

ların üçü yukarıda zikredilen üç

şarttır. Dördüncüsü de hak sahi-

bine hakkını ödeyerek arınmak-

tır. Şâyet bu hak, mal ve benzeri

ise tevbe eden kimse onu sahibi-

ne iade ederek helallık alır. Eğer

bu hak, zina iftirası atmak sebe-

biyle lazım gelen hadd cezası ise,

hak sahibinin o haddi icra et-

mesine imkân verir yahut affını

diler; eğer o hak gıybet ise kişi,

gıybet ettiği kimseden helâllik

almadıkça bu günahın cezasın-

dan kendini kurtaramaz.

Kul Hakkı Hariç

İslâm dini kul hakkına çok

önem vermiştir. Allahu Teâlâ

tevbe ettikleri takdirde insan-

ların yaptıkları çeşitli günahla-

rı, affettiği halde kul hakkını,

hak sahibi affetmedikçe affet-

memektedir. Şehitlerin bütün

günahları affolunduğu halde,

kul hakkı ile ilgili günahları

affedilmemektedir. O bakımdan

Müslümanlar çok dikkatli

olmalı, üzerlerine kul hakkı

geçirmemelidirler. Aralarında

sık sık helalleşmeyi âdet edin-

meli, geçmişte bir kulun hakkını

yemiş ise onu hemen iâde etmeli

ve helalleşmelidir. İnsan hakları

kavramı, günümüzde çokça sözü

edilen kavramlardandır. Ama bu

sözler nedense uygulamaya bir

türlü konulamamaktadır. Sadece

beyannamelerde, bildirilerde,

makalelerde mahpus kalmak-

tadır. Ama “kul hakkı” ifade-

si böyle değildir. Bu ifadeyle

insanın başıboş bir varlık olma-

dığı, Allah’ın kulu, O’nun mülkü,

O’nun mahlûku olduğu zihinlere

iyice yerleştirilmekte ve nefisler,

‘kul hakkına tecâvüzün kesinlik-

le cezasız kalmayacağı’ tehdidiy-

le karşı karşıya kalmaktadır.

Fakat günümüzde bazı in-

sanlar, madde, menfaat ve gaf-

let karışımı bir ortamda yaşaya-

rak, kul olduklarını unutmuşlar

ve kul hakkını da hatırlamaz ol-

muşlardır. Kul hakkının bu ilk

basamağında tökezleyenler, in-

saf, merhamet, adalet duygula-

rını da kaybetmektedirler. “Ben

kulum” diyen insan, bu kullu-

ğun gereğini yerine getirmelidir.

Çünkü âlemlerin Rabbine ina-

nan ve O’nun kulu olduğunu id-

rak eden bir insan, kul olarak ya-

şamaya mecburdur.

İnsanoğlu her nasılsa,

başkalarının hakkını çiğnerken

âdetâ o insanların Allah’ın kulu

olduklarını unutuyor; “Ben,

Allah’ın bir kuluna zulmeder-

sem, O’nun kahrına hedef olu-

rum.” diye düşünemiyor.

Netice olarak diyebiliriz ki,

Allah’ın haklarına riâyet etmek-

le emrolunduğumuz gibi; kul-

ların haklarına da dikkat etmek

zorundayız. İnsanları huzursuz

edecek fitne ve fesattan, kendi-

mize yapılmasını istemediğimiz

şeyleri başkalarına yapmaktan

son derece sakınmalıyız.

Bütün insanların malını, ka-

nını, namus ve şerefini kendimi-

zinki kadar kutsal saymalıyız. İn-

sanlara hakaret etmekten, maddî

ve mânevî haklarını zedelemek-

ten, yalan ve iftiralarla insanla-

rın şahsiyetleri ile oynamaktan

her zaman uzak durmalıyız.

1 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Dâru Sadr, Beyrut 1990, X, 50.

2 Taftazânî, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, (nşr. Ahmet Hicâzî es-Sekkâ), Kâhire 1987, s. 12-13.

3 İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, X, 50; ez-Zebîdî, Muhibbüddîn Ebî Fayz Seyyid Muhammed Murtazâ el-Hüseynî el-Vâsıtî, Tacu’l-Arus, Beyrut trs., “hkk” mad.

4 Çağrıcı, Mustafa, “Kul Hakkı”, İslam Ansiklopedisi,T.D.Vakfı Yay., Ankara 2002, XXVI, 350.

5 Çağrıcı, agm, XXVI, 351.6 2/Bakara, 1887 4/Nisâ, 298 49/Hucurât, 129 42/Şûrâ, 4210 3/Âl-i İmrân, 15111 5/Mâide, 7212 49/Hucurât, 1213 2/Bakara, 22914 Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fazail, 66.15 Buhârî, Îmân, 7, Edeb, 29; Müslim, Îmân, 71-73.16 Buhârî, Îmân, 4-5; Müslim, Îmân, 64-65.17 Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 32, 58; Tirmizi,

Birr, 18.18 Buhârî, Hac, 132; Müslim, Kasame, 29.19 Buhârî, Mezâlim, 10; Müslim, Birr, 59.

*Prof. Dr.

Dipnot

Hüs

amet

tin A

TEŞ

Page 21: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

41Şubat 201240

KültürEnbiya YILDIRIM*

HAPSEDİLMİŞyaşamlar

Beton kutulara

“Esasında apartman içinde koşamama, gürültü yapamama sadece çocuklarımız için

bir elem değil elbette. Televizyonun, radyo veya başka bir cihazın sesini açamayız.”

Modern şehir hayatı yaşama şekli-

mizi değiştirdiği gibi kökümüz-

den gelen pek çok değerlerin de

kaybolmasına neden oldu. Bir arada yaşama, pay-

laşma, dertleşme, yardımlaşma, ziyâretleşme

kültürü neredeyse kayboldu. Bir zamanlar bizi

başkalarından ayıran değerler diyerek öğündüğümüz

meziyetlerimizi bir bir kaybetmeye; biz de başka-

laşmaya, yerdiklerimiz gibi olmaya başladık. Orta-

lama elli yaş civârında olanlar ne demek istediğimi

çok iyi anlayacaklardır. Çünkü onlar bu savrulma-

yı en iyi gözlemleyenlerdir. Bunun neden böyle ol-

duğu hususunda söylenecek elbette çok şey vardır.

Ancak hiç şüpheniz olmasın, bunun birinci nedeni

apartman hayatıdır.

Şehir Hayatının Yoğunluğu

Tanımadığımız insanlarla göğe doğru uzanan

bir acayip yapının içine itiş kakış doluşuyoruz. Şe-

hir hayatının yoğunluğu nedeniyle insanlar bura-

da birbirlerini tanımaya fırsat bulamıyorlar. Bir

güvensizlik hâkim; bbu şekilde kurulan yaşam bu

minvalde devam edip gidiyor. Gerçi, beğenmesek

de mecbur kaldığımız bu yaşam bizlere bazı so-

rumluluklar da yüklemektedir. Zira müstakil bah-

çeli evimizde yaşamıyoruz artık.

Apartman hayatının en kötü tarafı insanı kısıt-

lamasıdır. Çocuklarınız gönüllerince sağa sola ko-

şamazlar. Hemen bir uyarı tıkırtısı gelir. Alt kom-

şumuz eline geçirdiği süpürgenin sapını alttan

duvara vurmaya başlamıştır bile. Ya yaşlıdır pat

pat seslerine dayanamamaktadır, ya hastası var-

dır, ya da sabırsız titiz biridir. Neresinden bakar-

sanız bakın, haklı. Sizin gürültünüze katlanmak

zorunda değil. Bu durumda hemen Hz. Peygam-

ber (s.a.v.)’in hadislerini hatırlarız: “İnsanlara

merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.”1

“Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”2 “Hiçbiri-

niz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için is-

temedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.”3 “Müslü-

man Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez...

Kim, (mü’min) kardeşinin bir ihtiyacını giderir-

se Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müs-

lümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Al-

lah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden

kurtarır. Kim bir Müslümanı(n kusurunu) örter-

se, Allah da kıyamet günü onu(n kusurunu) ör-

ter.”4 “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse,

komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve âhiret gününe

iman eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve

âhiret gününe iman eden kimse, ya hayır söylesin

veya sussun.”5

Bizim çocukluğumuz köyde, tamamen ahşap-

tan yapılma evimizde geçti. Kimse koşana bağır-

mazdı. Birimiz koştuğunda sanırdık ki evin tama-

mı sallanıyor. Hem koşanlar sadece bizler değildik

ki. Farelerin oradan oraya koşturmaları da ayrı bir

zevkti. Gerçi onlar koşarken korkardık, uyumak

istemezdik, gece bizlere zararları dokunur diye.

Ama her zamanki gibi kısa sürede uyku göz kapak-

larımızı bitiştirirdi.

Ses dedim de, aklıma, evimizin çatısının altın-

da yağmurda oturmak geldi. Yağmur taneleri bir

kısmı kiremit bir kısmı saç olan çatıya değdiğinde

müthiş bir müzik dinletisi oluştururdu. Bu tıkır-

tıların verdiği hazzı çocuklarımız elbette bilemez.

Onlar çatının saçaklarından dökülen yağmurun al-

tında yürümenin tadını da bilemezler elbette.

Page 22: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

43Şubat 201242

Onlar yeşillik diye parktaki üç ağacı,

oyun alanı olarak da bu ağaçları çevre-

leyen birkaç yüz metrekarelik oyun sa-

hasını bilirler.

Apartman Dairesinde Yaşamak/ Öfkeye Hakim

Olmak

Esasında apartman içinde koşama-

ma, gürültü yapamama sadece çocuk-

larımız için bir elem değil elbette. Tele-

vizyonun, radyo veya başka bir cihazın

sesini açamayız. Alt, üst, yan, bir altta-

ki, bir üstteki komşularımız aklımıza

gelir. Dudaklarımızı ısırarak, kendimi-

zi zapt etmeye gayret ederek sesimizi

kısarız. O halde sesimizi ne kadar yük-

seltebiliyorsak o kadar işte. İçimizden

geldiği gibi bir rahatlayamayız.

Sesimizi komşularımızın duyacağı-

nı ve yarın göz göze geleceğimizi dü-

şünerek zirveye çıkan coşkumuzu bile

birden yatıştırma telaşına gireriz. Si-

nirlilik hali apartman hayatına hiç gel-

mez zaten. Hz. Peygamber (s.a.v.) in-

san sinirlerince kızgınlığını gidermek

için abdest almasını tavsiye etmişti:

“Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten

yaratılmıştır. Ateş su ile söndürülür. Bi-

riniz öfkelendiği zaman abdest alsın.”6

Bugün ise apartman dairesinde yaşa-

mak mecburi olarak bu işi görüyor. Bir

fark var ki, sinirimiz geçmeden sinirle-

rimize hâkim oluyoruz. Abdest ise in-

sanı gerçekten sakinleştiriyor. O yüz-

den abdest alınmaya devam edilmeli.

İnsanî İlişkiler Sıfır Noktasında

Yabancıları bir araya getiren ve her-

kesi yabancı olarak bir arada tutan

apartman hayatı insânî ilişkileri sıfır

noktasına getirmiştir. Yaşadığımız bi-

nalarda komşularımızla o kadar yaban-

cıyız ki, aynı binayı paylaşmamıza rağ-

men ilk karşılaştığımızda bu binada mı

oturuyor diye tereddüt ettiğimiz insan-

lar olmaktadır. Özellikle de çok daire-

li binalarda. Bu sebeple karşı karşıya

geldiğimizde bir tebessümü, bir selam

vermeyi bile çok gördüğümüz olmakta-

dır. Oysa Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle

buyurmuştu: “(Mü’min) kardeşine te-

bessüm etmen sadakadır. İyiliği em-

redip kötülükten sakındırman sada-

kadır. Yolunu kaybeden kimseye yol

göstermen sadakadır. Yoldan taş, di-

ken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman

da senin için sadakadır.”7 Görüldüğü

üzere, insanlarla kaynaşmayı sağlayacak

küçük fırsatları bile heba ediyoruz.

Bir sorunumuz olduğunda, acil bir

şeye ihtiyaç duyduğumuzda, hasta ol-

duğumuzda veya çocuğumuz geldiğin-

de eve girebilsin diye anahtarı bıra-

kabileceğimiz güvenilir birine ihtiyaç

duyduğumuzda, komşumuzun kapı-

sını çalamayışımız ne acıdır?! Muhte-

melen apartmanda oturanların önemli

bir kısmı da aynı şeyleri düşünüyor-

dur. İnsanlar birbirine şüpheci gözler-

le bakmaktadır. Oysa Rabbimiz şöyle

buyurmuştu: “Ana babaya, akraba-

ya, öksüzlere, yakın komşuya, yakın

arkadaşa, yolda kalmışlara ve elleri-

nizdeki kölelere yardım edin.”8 Bir de

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ne buyurdu-

ğuna bakalım: Peygamberimizin arka-

daşlarından olan Amr’ın oğlu Abdullah

bir koyun kestirince kölesine şöyle der:

“Yahudi komşumuza da verdin mi?

Ona da bundan ikram ettin mi? Çünkü

ben Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu

işittim: “Cebrail bana komşuya iyi

davranmayı o kadar tavsiye etti ki,

neredeyse onu mirasçı kılacak zannet-

tim.”9

Bir özlemim daha var: Eski binalar-

da hiç olmasa soba yakardık. Hiç dü-

şündünüz mü, modern apartmanla-

rın elimizden alıp götürdüğü şeylerin

başında soba nimeti gelmektedir. Biz

anamın evinde kömürlü soba ile bü-

yüdük. İçine tıka basa kömürü doldu-

rup gürültüsünü dinleyerek etrafında

oturmaktan ve üzerinde ekmekleri kı-

zarttıktan sonra tereyağı sürmekten

müthiş haz alırdık. Kardeşler arasında

kavga çıkardı zaman zaman, kim han-

gi ekmek dilimini alacak diye. Kesta-

ne kızartırdık, bazen fındık, bazen de

çekirdek. Bugün kaloriferli evlerde bu

tatları tekrar yaşamaktan uzağız. Hepsi

mâzîde kalan birer hâtıra oldu.

Çocuklarımıza bunları anlattığımız-

da hikâye dinliyor gibi bakıyorlar. Oysa

anamın köydeki evde kuzinede yaptı-

ğı ekmekler ile ateşin közünde pişirdiği

mısırları nasıl unutabilirim?!

Nimet-Külfet Meselesi

Apartman hayatını bütünüyle kö-

tülemek elbette doğru olmaz. Kalori-

fer sisteminin sağladığı rahatlık, her

an sıcak su temin edebilmek, daha in-

tizamlı bir yuva kurma imkânı gibi

imkânlarına baktığımızda, hayatın ka-

çınılmazlarından biri haline gelen “be-

ton içi yaşam” maddî durumu “çok çok

iyi” olmayanların vazgeçemeyecekleri

yaşam alanları haline geldi. Bu haliyle

apartman yaşamı belki pek çok nimeti

ve rahatlığı sunmaktadır, ancak unut-

turduğu birçok güzelliklerimiz yanında

aynı zamanda birçok sorumluluğu da

beraberinde getirmektedir. Nimet-kül-

fet meselesi...

Bu sebeple kul hakkı açısından has-

sas olmayı gerektirmektedir. Bu açıdan

baktığımızda, apartman hayatı kul hak-

kının en çok yenildiği yerlerden birisi-

dir. Komşuyu rahatsız etmek, ona ait

eşyaya veya araca zarar vermek, apart-

mana ait araç gereci bozmak gibi hu-

suslar bu bağlamda zikredilebilir. Oysa

Allah Rasûlü iyi Müslümanın özellikle-

rini sayarken, komşusunun kendi zara-

rından emin olmasını zikretmişti.10

1 Tirmizî, 18452 Buhârî, 32243 Buhârî, 124 Buhârî, 22625 Buhârî, 5559

6 Ebû Dâvûd, 41527 Tirmizî, 18798 4/Nisâ, 369 Tirmizî, 186610 Muslim, 66

* Prof. Dr.

Dipnot

Page 23: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201244 45

dair konuşmayı unuttuk. Dost

meclislerinin sohbetleri bile

artık tüketim nesneleri üzerine

olmaya başladı. “Şu elbiseyi, bu

ayakkabıyı muhakkak almam

lazım, arabaya şunu taktırdım,

evin bilmem neresine şundan

kaplattım, eşyalarımı şu model

seçtim…” gibi açgözlülüğün iti-

rafları. Bunlar gerçek bir soh-

bette en fazla yüzde on oranın-

da yer tutabilecekken, bugün

maalesef dostlarla paylaşım-

larımızın neredeyse tamamını

satın alma ve sahip olma his-

terisi oluşturuyor. Ama kimse

daha fazla tükettiği için mutlu

değil.

Benlik Saygısı Satın Almak!

Çokbilmiş bir şovmen,

programındaki bayan konuğa

“Ben tam bir alışveriş manya-

ğıyım, evdeki tişörtün aynısın-

dan 3 tane alırım.” diyor. Ko-

nuk da katılıyor “Evet, ben de

aynen öyleyim.” Arada konu

sıkıntısı çeken sakil magazin-

ciler “Hangi mankenin kaç

yüz çift ayakkabısı var?” ko-

nulu haberler yapıyorlar. Şim-

di efendim bu durum hakkın-

da meslekî bir yorum yapacak

olursam şunu söyleyebilirim:

İnsan “homo ekonomi-

kus” olarak tanımlan-

madan çok önce de bir

şeylere “sahip olma”yı seviyor-

du kuşkusuz. Yaşamak için bir-

takım nesnelere sahip olmak

durumundayız. Ama kendi-

ni sadece mülkiyeti ile tanım-

lamak ve kendine bunun üze-

rinden değer biçmek modern

zamanların hastalığıdır. Etra-

fınıza bir bakın, insanların ko-

nuştuğu konulara… Ya alıp sat-

tıkları ya da alıp satmayı hayal

ettikleri nesnelerden bahset-

tiklerini görürsünüz. Mütema-

diyen evler, arabalar alınıyor,

yenileniyor. Hadi alındı bit-

ti diyelim, ondan sonra da me-

sela dekorasyonla kafayı bozup

“Şurasına bunu yaptırmalı, bu-

rasını da modifiye etmeli” diye

diye ömürler tükeniyor. “E, in-

sanız, ihtiyaçlarımız var. Hiç

mi bir şey almayalım?” diyen-

lerimiz olacaktır. Onlara da de-

riz ki: “İhtiyaca binaen bir şey

edinmek ve ondan sonra hay-

li zaman o konuyu dert etme-

mek ayrı, ihtiyaçların hiç ama

hiç bitmemesi ve sürekli dilimi-

zi/gönlümüzü meşgul etmesi,

dünyamızı kaplaması ayrıdır.”

Artık neredeyse duygula-

rımızdan bahsetmeyi, hayata

Kadın ve AileRukiye KARAKÖSE

SAHİP OLMADUYGUSU

“Etrafınıza bir bakın, insanların konuştuğu konulara… Ya alıp sattıkları ya da alıp

satmayı hayal ettikleri nesnelerden bahsettiklerini görürsünüz.”

“Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı…”

Yûnus Emre

Page 24: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201246

Alışveriş hastalarındaki “sa-

tın alma” eylemi, düşük olan

benlik saygısını arttırma ve ki-

şiyi aşan stres, engellenme ve

depresyon ile baş etmede kul-

lanılıyor. Yani insan lüzum-

suz yere harcama yaptığı zaman

ürün almıyor, benlik saygısı sa-

tın alıyor. O markayı kullanın-

ca, o telefona sahip olunca, o

arabaya binince kendini daha

değerli hissedecek. “Ben buna

değerim.” diye bir reklâm sloga-

nı vardı hatırlarsınız. Zımnen,

“Kullanmıyorsan değmezsin.”

demiş oluyor seyirciye.

Alışveriş hastalığı kadınlarda

daha sık görülüyor ve ortalama

17- 30 yaşları arasında başlıyor.

Alışveriş hastalığı nedeniyle

tedavi gören hastaların çoğun-

luğu, alışveriş öncesi büyük bir

arzu, hoşnutluk ve mutluluk ile

kontrol edilemez bir istek hali

yaşadıklarını, ancak sonrasın-

da da gerginlik ve yoğun bir suç-

luluk hissi duyduklarını belirti-

yorlar. Alışveriş olayı kişiliklere

göre farklılık gösterse de kadın-

ların tercih ettikleri genelde el-

bise, kozmetik eşya ve mücev-

her olurken, erkekler elektronik

eşya, büyük ev aletleri almakta-

dırlar. Cinsiyetler arasındaki bu

fark, erkeklerin daha çok bağım-

sızlık ve hareketliliği yansıtan

araçları alma eğiliminde olduk-

larını, kadınların ise görünüş ve

duygusal yönlerini ön planda tu-

tan simgesel ve kendilerini ta-

nımlayan eşyaları tercih ettikle-

rini gösteriyor.

Dünyayı Yutma Arzusu

Filozof-psikanalist Erich

Fromm “Sahip Olmak ya da Ol-

mak” (To have or to be) adlı ki-

tabında konuyu derinlemesi-

ne analiz etmiştir. Ona göre var

olmak, bir şeylere sahip olmak-

la eş anlamlı hale geldi. Çünkü

tüketim ideolojisi dünyayı yut-

ma arzusuyla doludur. Tüketici

ise sürekli ağlayarak biberonunu

isteyen ve hiç büyümeyen/doy-

mayan bir bebek olarak kalır bu

toplum düzeni içerisinde. Temel

olan, ihtiras sahibi bir kişinin

hiçbir zaman yeterli şeye sahip

olamayacağı ve mutlu, halinden

hoşnut ya da doyum içinde bulu-

namayacağı gerçeğidir.

Tüketim, günümüzün kapita-

list toplumunun en önemli sahip

olma biçimidir. Tüketilen şey ar-

tık bizim malımız olduğu ve geri

alınamayacağı için bu durum

korkularımızı geçici olarak azal-

tıyor. Ama her tüketilen şey de

tükendiği anda, artık kişiyi tat-

min edemez olduğu için insanlar

yeniden ve daha fazla tüketime

yönelmek zorunda kalıyorlar.

Bu sonu gelmeyen çarkın hep

tatminsiz, hep bir çırpınış içinde

kalan modern tüketicileri, ken-

dilerini şu formülle özdeşleştir-

mektedirler: “Ben, sahip oldu-

ğum ve tükettiğim şeyler dışında

bir hiçim.”

Yine Yûnus’tan:

Mal da yalan mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan…

47

RUBAİLERLE NECİP FAZIL

NECİP FAZIL YOK MU?

Örümcek Ağı, Ağaç, Sabırtaşı, Tohum’u Çöle İnen Nur, Çile; Esselâm, aşk sunumuBir Adam Yaratmak’ta, kader sırrı konumuBu Necip Fazıl yok mu, bu Necip Fazıl yok mu?

NECİP FAZIL VE ŞİİRİ

“Çile ve Büyük Köklerin Şâiri”“Kafiyenin Virtüözü, Mâhiri”Vasfi Mahir, “Rûhun Şiiri” diyorMiyasoğlu “…ve İnancın Şiiri”…

NECİP FAZIL İŞTE O…

Angarya’yı anlarsan, Necip Fazıl işte o…Ve Parya’yı anlarsan, Necip Fazıl işte o…Çile’yi anlamak zor, yaşamaksa bir akkor…Sakarya’yı anlarsan, Necip Fazıl işte o…

O

Örümcek Ağı’nda gizi buldu OKaldırımlar’da bizi buldu OBen ve Ötesi’nden, Çile’den geçipÇöle İnen Nur’da izi buldu O…

NECİP FAZIL DİYOR Kİ

Değil hiçbir sözü, onun âfâkîHer ne söylediyse ayniyle vâkîÜstad Necip Fazıl, “derdimiz” diyor“Sâdece ahlâkî, yalnız ahlâkî”…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Page 25: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

49Şubat 201248

EdebiyatMustafa ÖZÇELİK

Doğu’nun kadİm bİlgesİ:

SÂDÎ ŞİRÂZÎ

Mehmet Akif Ersoy, Sâdî’den bahseder-

ken “Azim” şiirinin başında “Hem li-

san hem de bulduğu konular itibariy-

le Fars şairlerinin en büyüğü” olarak gördüğü Sâdî’yi,

“Bizim Şark’ımızın rûh-i kemâli” olarak görür ve onu

“Üstad-ı İrfan” şeklinde anar. Akif’in Sâdî’ye hayranlı-

ğı bununla da kalmaz. Ondan manzum tercümeler ya-

par ve bazı makalelerinin altına Sâdî imzasını atacak

şekilde ona meftunluk gösterir. Zira Sâdî, ona “İnsan-

lığa hizmet etme yolunu gösteren adamdır.”

Akif’in bu ifadeleri, aslında Sâdî’nin Osmanlı kül-

tür ortamında nasıl bir algıyla ele alındığını gösterir.

Gerçekten de Sâdî, sadece Mehmet Akif’i değil hemen

bütün Osmanlı ediplerini etkileyen, onların kendi-

sinden hayranlıkla bahsettiği, eserlerini okuduğu bir

isme dönüşmüştür. Mesela Ziya Paşa da Harabat mu-

kaddimesinde ondan bahsederken

Bir kimse okursa Bûstan’ı

Anlar o zaman nedir cihanı

diyerek bu durumu ortaya koyar. Bütün bunlar şu

anlama gelmektedir. Sâdî, sanat anlayışı ve anlatım

tarzıyla hem kendi kültür coğrafyasında hem de Os-

manlı ülkesinde bilinip tanınan bir bilgedir. Bilgedir

dedik, zira onun sevilip benimsenmesinin asıl sebebi

ondaki bu irfanî yöndür. Onunla ilgili olarak daha pek

çok değerlendirme yapmak mümkündür ama bu bü-

yük bilgeyi tanımak için önce hayatına bir bakmak ge-

rekecektir.

Bilginin Bilgeliğe Dönüşmesi

İran edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak

kabul edilen Sâdî’nin asıl adı Ebu Abdullah Muşar-

rif b. Muslih el-Şirazî’dir. Ancak o, Sâdî-i Şirazî yahut

Şirazlı Sâdî olarak tanınmıştır. Sâdî, 1193’te Şiraz’da

dünyaya geldi. 12 yaşında yetim kaldı. Moğol istilası

üzerine M. 1225 yıllarında Bağdat’a geldi ve tahsilini

burada bulunan Nizamiye Medresesinde tamamladı.

Burada Sühreverdi ve Ebulferec bin Cezvi gibi hoca-

lardan dersler aldı.

İşte Sâdî’i Sâdî yapan, bu eğitimler sonucunda

edindiği bilgilerdir. Fakat Sâdî, “bilgi” ile yetinme-Muhammed GÜLSEREN

Sadi Şirazi Türbesi / İran-Şiraz

Page 26: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201250 51

miş “bilgelik” yolunu seçmiştir. Onda bilginin bil-

geliğe dönüşmesi daha çok yaptığı seyahatler ve

bu esnada kazandığı tecrübelerle olmuştur. Sâdî,

eğitim sürecinde sonra başta Hemedan ve Hora-

san olmak üzere, hemen bütün doğuyu gezip do-

laşmış, bir süre Mekke, Şam ve Kuzey Afrika’da

ikamet etmiştir. Bir ara Kudüs’e giderken Frenk-

lerin eline düşen Sâdî, daha sonra Trablusşam’da

esirlerle birlikte hendek kazarken, ileri gelen bir

Halepli tarafından 10 dinar karşılığında esirlikten

kurtarılmış ve Halep’e götürülerek kızıyla evlen-

dirilmiştir. Sâdî, işte böylesi uzun ve maceralı yol-

culuktan sonra, M. 1257 yılında Şiraz’a döner.

Sâdî’nin eser telifi, bundan sonra başlar. Zira

ülkesine döndüğünde devlet başkanları Ebu Bekr,

Moğollarla sulh yaparak ülkesini rahata kavuştur-

muştu. Bundan yararlanan isimlerden bir de Sâdî

olmuş ve bu hükümdar tarafından kabul görmüş

ve böylesi uygun bir ortamda eser telifine başla-

mıştır. Dikkat çeken bir nokta da Sâdî’nin bu sı-

ralarda elli yaşında olmasıdır. Bu, şu anlama gel-

mektedir. Yazar, o tarihe kadar herhangi bir eser

kaleme almamış ve yıllarını bilgi ve tecrübe edin-

meye harcamıştır. Eserlerini bundan sonra ver-

meye başlayan yazar, kısa zamanda tanınmış ve

şöhreti memleketinin dışına taşmıştır. Bilhassa

Osmanlı coğrafyasında büyük bir ilgi görmüştür.

Birkaç sene sonra ülkesindeki şartlar değişti. Ha-

mileri olan Ebu Bekr bin Sa’d bin Zengi ve oğlu

İkinci Sa’d vefat etti. Yerine çocuk yaşta bulunan

ikinci Sa’d’ın oğlu Muhammed geçti. Bu hüküm-

darla birlikte Salgurlu Hanedanı çöktü. 1264’te

de Moğol hakimiyeti altına girdi. Sâdî, bu olay-

lar üzerine tekrar Şiraz’dan ayrılıp Mekke’ye git-

ti. Hac yaptı. Ardından Şiraz’a tekrar döndü. Bun-

dan sonraki hayatını ise mezarı için ayrılan yerin

yanındaki dergâhta ibadet edip ilim öğretmekle

geçirdi. 1292’de Şiraz’da vefat etti. Mezarı Şiraz’ın

kuzeydoğusunda, şimdi kendi adıyla anılan han-

gahının bulunduğu yerdedir.

İki Büyük Şaheser: Bostan ve Gülistan

Sâdî’nin “Bisütun” diye tanınan eser külliyatı

içinde çoğu kayıp 16 kitap ve 6 risale bulunmakta-

dır. Fakat Sâdî denildiğinde akla hemen hem do-

ğuda hem de batıda klasikleşmiş olan Bostan ve

Gülistan gelecektir. Dolayısıyla önce onlar hak-

kında bilgi verelim:

Sâdî, Bostan adlı eserini büyük yardımlarını

gördüğü Sultan Ebu Bekir adına 1257’de yazdı.

Bostan, tamamen manzum bir eserdir. 4000 be-

yitten çok tutan eser, Fe û lün Fe û lün Fe û lün Fe

ûl kalıbıyla ve mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır.

Sâdî bu eseri yazma sebebini şöyle açıklar: “Dün-

yanın her tarafını gezdim dolaştım, çokça insan

tanıdım. Bununla beraber Şiraz’ın temiz insanları

gibi mütevazı insan görmedim. Bu insanları mu-

habbeti beni Şam’dan Rum illerinden çekti, artık

Şiraz’a dönmek istedim. Fakat buralardan döner-

ken dostlarımın yanına eli boş dönmek çok ağı-

rıma gitti. Mısır’dan dönenler gittikleri yere Mı-

sır şekeri götürürler ben ise eli boş dönüyorum.

Dostlarıma şeker götüremiyorsam da şekerden

daha tatlı sözler götüreceğim dedim ve bununla

teselli buldum. Ne yazacağımı düşündüm ve ter-

tibini yazdım. Düşündüğüm şeyden adeta güzel

bir saray oldu ve o saraya on kapı yaptım: 1. Ada-

let, 2. Cömertlik, 3. Aşk, 4. Alçakgönüllülük, 5.

Kadere boyun eğme, 6. Kanaat, 7. Terbiye, 8. Şü-

kür, 9. Tevbe, 10. Münâcât… Sâdî’nin söylediği bu

kapılar, eserin bölümleridir.

Gülistan ise Bostan’dan bir yıl sonra aynı şekil-

de kendisine büyük saygı gösteren Veliaht İkin-

ci Sa’d adına kaleme alınmıştır. Bostan’dan daha

çok meşhur olan ve bir edebiyat şaheseri olarak

görülen Gülistan ise nazım ve nesir karışık halde

yazılmıştır. Eser, 1. Hükümdarların Hâl ve Hare-

ketleri, 2. Allah Dostlarının Ahlakı, 3. Eldekiyle

Yetinmenin Güzellikleri, 4. Susmanın Faydası, 5.

Aşk ve Gençlik, 6. Güçsüzlük ve İhtiyarlık, 7. Ter-

biyenin Önemi, 8. Sohbet Yöntemi bölümlerin-

den oluşmaktadır. Bu eserinde bir yazılış hikâyesi

vardır. Buna göre Sâdî, bir dostunun çok zengin

gül bahçesine ziyarete gitmiştir. Orada dostu gül-

leri ile iftihar ederken Sâdî bu güllerin geçici ol-

duğunu asıl ve kalıcı gülleri edinmemiz gerekti-

ğini belirterek içinde asırlarca solmayan taptaze

güller olacak bir bahçeyi yani Gülistan’ı yazaca-

ğını söyler.

Her iki eserin pek çok ortak tarafı bulunmak-

tadır. Mesela, ikisi de klasik eserlerin tarzı doğ-

rultusunda münacat ve naat ile başlar. Diğer yan-

dan yazar, Ezop Masalları’nda olduğu gibi daha

çok kendi deneyim ve gözlemlerini anlatıyor gi-

bidir. Yine Ezop’ta olduğu gibi ders verici hayvan

hikâyelerinden yararlandığı da dikkati çekmekte-

dir. Amaç, bireysel ve toplumsal sorunları daha iyi

anlatabilmek ve insanlara benimsetilmek istenen

ahlakî telakkileri kalıcı bilgi ve davranışa dönüş-

türmektir. Bu iki esere, bu yönleri itibariyle aynı

zamanda bir “nasihatname” gözüyle de bakılabi-

lir. Zaten, yazar da her hikâyenin sonunda kıssa-

dan hisse çıkarmış ve o hikâyeyi yorumlayarak

okura adeta nasihatlerde bulunmuştur.

Bostan da Gülistan gibi asırlarca İslâm

âleminde büyük rağbet görmüş, medreseler-

de ders kitabı olarak okunmuş, birçok şerh ve

tercümeleri yapılmıştır. Yakın zamana kadar

Anadolu’da okunan bu eserler, muhtelif kimseler

tarafından şerh ve tercüme edilmiştir.

Bu eserlerin bu kadar şöhret bulmasının bir

sebebi de hemen bütün doğu edebiyatının insana,

hayata bakışıyla ilgili tutumudur. Bu edebiyatta

insanın mutlak mutluluğa ve erdemli varlığa ulaş-

ması işlenir. Bu sebeple yazılan eserlerde ya ideal

insan modeli işlenmiş ya da bu yolda yürüyenle-

rin hikâyeleri anlatılmıştır. Böylesi bir anlatımın

o devrin şartlarıyla da ilgisi vardır.

Sâdî, Moğol istilasına tanık olan bir devri ya-

şamış, bu istilanın sıkıntılarını hem kendi çekmiş

“Sâdî’nin “Bisütun” diye tanınan eser

külliyatı içinde çoğu kayıp 16 kitap

ve 6 risale bulunmaktadır. Fakat Sâdî

denildiğinde akla hemen hem doğuda

hem de batıda klasikleşmiş olan

Bostan ve Gülistan gelecektir.”

Muh

amm

ed G

ÜLS

EREN

Sadi

Şira

zi’n

in K

abri

/ İra

n-Şi

raz

Page 27: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201252 53

hem de diğer insanların sıkıntılarını gözlemlemiş-

tir. İşte her iki eser de insanlara bu sıkıntılardan

kurtularak nasıl mutlu insan olacaklarının yolla-

rını göstermektedir. Eserlerin yöneticilere ithafı

da önemlidir. Müellif, bilgeliğini bu anlamda da

göstererek onarla iyi ve adaletli bir yönetimin na-

sıl olabileceğine ilişkin fikirlere de yer vermiş ve

eserlerine aynı zamanda bir “siyasetname” özelli-

ği de kazandırmıştır.

Denizden Birkaç Damla

Sâdî’nin eserleri tam anlamıyla birer hik-

met denizidir. Sözün sonunda bu denizden bir-

kaç damla sunarak nasıl bir bilgelikle karşı kar-

şıya olduğumuzu

görmekte fayda

vardır: Şöyle diyor

Sâdî: “İnsan ruhu-

nu iki şey karar-

tır: Susulacak yer-

de konuşmak ve

konuşulacak yerde

susmak.”, “Ne ka-

dar okursan oku;

bir bilgine yakışır

şekilde davranma-

dığın sürece, cahil-

sin.”, “Gönlünün

dertli olmasını iste-

mezsen, dertli gö-

nülleri dertlerin-

den kurtar.”, “Üç

şey sürekli kalmaz;

ticaretsiz mal, tek-

rarsız bilgi, cesaret-

siz iktidar.” , “Hal-

kın bahçesinden

padişah bir elma yerse, adamları ağacı kökünden

sökerler.”, “Kendi ahlakını düşmanından dinle;

dostun gözünde her yaptığın iyidir.”, “Kurdun ka-

fasını, halkın koyunlarını paraladıktan sonra de-

ğil, önce kesmek gerekir.”

Sâdî, bu hikmetli sözlerini bir kıssadan son-

ra söyler. Onun bu yönünü görmek adına bir kıs-

sasını da buraya almak uygun olacaktır: “Bağdat

şehrinde bir gün şöyle bir haber duyulmuş. Şeh-

re gelen bir dervişin duası kabul oluyormuş. Bunu

duyan Bağdat valisi, onu yanına çağırmış ve de-

miş ki: “Benim hakkımda hayırlı bir dua et.” Der-

viş, valinin çok zalim olduğunu biliyormuş. Bu

yüzden şöyle bir dua etmiş: “Ey Allah’ım! Bu ada-

mın canını hemen al.” Vali, dervişe: “Bu ne biçim

bir duadır” diye bağırmış. Derviş demiş ki: “Sen

benden hayırlı bir dua istemedin mi?” “Evet” de-

miş vali. Derviş de bunun üzerine “Öyleyse hayırlı

olan senin ölmendir Böylece hem sen yeni zulüm-

ler yapma imkânını kaybedersin. Hem de halk

senin zulmünden kurtulmuş olur. Sen zalim bir

adamsın. Yaşamandansa ölmen daha hayırlıdır.

Ben onun için böyle bir dua ettim.” demiş.

Türkçe’de Sâdî

Sâdî’nin Türk

şair ve yazarları üze-

rinde büyük etkisi

olmuştur. XIV. yüz-

yıldan itibaren Türk

edebiyatında yeti-

şen şair ve yazarlar

onun eserlerinden,

özellikle de Bostan

ve Gülistan’dan et-

kilenmiş, bu etki-

yi eserlerine yansıt-

mışlardır. Bu şair

ve yazarlardan ilk

akla geleni 14. yüzyıl

mesnevi şairi Hoca

Mes‘ûd’dur. Ahmet

Paşa, Müniri, İznik-

li Bekayi, Yahya Bey,

Ömer Fuadi, Sünbülzâde Vehbi, Tanzimat Şairle-

rinden Ziya Paşa ve son dönemde Mehmet Akif,

Sâdî’yi üstad kabul eden yazar ve şairlerden ba-

zılarıdır.

Sözün burasında bu büyük bilgenin Bostan ve

Gülistan’ını Türkçe’ye çevirerek çok önemli bir

kültür hizmeti yapmış olan Kilisli Rıfat Bilge’yi de

burada özellikle anmak gerekir.

ZAMANDAN ÖTEYE

Sana sevgilerin en güzelini,Canımla süsleyip sunmak isterim.Rüyalar içinde tutup elini,Gonca güller gibi yanmak isterim.

Sevgiden bir tüle bürünmek için,İçimdeki benden arınmak için,Sana Senin gibi görünmek için,Nurdan yüreğinde yunmak isterim.

Sonsuzluk suyundan içeyim diye,Aşkın kilidini açayım diye,Zamandan öteye geçeyim diye,Muhabbet mülküne konmak isterim.

Say ki ben Ferhat’ım, Mecnun’um say ki,Kerem gibi yanmak öyle kolay ki,Gönlümden yükselen sesimi duy ki,Her nefeste seni anmak isterim.

Sen yoksan yoğum ben, sen varsan varım,Seninle sonsuzum, seninle bir’im.Her nereye gitsen oradır yerim,Peşinde kuş gibi dönmek isterim.

İnan ki Rasul’üm muhtacım buna,Dünya amber olsa doymam kokuna,Ebedî âlemde en son uykunaKarışıp aşkına kanmak isterim.

Yusuf DURSUN

Sadi Şirazi’nin Temsili Resmi

Page 28: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

53Şubat 201252

Birinci Dünya

Harbinin son-

larına doğ-

ru üttefiklerin yenilmesi üze-

rine, Osmanlı İmparatorluğu

30 Ekim l9l8’de Mondros Mü-

tarekesini imzaladı. Bu anlaş-

maya göre, Anadolu’nun bir-

çok yeri gibi Maraş da işgal

altına girdi. Maraş önce, İngiliz

kuvvetleri tarafından 23 Şubat

l9l9’da işgal edildi. 8,5 ay sü-

ren İngiliz İşgali sırasında pek

kayda değer bir olay cereyan

etmedi. Bunun da en büyük ne-

deni işgal kuvvetleri arasında

çok sayıda Cezayirli, Tunuslu

ve Hintli Müslüman askerlerin

bulunmasıydı. Ancak şehirde

bulunan yerli Ermeniler bun-

dan rahatsızlık duyuyorlardı.

İşgal Komutanlıklarına yap-

tıkları başvuru neticesinde 29

Ekim l9l9’da İngiliz işgali sona

erdi. Şehir bu defa da Fransız

kuvvetlerinin işgali altına girdi.

Fransız kuvvetlerinin şehre gi-

rişleri yerli Ermeniler tarafın-

dan büyük bir coşku ve taşkın-

lıklarla karşılandı. Bu durum

yerli Maraş halkını çok rahatsız

etti. Şehir içten içe kaynamaya

başladı.

Sütçü İmam Olayı

Fransızların Maraş’ı işgalin-

den kısa bir süre sonra olaylar

başladı. Olaylar ilk anlarda yer

yer küçük grupların karşılıklı

sataşma ve atışmalarla meyda-

na geliyordu. Bu arada asıl adı

Ali olan Sütçü İmam, Uzunoluk

Caddesinin kenarında hem süt

satarak geçimini sağlıyor, hem

de fahrî olarak imamlık yapı-

yordu. Ermenilerin ilk taşkın-

lık ve şımarıklıkları 31 Ekim

1919 Cuma günü sabah saatle-

rinde görüldü. Fransızlardan

güç alan Ermeniler, şehre da-

ğılarak önlerine gelen Türklere

hakaret ediyorlar, Türk Mille-

tinin örf, âdet, gelenek ve gö-

renekleri ile dinine dil uzatı-

yorlardı. Çeşitli mahallelerde

yer yer olaylar patlak verme-

ye başladı. Fransız askerleri de

bu duruma seyirci kalıyorlardı.

Fransız ve Ermeni askerler

üçer-dörder kişilik gruplar ha-

linde çarşı-pazar ve mahal-

leleri dolaşıyorlardı. Türkle-

rin bazılarını dövmelerinin

yanında, Türk Milletini ve

Türk Hükümeti’ni aşağılayıcı

sözler sarf ediyorlardı. Sataş-

ma, dövme, yaralama gibi taş-

kınlıklarda yetmiyormuş gibi,

sarkıntılık etmeye de başladı-

lar. Dinine, vatanına, milletine,

ailesine, namusuna bayrağı-

na, kitabına, şeref ve haysiye-

tine bağlı; başkalarının boyun-

duruğu altında yaşamaktansa,

ölümü bile tercih eden Maraş-

lılar adeta kükrediler. Fran-

sız askerleri, Türklerin cesaret,

azim ve kararlılığını henüz ta-

nımıyorlardı. Fransızlar ve Er-

menilerin bu taşkın hareketle-

ri, Türklerin azim ve iradelerini

artırıyordu. Türkler için artık

TarihResul KESENCELİ

SAVUNMASI

MARAŞKURTULUŞ SAVAŞINDA

Serta

ç AK

KUŞ

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Page 29: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201254 55

tahammülü mümkün olmayan

bir yere gelinmişti. Bardağı ta-

şıran son damla, Fransız asker-

lerinin Uzunoluk Hamamı’ndan

çıkan Türk kadınlarına sarkıntı-

lık etmeleri oldu. Bir grup Fran-

sız ve Ermeni askeri ikindi üze-

rinde Uzunoluk Caddesi’nden

kışlaya dönüyorlardı. O anda

Uzunoluk Hamamı’ndan yüz-

leri peçeli iki Türk kadını çıktı.

Üç kişi olan ve sarhoş durumda

olan Fransız ve Ermeni askerle-

rinden birisi, hamamdan çıkan

Türk kadınlarına saldırdı ve pe-

çesini yırttı. “Artık burası Türk-

lerin değildir, Fransız memleke-

tinde peçe ile gezilmez.” diyerek

kadıncağıza ilişmek istedi. Peçe-

si yırtılan ve zor durumda kalan

kadıncağız bayılıp yere düştü.

Diğer kadın da imdat isteye-

rek bağırdı. Olayı Kel Hacı’nın

kahvesinden gören Türkler dı-

şarı çıkarak, askerlerin üzeri-

ne yürüdüler. Türkler, Ermeni-

lere ihtarda bulunarak yollarına

gitmelerini söylediler. Ermeni-

ler kötü sözler sarf ederek silah

kullandılar. Bu arada Çakmakçı

Sait orada kurşunla yaralandı ve

şehit oldu. Gaffar Osman da ya-

ralandı.

İlk Kurşunu Atan Sütçü İmam

Bu sırada Sütçü İmam,

Karadağ tabancasını alarak

dükkânından hızla olayın ol-

duğu yere geldi. Silahını Er-

meni askerlerinin üzerine bo-

şalttı. İlk kurşunu atan Sütçü

İmam’ın silahı ile yaralanan Er-

meni askeri arkadaşlarının yar-

dımı ile kışlaya götürüldü. Ya-

ralı asker bir gün sonra öldü. 1

Kasım 1919 tarihinde ölen Er-

meni için büyük bir cenaze töre-

ni düzenlendi. Sütçü İmam ise

Nalbant Bekir’den aldığı bir atla

Bertiz’in Ağabeyli Köyünde bu-

lunan Beyazıt oğlu Muharrem

Bey’in yanına gitti. Sütçü İmam

Ermeni ve Fransızlar tarafından

sürekli arandı. Bulunması için

de Maraş’ın resmî makamları

çok sıkıştırıldı. Bütün çabalara

rağmen Sütçü İmam bulunama-

dı. Sütçü İmam’ın bu unutul-

maz kahramanlığından dolayı

halk adeta birbirine kenetlene-

rek kardeş oldu. Birlik ve bera-

berliğin en güzel örneği bundan

sonra da yaşandı. Sütçü İmam

olayı, Kahramanmaraş harbin-

de de yeni bir ışık, yeni bir zafer

yolunu açmış oldu. Fransız as-

kerlerinin ölmesi, Fransızlarla

Ermeniler arasındaki sıkı ilişki-

yi daha da artırdı. Fransız asayi-

şinin bozulmasına Türk düşma-

nı Ellik Ermenileri sebep oldu.

Çünkü Fransızlar; Türklerin va-

tan ve namusuna bu kadar sada-

katle bağlı olduklarını bilmiyor-

lardı.

Olayların Gelişmesi

Sütçü İmam hadisesinden

sonra gözleri dönmüş Erme-

niler, çılgınlıklarını artırmaya

başladılar. Ermeniler sağa sola

ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu

Hüseyin’i şehit ettiler. Bu ara-

da Türkleri öldürüp kadınları-

nı alacaklarını, camilerine çan

takacaklarını söylemeye başla-

dılar. Gaziantep yolu üzerinde-

ki Zeytinlikte Tiyeklioğlu Kadir

isimli genci boğazlayarak bur-

nunu ve kulaklarını kestiler. Ti-

yeklioğlu Kadir, Sütçü İmam’ın

dayısının oğlu olduğundan,

özellikle işkence sonucu öldür-

düler. 1 Kasım 1919 Ermenile-

rin yaptıkları cinayetler artarak

devam etti. Şekerli Mahallesin-

den Nasıroğlu Mehmet, arka-

dan kamalanarak Ermeniler ta-

rafından haince şehit edildi. 14

Kasım 1919 günü yine, Çiçekli

Mahallesindeki evinden komşu-

suna gitmekte olan Âşık Musta-

fa oğlu Ökkeş’i şehit ettiler. Bu

arada Kuyucak Kümbet, Çiçekli

ve Haydarlı Mahallelerinde top-

lanan Ermeniler, silahlanarak

Türkleri tek tek yakalayıp işken-

ce etmeye başladılar. Maraşlıla-

rın gitgide sabrı taşıyordu. Bu

sırada haberleşme telgrafla ya-

pılıyordu. Telgraf makinelerin-

den Türkler de gizlice yararla-

nıyorlardı. Türkler tarafından

Cancık Mağarası’na yerleştiri-

len Telgraf makinesi sayesinde

Sarıgüzel, Maksutlu, Bertiz, Sa-

rıçukur ve Kavlaklı Köyleri ve

Pazarcık’taki Kılıç Ali Beyle ha-

berleşme sağlanıyordu.

Bayrak Hadisesi

İşgalci güçlerin şehirde

yaptığı taşkınlıklar tam bir terör

havasına dönmüştür. Olaylar bir

türlü durmak bilmez. 27 Kasım

l9l9 gecesi Ermenilerin ileri ge-

lenlerinden Hırlakyan’ın evinde

işgal komutanının şerefine bir

balo tertiplenir. Baloda komuta-

nın dansa davet ettiği genç Er-

meni kızı “Sizinle dans etmek-

ten mazurum. Çünkü kendimi

esarette hissediyorum. Kalede

Türk Bayrağı dalgalandığı sü-

rece, sizinle dans edemem!” di-

yerek teklifini reddeder. Bunun

üzerine askerlerine derhal emir

veren komutan, kaledeki Türk

Bayrağını indirtir. 28 Kasım

l9l9 Cuma günü Maraş’ın kara

sabahıdır. Yatağından kalkan

Maraşlılar, asırlardan beri kale

burcunda dalgalanan şanlı bay-

raklarını göremezler. Bu olay

şehri infiale sürükler. Savcı-

Avukat Mehmet Ali Kısakürek

derhal kaleme sarılarak “Âlem-i

İslâm’a Hitap” beyannamesi-

ni yazarak şehrin muhtelif yer-

lerine dağıttırır. Halkı, bayrağın

indirilmesine tepki gösterme-

ye davet eder. Bir milletin is-

tiklaline son verilmesi anlamı-

na gelen bayrağının indirilmesi

karşısında Maraşlılar sessiz kal-

mazlar ve Cuma namazı vak-

ti Ulu Camii’de toplanır. Ezan

okunduktan sonra, camide top-

lanan halka Cuma hutbesinde

cami imamı Rıdvan Hoca “Aziz

Cemaat, kalesinde düşman bay-

rağı dalgalanan bir millet hür-

riyetini kaybetmiş sayılır. Hür-

riyet olmayan bir yerde cuma

namazı kılmak caiz değildir.”

der. Maraş halkı ise “Bayraksız

namaz kılınmaz!” diye bağırır.

Dağıtılan beyannamenin doğru

olduğunu tasdik ederler. Bunun

üzerine Maraşlılar topluca kale-

ye hücum ederek, indirilen bay-

rağı yeniden kale burçlarına di-

kerler.

Büyük Savaş Başlıyor

Türk Bayrağının Maraş

Kalesi’ne çekilmesinden son-

ra gerginlik iyice artar. Sa-

vaşın patlak vermesi an me-

selesidir. Fransızlar, hazırlık

yaparken, Türkler de kendi ara-

larında öbek öbek toplanmaya

ve fikir alışverişinde bulunma-

ya başlarlar. Veziroğlu Mehmet

Alpaslan’ın evinde bir toplan-

tı yapılır. Maraşlıların düşman-

la savaşa teşkilatlandırılması-

nın biri de burada sağlanmıştır.

Maraş’ın ileri gelenlerinden Ve-

ziroğlu Mehmet, Sandal Osman,

Cerrahoğlu Zekeriya, Başkâtip

Rıza, Karcı Hacı, Kocaoğlu Ev-

liya, Veliefendioğlu Ziya ve Ho-

caoğlu Nuri’den oluşturulan 8

kişilik Temsil Grubu doğrudan

Sivas Heyet-i Temsiliyesi ile iliş-

ki kurma hazırlıklarını yaparlar.

Ayrıca, Maraş’ın Hatuniye, Şe-

kerli, Bayazıtlı, Kayabaşı, Di-

vanlı, Acemli, Ekmekçi, Dereiçi

Mahallelerinde de toplantı ya-

pılarak teşkilatlanma çalışmala-

rı başlarlar. Bu teşkilatlandırma

çalışmaları düzenli bir hale ge-

tirilerek “Maraş Müdafa-i Hu-

kuk Cemiyeti” kurulur. Cemi-

yet üyelerine savaş taktikleri

öğretilerek, savaş sırasında ne-

ler yapılacağı, nasıl hareket edi-

leceği üzerinde temel bilgiler

verilir. Teşkilatlanma hazırlı-

ğı tamamlandıktan sonra savaş

harekâtına geçmek için Sivas Heyet-i Temsiliyesi’ne başvu-

rulur. Sivas Heyet-i Temsiliye-

si, o zamanlar da merkez karar

organı durumunda idi. Sivas

Heyet-i Temsiliyesi, savaş için

Yüzbaşı Kurtoğlu Salim Bey ile

Üsteğmen Kılıç Ali Bey’i görev-

lendirilir. Kahramanmaraş’ta

savaş hazırlıkları artık tamam-

lanmıştır. Herkesi heyecanlı

bir bekleyiş sarar. Herkesi her

an şehit olma, yok olma duru-

Sütçü İmam’ın KabriUlu Camii / K. Maraş

Page 30: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201256

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

Âsım b. Ömer b. el-Hattâb (R.A.)

Adı : Âsım b. Ömer

Künyesi : Ebû Ömer (Ebû Amr)

Doğum yılı : Hz. Peygamber (s.a.v)’in vefatın-

dan iki yıl önce (630) veya H. 6. yılında (628)

Doğum yeri : Medine

Baba adı : Ömer b. el-Hattâb el-Kureşî el-

Adevî

Anne adı : Cemîle bint Sabit el-Ensâriyye

Eş(ler)i : Tespit edilemedi.

Akrabaları : Halife Ömer b. Abdilaziz’in anne

tarafından dedesi; Âsım b. Sâbit ise dayısıdır.

Oğulları : Hafs, Ubeydullah

Kızları : Ümmü Asım,

Kabilesi : Kureyş

İslam’a girişi : Doğuştan

Sohbet süresi: 2 veya 4 yıl

Rivayeti : Hz. Peygamber (s.a.v)’den baba-

sı aracılığıyla bir rivayeti var.

Yaşadığı yer : Medine, Kuba,

Mesleği : Tespit edilemedi.

Hicreti : Yok

Savaşları : Tespit edilemedi.

Görevleri : Tespit edilemedi.

Fiziki yapı : Uzun boylu, iri yapılı, uzun kol-

luydu.

Mizacı : Asaletli, cömert, kimseyi incit-

meyen ve kimsenin aleyhinde bulunmayan din-

dar, fakih bir kişiydi.

Ayrıcalığı : Şairdi, fasih, beliğ konuşan bir

edipti.

Ömrü : 62 veya 66 yaşında

Ölüm yılı : H. 70.

Ölüm yeri : Rebeze

Ölüm sebebi : Yaşlılık veya hastalık

Hakkında : Ağabeyi Abdullah b. Ömer:

“Ben ve kardeşim Asım insanlara sövmeyiz” di-

yerek kendisine rahatsızlık veren kişiye karşı-

lık vermemiştir. Yine onun ölümüne çok üzülen

abisi Abdullah: “Keşke ölüm (Âsım’ı) geri bırak-

saydı da; ya birlikte yaşasaydık yahut beraber öl-

seydik” diye şiir söylemiştir. Âsım’ın çocukluğu,

Hz. Ömer’den boşandıktan sonra Abdurrahman

b. Yezîd’le evlenen annesinin yanında geçmiştir.

Henüz dört veya sekiz yaşlarında iken, Hz. Ömer

onu almak istemişse de, Âsım’ın anneannesi buna

engel olmuş ve neticede iki tarafı da dinleyen ha-

life Hz. Ebû Bekir, Âsım’ın ninesine verilmesi-

ni uygun görmüş, Hz. Ömer de karara uymuştur.

Ancak daha sonra o, Hz. Ömer’in himayesinde ye-

tişmiş ve onun tarafından evlendirilmiştir.

Hadisleri : “Gece şuradan geldiğinde, gün-

düz de şuradan gittiğinde ve güneş battığında

oruçlu artık iftar eder.”

Kaynaklar: İstîâb, I. 236; İsâbe, V. 3; Üsd, I.

554; DİA, III. 478-479; İbn Sa’d, Tabakât, V. 15;

Nübelâ, IV. 97.

*Prof. Dr.

57

munun yanında sevinç, gözya-

şı ve savaşın kazanılması gibi

düşünceler sarmıştır. 21 Ocak

l920 günü şehir harbi başlar.

22 gün ve gece süren bir müca-

deleden sonra yediden yetmişe

her Maraş evladı silaha sarıla-

rak tek yürek, tek bilek halinde

bütün mevcudiyetini ortaya ko-

yar. Sonunda kendisini yok et-

mek isteyen düşmanı yerli iş-

birlikçileri ile birlikte mağlup

eder, büyük bir zafere imzasını

atar. Bu uğurda pek çok evladı-

nı şehit verir. Maraş’ın düşman

istilasından kurtulması, Türk

Kurtuluş Savaşının da ilk ha-

reketini teşkil eder. Maraşlılar,

daha o tarihte “Kendini Kurta-

ran Şehir” unvanı ile anılmaya

başlamakla birlikte, çevre ille-

rinde yardımına koşarak millî

dayanışmanın en güzel örnek-

lerini verir.

İstiklal Madalyası ve “Kahramanlık”

Unvanının Verilmesi

Maraş’ın Kurtuluş Savaşında

şehir halkı ile birlikte topyekûn

direniş göstermesi ve çevre vi-

layetlerin de yardımına koşma-

sı büyük takdir toplar ve Kurtu-

luş Savaşı sonrasında Maraş’a

bir yazı gönderilerek Millî

Mücadeleye katılanların listesi

istenir.

Şehrin ileri gelen yöneticileri

toplanır, bir durum tespiti yapar.

Sonunda Ankara’ya “Maraş’ta

Millî Mücadeleye katılmayan

tek fert bile yoktur.” cevabı ve-

rilir. Bunun üzerine 5 Nisan

1925 yılında toplanan Türki-

ye Büyük Millet Meclisi İstiklal

Madalyası’nın Maraş’ta fertlere

değil, şehir halkına verilmesi ka-

rarlaştırılır. Maraş bir adet kır-

mızı şeritli İstiklal Madalyası ile

ödüllendirilir.

Maraş şehri yine Millî Müca-

deledeki fedakârlığından ötürü

TBBM tarafından 7 Şubat l973

tarihinde de “Kahramanlık” pa-

yesiyle de ödüllendirilir.

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Page 31: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

61Şubat 201260

FıkıhAbdullah KAHRAMAN* İnsan medenî bir varlıktır. Bu onun ken-

di başına değil, ancak başkalarıyla birlik-

te yaşayabileceğini göstermektedir. Bu se-

beple insanlar tarih boyu cemiyet halinde yaşaya

gelmişlerdir. Birlikte yaşamak insanın sıkıntıla-

rının azalmasına ve dertlerini paylaşmasına yar-

dım eder. Toplumla barışık olarak yaşayan insan-

lar, kendini soyutlayarak yalnız yaşamayı tercih

edenlere göre daha sağlıklı ve daha mutludur-

lar. Dinimiz de yalnız yaşamayı değil, toplum içi-

ne karışmayı ve birlikte yaşamayı teşvik etmiştir.

Namazın cemaatle kılınmasına öngörülen yirmi

yedi derece sevabın bir anlamı da budur. Başka

insanlarla karşılıklı haklara riâyet ederek yaşama

teşvik edilirken akrabâlarla ilişkilerin geliştiril-

mesine ve koparılmadan sürdürülmesine ayrı bir

önem verilmiştir. Zira insan hayatının her safha-

sında akrabâsına ihtiyaç ve özlem duyar. Başına

bir felaket geldiğinde yanında öncelikle yakınla-

rını görmek ister. Sevincini de yine yakınlarıyla

paylaşmaktan hoşlanır. Bu Allah’ın insan fıtratı-

na yerleştirdiği bir duygudur.

Akrabâlık Bağlarının Yaşatılması

Dinimizde akrabâlık ilişki-

lerinin sürdürülmesine ve

akrabâlık bağlarının yaşa-

tılmasına sıla-i rahim

denilmektedir. Buna

göre aynı kan ba-

ğını taşıyan-

lar ve rahimleri geriye doğru gidildikçe tek rahim-

de birleşenler ilişkilerini aslâ kesmemelidirler.

Çünkü bu, rahmin parçalanması anlamına gelir

ki, merhamet sembolü olan rahim sahipleri bun-

dan ıstırap duyarlar.

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim akrabâlara iyi-

likte bulunmaya, onlarla ilgilenmeye ve onlara

yardım etmeye çok önem vermiştir. Konuyla il-

gili âyetlerden birinde akrabâlık ilişkisini kes-

mek Allah’la yapılan ahdi bozmakla aynı seviye-

de görülmüş ve böylelerinin ziyân edenlerden

olduğu şu şekilde ifade edilmiştir: “Onlar öyle

(günahkâr) kimselerdir ki, (“iman ettim, Müslü-

man oldum” dedikleri halde) Allah’a vermiş ol-

dukları teslîmiyet ve itâat sözünü bozarlar, hem

de Allah’ın kesilmemesini emrettiği akrabâlık

ilişkilerini keserler ve yeryüzünde bozgunculuk

yaparlar. İşte (dünya ve âhirette) ziyâna uğra-

yanlar onlardır”1.

Akrabâya yardımın ilahî dinlerin temel ve or-

tak noktalarından biri olduğunu görmekteyiz.

Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur: “Biz İs-

railoğullarından şöyle söz almıştık: “Allah’tan baş-

kasına kulluk yapmayacaksınız, anaya, babaya,

akrabâlara, yetimlere ve yoksullara yardım ede-

ceksiniz...”2. Bu konuda dikkat çeken hususlardan

biri de şudur: Kur’an’da yardımlaşmayı emreden

hemen her âyette mutlaka akrabâlara da yer veril-

miştir3. İlgili âyetlerden birinde şöyle buyrulmuş-

tur: “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz

iyilik değildir. Asıl iyilik, Allah’a, âhiret gününe,

SILA-İ RAHİM“Dinimizde akrabâlık ilişkilerinin sürdürülmesine ve akrabâlık bağlarının yaşatılmasına

sıla-i rahim denilmektedir. Buna göre aynı kan bağını taşıyanlar ve rahimleri geriye

doğru gidildikçe tek rahimde birleşenler ilişkilerini aslâ kesmemelidirler.”

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Page 32: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201262 63

meleklere, Kitaba ve Peygam-

berlere inanan; sevdiği malını

yakınlarına, yetimlere, yoksul-

lara... veren kimsenin iyiliği-

dir...”4 Çünkü Müslümanlar ve

komşular arasında söz konu-

su olan iyilik, ikram, yardımlaş-

ma, dayanışma, ziyaretleşme,

hoşgörülü davranma, acıyı ve

tatlıyı paylaşma, davete katıl-

ma, bayramlaşma, tebrikleşme,

hasta ziyareti ve taziye gibi sos-

yal ve ahlakî görevler akrabâlar

arasında daha fazla geçerli ve

gereklidir. Bu konularda mey-

dana gelecek ihmal ve aksak-

lık yakın akrabâları daha faz-

la rencide eder ve üzer. Mesela,

bir bayramda arkadaşını arama-

mak hoş bir davranış olmamak-

la beraber bazı sebeplerden do-

layı hoş görülebilir.

Fakat ana, baba, amca, dayı,

hala, teyze, kayınbaba, kayna-

na gibi yakınların aranmama-

sı kolay kolay hoş görülmeye-

ceği gibi, ciddi kırgınlıklara da

yol açar. Müslümanlar arasında

oluşmuş bulunan sahih ve ma-

kul örf de bunu gerektirir.

Bağların Güçlendirilmesi

Sıla-i rahmin dinî, sosyal,

psikolojik yönlerinden dola-

yı Sevgili Peygamberimiz de

aile bağlarının güçlendirilme-

si üzerinde çokça durmuştur.

Bir hadislerinde akrabâlık iliş-

kilerini sürdürmeyi ve ilişkiyi

kesenle irtibatı yeniden kurma-

yı fazîletlerin en üstünü sayarak

şöyle buyurmuşlardır: “Bütün

faziletlerin en üstünü, senden

ziyareti kesen akrabânı ziyaret

ederek ilişkiyi yaşatmandır”5.

Hadisin devamında vermeye-

ne vermek, zulmedeni affetmek

ve kötülük edene iyilik etmek de

en faziletli davranışlar arasında

sayılmıştır. Yine Rasûl-i Ekrem

Efendimiz, ziyaretleşmenin rız-

kı bollaştıracağını ve ömrü ar-

tıracağını6, akrabâya mâlî yar-

dımda bulunmanın başkalarına

yapılan yardımdan iki kat daha

fazla sevap kazandıracağını bil-

dirmiştir7.

Yüce dinimiz İslâm’da hü-

kümler konulurken belli, makul,

anlaşılabilir, insan ve toplum

yapısına uygun bir sıra takip

edilmiştir. Fıkıh dilinde buna

“tedricilik” (aşamalılık) denil-

mektedir. Buna göre hükümler

bir anda konulmadığı gibi, hep-

si de ilk etapta yerleştirilmemiş-

tir. Aksine zamana yayılarak ko-

laydan zora doğru bir aşama ve

sıra takip edilmiştir. Bu yönden

Mekke dönemindeki hükümler-

le Medine dönemi hükümleri

arasında farklılık vardır. Önem

sırası bakımından da hükümler

arasında öncelik ve sonralık sı-

rası gözetilmiştir. Akrabâlık bağ-

larını geliştirme ve akrabâlarla

iyi ilişki içerisinde olma, İslâm

dininin en önce ortaya koydu-

ğu hükümlerdendir. Nitekim

daha Mekke döneminde inen

âyetlerde bu hususa işaret edil-

miş, Hz. Peygamber (s.a.v)’in

ilk tebliğ ettiği hususlar arasın-

da sıla-i rahim de yer almıştır.

Amr b. Abese adlı bir sahâbînin

anlattıkları bu hususa işaret et-

mektedir. O, şöyle demektedir:

“Câhiliye dönemindeyken in-

sanların tamamen dalâlete sap-

tıklarını, hiçbir işe yarayacak

harekette bulunmadıklarını ve

putlara taptıklarını biliyordum.

Günün birinde bir zatın bazı

şeyler söylediğini duydum. Me-

rak edip Mekke’deki makâmına

gittim. Kendisine “Sen kimsin?”

diye sordum. “Ben Peygambe-

rim.” dedi. “Peygamber ne de-

mek?” dedim. “Yani Allah beni

elçi olarak gönderdi.” dedi. “Al-

lah senin vâsıtanla neler bildir-

di?” diye sordum. “Sıla-i rahmi

yaşatmayı, yani akrabâlık iliş-

kilerini kesmemeyi, putları kır-

mayı ve Allah’ı bir bilip O’na or-

tak koşmamayı bildirmek üzere

beni gönderdi.” dedi. O sırada

yanımda Ebu Bekir ve Bilal var-

dı. Ben de ona tabi oldum.

Dinî ve İnsanî Bir Görev

Bütün bunlar göstermektedir

ki, akrabâlık ilişkilerini geliştir-

mek ve kesmemek sosyal ve psi-

kolojik yönden olduğu kadar dinî

yönden de son derece önemlidir.

O zaman bu hususa aykırı dav-

ranmak elbette ki dinimizde hoş

karşılanmayacaktır. Nitekim ge-

rek Kur’ân-ı Kerim’de gerek-

se hadislerde akrabâlık bağları-

nı kesenler yerilmiştir. Mesela

ilgili Kur’an âyetlerinden birin-

de şöyle buyrulmuştur: “Söz ve-

rip bağlandıktan sonra Allah’a

verdikleri sözü bozan, Allah’ın

birleştirilmesini emrettiği şeyi

(yani iman ve akrabâlık bağını)

kesen ve yeryüzünde bozguncu-

luk yapanlar, ziyâna uğrayan-

lar işte onlardır.”8 Kudsî bir ha-

diste akrabâlık ilişkisini devam

ettirene, Allah’ın ilgisinin sü-

receği, akrabâlarından ilişkisi-

ni kesenden ise Allah’ın ilgisini

keseceği ifade edilmiştir9. Başka

bir hadiste de akrabâlık ilişkisi-

ni kesenler cennete giremeye-

cekler arasında gösterilmiştir10.

Akrabâlar arasında dere-

ce farkı bulunmaktadır. Bun-

dan dolayı sıla-i rahmi devam

ettirmenin sevabı ve kesme-

nin günahı da ona göre olacak-

tır. İslâm bilginleri genel anlam-

da akrabâlık ilişkilerini devam

ettirmenin farz, kesmenin ise

büyük günah olduğunu söyle-

mişlerdir. Akrabâlık ilişkinin

mutlaka devam ettirilmesi ge-

reken akrabâlar ise, birbirlerine

mirasçı olanlar ve nikâhı düş-

meyenlerdir. Sonuç olarak şunu

söyleyebiliriz ki, akrabâlık iliş-

kilerini devam ettirmek dinî ve

insanî bir görevdir. Bayramlar,

özel günler, statü ve iş değişik-

likleri bu iş için önemli fırsatlar-

dır. Bu ilişkiyi devam ettirmenin

asgari sınırı, selamı ve konuş-

mayı kesmemektir. Hem ya-

kın akrabâları ile hem de diğer

toplum kesimleriyle iyi ilişki-

ler kurabilen ve toplumsal barı-

şa katkı sağlayan fertler öldük-

ten sonra da her zaman hayırla

yâd edilirler. İlişkiyi kesenler

dünyada tesellî yollarından biri-

ni yok etmiş, öldükten sonra da

dua alacakları kaynaklarından

birini kurutmuş olurlar.

1 2/Bakara, 27.2 2/Bakara, 83.3 2/Bakara, 177, 180, 215, 4/Nisâ, 8, 36, 135.4 2/Bakara, 177.5 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 438.6 Buhari, Edeb, 12; Müslim, Birr, 20, 21.7 Tirmizi, Zekât, 26.8 2/Bakara, 2.9 Buhari, Edeb, 13.10 Buhari, Edeb, 11; Müslim, Birr, 18, 19.

Dipnot

* Prof. Dr.

“Hem yakın

akrabâları ile hem

de diğer toplum

kesimleriyle iyi ilişkiler

kurabilen ve toplumsal

barışa katkı sağlayan

fertler öldükten sonra

da her zaman hayırla

yâd edilirler.”

Page 33: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

65Şubat 201264

KitapÖzlem DEĞİRMENCİ

Bursa… Osmanlı’nın tarih ve kültür

başkenti… Bu ilim, irfan ve kültür

başkenti nice âlim, mutasavvıf,

tarikat şeyhi, şair, edip ve tarihçiler yetiştirmiş-

tir. Bir şehri yaşatan, ayakta tutan sadece fizikî

yapısı değildir. Onu her daim canlı kılan kültür

ve medeniyetidir.

Bilal Kemikli’ye göre bu kültür sözle maya-

lanmıştır. Sözle, yani kelamla… Bu bakımdan

Bursa, sözün, yani kelamın şehridir. Bursa, şiir

şehirdir. Şiir şehirdir, çün-

kü ‘Büyük Şair’ Bursa’yı, san-

ki nazlı ve edalı bir gelin olan

Uludağ’ın eteklerinde, suyuy-

la, havasıyla ve verimli top-

raklarıyla adeta baştan sona

şiir olarak yaratmıştır. Şeh-

ri İslam medeniyetine açan

başta Orhan Gazi olmak üze-

re burada hüküm süren sul-

tanlar, bu şiirin üzerinde ka-

lem oynatmış, şehri imar

etmiş genişletmiştir. Bursa

sokaklarında dolaşırken, ulu

çınarların gölgesinde serin-

leyip, şadırvanlarından akan

suya dokunurken, aslında

hep bu şiiri okuyoruz.

İşte bu şiir şehri kaleme alanlardan biri de

Bursalı Lâmiî Çelebi’dir. Bursa’nın yetiştirdi-

ği bilge şair Lâmiî Çelebi, Fatih Sultan Meh-

med (1451-1481)’in son yıllarıyla II. Bâyezid

(1481-1512), Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ve

Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) devirle-

rinde yaşamış olan dönemin edebiyat ve kültür

hayatının önemli temsilcilerinden birisidir. Asıl

adı Mahmut’tur. Eserlerinde kullandığı mah-

lası ise Lâmiî’dir. Bursa’da doğmuştur. Doğum

tarihi hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi bu-

lunmamakla birlikte 878 (1472) yılında doğdu-

ğu ihtimali kuvvetlidir. İlim ve irfanla dolu ha-

yatı Bursa’da geçmiştir. Babası, II. Mehmet ve

II. Beyazıt dönemi defterdarlarından Osman

Efendi’dir. Dedesi ise Yeşil Cami’nin nakışlarını

yapan Nakkaş Ali’dir. Nakkaş Ali, Timurlenk ta-

rafından İran’a götürülmüş ve orada nakkaşlık

öğrenip Bursa’ya gelmiştir. Lâmiî Çelebi hak-

kında bilgi veren bazı kaynaklarda onun Lem’î

mahlasıyla şiirler de yazan Mehmed Çelebi, Ah-

med Çelebi ve Abdullah

adlarında üç oğlu ve Safi-

ye Hatun adında bir kızın-

dan bahsedilir. İbrahim

Çelebi adında bir oğlu ve

Zeynep Hatun adında bir

kızı daha bulunmaktadır.

Lâmiî, dönemi için zo-

runlu olarak tahsil edil-

mesi gereken ilim ve

fenni, Bursa’nın ilim ve

kültür tarihimize kazan-

dırdığı meşhur müder-

risleri Mevlânâ Ahaveyn

ve Hacı Hasanzâde’den

almıştır. Yazdığı eser-

lere bakılırsa, Arapça

ve Farsça’dan tercüme-

ler yapan, farklı ilmî disiplinlere vâkıf ve bun-

ları şiir diliyle anlatabilen bir donanıma sahip

olduğu görülür. Şair, bu tahsiliyle bilgin(âlim)

olmuştur. Bilgelik(âriflik), âlimin iç âleminde

yaşadığı inkılâpla ulaştığı yüksek bir düzey-

dir. Bu ise bir süreç işidir ve bu süreç, şairin ta-

savvuf yoluna girmesiyle başlar. Lâmiî, bilge-

lik yolunda bir adım atmış ve devrin mümtaz

şahsiyetlerinden Emir Ahmed-i Buharî’ye bağ-

lanmıştır. Emir Ahmed-i Buharî, Fatih döne-

LâmİîÇelebİ ve Dönemİ

“Devlet bürokrasisi içinde önemli bir mevkie gelebilir, sarayın gözdeleri

arasına girebilirdi. Ama O, Emir Ahmed-i Buharî’nin irfan mektebinde ilmin

yüceliğinin farkına ve hürriyetin tadına varmıştır.”

Page 34: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

67Şubat 201266

minde Buhara’dan Anadolu’ya gelerek burada

yerleşen bir mutasavvıftır. Anadolu’nun dini ta-

rihi içerisinde önemli bir yere sahip olan Emir

Ahmed-i Buharî, Simavlı Abdullâh-ı İlâhî’den

sonra Nakşibendîlik yolunun ikinci ismi ola-

rak kabul edilir. Bilgelik yolu, Defterdar Osman

Çelebi’nin oğlu medreseli Mahmut Efendi’yi

Lâmiî Çelebi’ye dönüştürmüştür.

Gerçekten de O, ömrü-

nü ilme vakfetmiştir; sa-

hip olduğu sosyal ve eko-

nomik imkânlardan, eğitim

ve öğretiminden yararlana-

rak devlet bürokrasisi için-

de önemli bir mevkie ge-

lebilir, sarayın gözdeleri

arasına girebilirdi. Ama O,

Emir Ahmed-i Buharî’nin ir-

fan mektebinde ilmin yüce-

liğinin farkına ve hürriyetin

tadına varmıştır. Bu sebep-

le siyasî meselelere mesafeli

kalarak kendi gündemi etra-

fında çalışmalar ortaya koy-

muş ve geride büyük bir külliyat bı-

rakmıştır. Lâmiî, bütün vaktini tetkik ve telife

vakfeden bir münevverdir. İlim ve sanat dün-

yamıza, manzum ve mensur 30’u aşkın eser ka-

zandırmıştır.

Daha çok din, tasavvuf, ahlak ve aşk gibi ko-

nuları içeren bu eserlerin bazıları tercümedir.

Manzum eserleri Dîvân-ı Eş’âr, Ferhâdnâme

(Ferhâd ü Şîrîn), Vâmık u Azrâ, Kıssa-i Evlâd-ı

Câbir (Câbir-nâme), Lugat-ı Manzume (Tuhfe-i

Lâmiî), Maktel-i Hüseyin, Selâmân ü Ebsâl, Şem’

u Pervane, Gûy u Çevgân, Şehr-engîz-i Bursa,

Vîs ü Râmîn, Heft Peyker, Mevlidü’r-Resûl’dür.

Mensur eserleri Tercüme-i Şevâhidü’n-

nübüvve, Tercüme-i Nefehâtü’l-Üns, Hüsn ü

Dil, Münâzara-ı Bahâr u Şitâ, Dîbâce-i Gülistân,

İbretnâme, Şerefü’l-İnsan, Letâifnâme’dir.

Bu eserlerden başka, Nefsü’l-emr, Münşeât-ı

Mekâtib (Nisâbü’l-belâğa), Hall-i Muammâ-

yı Mîr Hüseyin, Esmâ-i Hüsnâ, Mir’âtü’l-esmâ

Menâkıb-ı Üveys el-Karanî, Risâle-i tasavvuf,

Risâle-i Arûz, Risâle-i Usûl-mine’l-funûn ve

Risâle-i Hall-i Fâl adlı eserleri de kaynaklarda

geçmektedir.

938(1531-1532) yılında vefat eden Lâmiî’nin

kabri Hisar’da, Tophane yakınlarında bulunan

Nakkaş Ali Mescidi’nin haziresindeki aile me-

zarlığındadır.

16. yy Bursa’sı

Sözümüze “Bursa” diyerek

başladık ve Şehrengiz-i Bursa ya-

zarı Lâmiî Çelebi’den bahsettik.

“Bursa’nın bu önemli değeri şeh-

rin görmek ve duymak istemeyen

sakinlerince unutulmuştu.” diyen

Bilal Kemikli öncülüğünde onu

hatırlamak, yeniden eserlerini in-

celeme konusu etmek ve onun eş-

liğinde Bursa’yı yeniden okumak

için Lâmii Çelebi ve Dönemi Sem-

pozyumu projesi hayata geçirildi.

Türkiye’nin çeşitli üniversitele-

rinden değerli ilim adamının ka-

tılımıyla 15-17 Nisan 2011 tarihleri

arasında Ördekli Kültür Merkezi’nde dü-

zenlenen sempozyumda Lâmiî Çelebi ve 16. yy

Bursa’sı farklı bakış açılarıyla tanıtıldı. O dö-

nemde Bursa’nın sosyal ve iktisadî hayatı, ta-

rihi, mahalleleri, hane sayıları, mescitleri, bel-

li başlı aileleri ve şairleri hakkında bilgi verildi.

Lamiî Çelebi’nin terekesi, okuduğu kitaplar,

KitaplıkDehanı Keşfet Zekanı ve

Hafızanı Geliştir

Ali Erkan Kavaklı, Sefa Saygılı, Ali Akben

Hayat Yayınları

Tel: 0212 613 11 00

Kınalı Küheylanlar

Harun Tokak

Kaynak Yayınları

Tel: 0216 522 11 44

Beyin Gücünü Etkili Kullanma

Sanatı

Ali Erkan Kavaklı, Sefa Saygılı

Nesil Yayınları

Tel: 0212 876 38 68

Hitabet

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Işık Yayınları

Tel: 0216 522 11 44

Aşk Bir Davaya Benzer

H. Nur Artıran

Sufi Yayınları

Tel: 0212 511 24 24

evinde kullandığı eşyalar, komşuları,

mektupları, eserleri ayrıntılı olarak ta-

nıtıldı. Lamiî Çelebi’nin gazellerine yazı-

lan nazireler, eserlerine dair yurt içi ve

yurt dışında yapılan çalışmalar hakkın-

da bilgi verildi. Lamiî’ye ait minyatürler-

deki beden dili ve göz teması gibi konu-

lar dile getirildi.

Bursalı Lâmiî Çelebi ve Dönemi ki-

tabı Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin

Şiir Şehir Bursa projesi kapsamında dü-

zenlediği Bursalı Lâmiî Çelebi ve Döne-

mi sempozyumunda sunulan bildiriler-

den oluşmaktadır. Bu kitap sayesinde

16.yy Klasik Türk Edebiyatı ve Lamiî

Çelebi’nin yaşadığı dönem, muhiti ve o

dönemdeki siyasi ve sosyal hayat hak-

kında genel bir bilgi sahibi olabilir, şairin

Bursa’nın sanat hayatına katkılarını öğ-

renebilir, onun şiir dünyasında gezintiye

çıkabilir, eserleri hakkında bilgi sahibi

olabilir, onun eğitimci ve öğretici yönü-

nü görebilir ve en önemlisi Bursa’nın ye-

tiştirdiği güzide şair ve edebiyatçılardan

biri olan Lamiî Çelebi’yi anlama imkânı

bulabilirsiniz. Bursalı Lâmiî Çelebi ve

Dönemi kitabı, tarih, sosyal tarih ve ede-

biyat bilimini bir araya getiren kapsamlı

bir çalışmadır. Bu çalışmanın kitap ha-

line getirilmesi gelecek nesillere aktarıl-

ması açısından önemlidir.

Bursa’nın görmek ve duymak isteme-

yen sakinlerince unutulan bu bilge şai-

ri bize hatırlatan ve bu kitabın hazırlan-

masına öncülük eden değerli hocamız

Bilal Kemikli başta olmak üzere bu çalış-

mada emeği geçen ilim adamlarımıza te-

şekkürü bir borç bilirim. Söze Bursa’yla

başladık Lamiî Çelebi’nin gazeliyle biti-

relim:

Ârif ol kimsedir ki her hâle

Şükr idüp Hakka ittika eyler

Cahil oldur ki gark-ı ni’met iken

Yine Rabbinden iştika eyler

“Bursalı Lâmiî Çelebi ve

Dönemi kitabı Bursa Büyükşehir

Belediyesi’nin Şiir Şehir Bursa

projesi kapsamında düzenlediği

Bursalı Lâmiî Çelebi ve Dönemi

sempozyumunda sunulan

bildirilerden oluşmaktadır.”

Page 35: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

69Şubat 201268

Kur’an-ı Kerim’in on sekizinci su-

resinde sözü edilen Ashab-ı Kehf

kıssası ile ölümden sonra dirilişin

bir misali olarak uzun süre mağarada uyuyup

yeniden uyanan gençlerin hikâyesi anlatılmıştır.

Müşrik bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve

birliğine inanan birkaç genç mü’min, bu inançla-

rını açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış,

taşlanarak öldürülmekten veya zorla din değiştir-

mekten kurtulmak için dağda bir mağaraya sığın-

mışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte ora-

da derin bir uykuya dalan gençlerin kaç yıl sonra

uyandıkları hususu Kur’an’da; “Onlar mağara-

larında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilâve ettiler.”

şeklinde belirtilmektedir.

Buradaki 300 yıl şemsî (güneş) takvimine

göre süredir. Kamerî (ay) takvimine çevrilecek

olursa tam tamına 9 yıl eklenmesi gerekmektedir

ki Kur’an bu farka işaret etmekte, iki ayrı takvime

göre de kalma süresini bildirmektedir. 15 asır ön-

ceden gelen bu bilginin ancak ilahî kelâm olabile-

ceği bellidir.

Kehf Suresinin günümüze seslenen mucizeleri

bununla bitmemektedir. Surenin 17. ayetinde “Ve

(yıllarca) güneşin, doğarken onların mağarası-

nı sağ yandan yalayıp geçtiğini, batarken de on-

lara dokunmadan sol yandan geçip gittiğini ve

onların, mağaranın genişçe bir odasında bulun-

duğunu görürdün. Rabbinin alametlerinden bi-

riydi bu.” buyrulmaktadır.

Gerçekten güneş ışınının insan cildine devam-

lı temas etmesi halinde; güneş yanığı başta olmak

üzere deride kırışıklıklara, cilt kanserlerine, fo-

tosensitivite denilen alerjik deri reaksiyonlarına,

ürtiker gibi çok çeşitli kalıcı rahatsızlıklara sebep

olacağı muhakkaktır. Ancak mü’min gençlere gü-

neş ışığı direkt olarak değmemiş, dokunmadan

yalayıp geçmiş ve uyuyan gençler bu şekilde ko-

runmuşlardır.

Tersine yetersiz güneş ışınlarına maruz kalı-

nırsa bu defa D vitamini eksikliğine zemin hazır-

lanmakta; eksiklik ise kemik mineralizasyonunu

bozmakta ve osteomalasi ile osteoporoz denilen

kemik zayıflığını ortaya çıkarmaktadır. Mağara-

da uyuyan gençleri yalayıp giden güneş ışınları

bu rahatsızlıkların ortaya çıkmasını engellemek-

tedir.

Surenin bir başka mucizevî yönü ise; 18. aye-

tindeki “Biz onları bir sağa çeviriyorduk, bir

sola” ifadesidir. Yatağa bağlı hastalar devam-

lı aynı pozisyonda bırakıldıklarında dekübitis ül-

serleri denilen vücut yaraları ortaya çıkmaktadır.

Giderek bu yaralar derinleşmekte, genişlemekte;

geri dönülemeyecek ve düzelmesi imkânsız hale

bürünmektedir. Korunmada en önemli tedbir ise

yatan kişinin pozisyonunun sık değiştirilmesidir.

Kur’an-ı Kerim’de bu koruyucu unsura dikkat

çekilmesi ve uyuyan gençlerin Rabbimizce sağa

sola döndürüldüğünün bildirilmesi ise bugünkü

bilgilerimize göre gerçekten başlı başına ayrı bir

mucizedir.

Sadece Kehf Suresine bakıp da, “İnandım Ya

Rab, inandım ki 15 asır önce inen Kur’an Senin

kelâmındır.” diye haykırmamak elde değildir.

PsikolojiSefa SAYGILI*

*Prof. Dr.

ASHAB-I KEHFMUCİZESİ

“Gerçekten güneş ışınının insan cildine devamlı temas etmesi halinde;

güneş yanığı başta olmak üzere deride kırışıklıklara, cilt kanserlerine,

fotosensitivite denilen alerjik deri reaksiyonlarına, ürtiker gibi çok çeşitli

kalıcı rahatsızlıklara sebep olacağı muhakkaktır.”

Page 36: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

71Şubat 201270

EğitimM. Emin KARABACAK

12 yaşında başlayıp 21 yaşına

kadar devam eden süreç,

çocukların çocukluktan çıkıp

yetişkinliğe geçiş süreci olarak

tanımlanmaktadır.

Bu dönemde gelişim için

tek bir bölge yoktur. Gelişim

fizyolojik ve duygusal olmak

üzere çok yönlü bir şekilde

olmaktadır.

Bu dönemde çocukların fizy-

olojik olarak boyları uzar, vücu-

dunda kılları çıkar ve cinsel-

likleri belirginleşir. Çocukların

vücudu fiziksel olarak

yetişkinliğe doğru gelişirken

diğer taraftan da çocuklar kim-

lik arayışı içine girerler.

Bu dönemin en belirgin

özelliği ergenin benlik duygu-

sunu kazanmaya çalışmasıdır.

Ergen, benlik duygusunu

kazanırken sosyal ortamlarda

da rolünü belirlemek için kim-

lik arayışı içine girer.

Ergen, bu dönemde kim-

lik arayışı adı altında, benliğini

geliştirmek için toplum içinde

seçtiği kişileri kendisine mod-

el almaya çalışır. Ergen, mod-

el alacağı kişiyi aklî olarak

değil de duygusal yakınlığa

göre seçer. Bu alanda ergen,

kendi zevklerine uygun, kendi

görüşlerine daha yakın bulduğu

kişileri model alır. Bunun için

ergen, model aldığı kişiyle

kendisini özdeşleştirmeye

çalışır. Ergen, model aldığı

ve özdeşim kurduğu kişileri,

duygularının değişkenliğine

bağlı olarak değişebilmektedir.

Ergenin, fiziksel olarak

yetişkinliğe doğru değişime

uğraması sonucu toplum içinde-

ki rolü ve toplumun ondan

beklentileri de değişmektedir.

Ergen bu dönemde bir taraf-

tan çocukluktan kurtulma-

ya çalışırken diğer taraftan

da yetişkin gibi davranmaya

çalışır.

Ergenin duygusal gelişimi

fiziksel gelişimi kadar hızlı

olmamaktadır. Ergenin fizik-

sel görünümü, yetişkin gibi

olmasına rağmen ergen duy-

gusal olarak çocuksu kalır.

Fiziksel büyümeye karşı duy-

gusal olarak çocuksu kal-

mak ergeni sıkıntıya sokar.

Ergen bir taraftan duygu

yoğunluğu yaşarken bir taraf-

tan da toplumun beklentileri-

ni gerçekleştirememe kaygısı

yaşar.

Ergen bu duygu yoğunluğu

içinde kendisine uygun bir

model arayışıyla birlikte önce-

likle anne babanın etkisin-

den kurtulmaya çalışır. Ken-

“Ergenin çok yönlü gelişimine bağlı olarak; davranışlarında tutarsızlık,

ders çalışmaya karşı isteksizlik, çabuk sinirlenme, çabuk ağlama,

küsme, duygusal yoğunluğa bağlı olarak öfke patlamaları, olmadık

şeyler hakkında tartışma, yalnız kalmayı ve hayal kurmayı çok sevme,

sosyal etkinliklere katılmada isteksizlik gibi özellikleri bulunur.”

Çocuklarda Kİmlİk Duygusuna Karşılık

ROL karışıklığıÇocuklarda

Kİmlİk Duygusuna Karşılık

ROL karışıklığı

Page 37: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201272 73

di kimliğini oluşturmak adına

önce onları örtülü sonraları ise

açıktan eleştirme davranışları

içine girer. Ergen bir taraftan

anne babasını eleştirirken diğer

taraftan da büyüdüğünün ifa-

desi olarak bağımsız bir kimlik

geliştirmeye çalışır.

Ergen bu dönemde kend-

isinin varlığını hisset-

tirme amacıyla büyükleriyle

tartışmaya, olaylar hakkında

görüşlerini bildirmeye çalışır.

Ergenin fiziksel gelişimi

baştan aşağıya doğru olduğu

için sakarlıklarının arttığı bir

dönemdir. Ergen, gelişimine

bağlı olarak bazı küçük hatalar

yapabilir. Bu da ailenin ergene

karşı olumsuz tepkisine neden

olur.

Ergenin fiziksel ve duy-

gusal gelişiminin aynı oran-

da olmamasına bağlı olarak

davranışlarında da tutarsızlıklar

olur. Ergenin bu şekildeki

davranışları anne baba

tarafından yerine göre “Koca-

man kız/adam oldun.” yerine

göre de “Sen daha çocuksun.”

söylemleri ergenin farklı duygu-

lar yaşamasına neden olur.

Ergen, daha önceleri toplu-

mun içine karışmaktan zevk

alırken bu dönemde fiziksel ve

duygusal gelişimine bağlı olarak

yalnız kalmayı tercih eder. Er-

genin çok yönlü gelişimine

bağlı olarak; davranışlarında

tutarsızlık, ders çalışmaya karşı

isteksizlik, çabuk sinirlenme,

çabuk ağlama, küsme, duy-

gusal yoğunluğa bağlı olarak

öfke patlamaları, olmadık

şeyler hakkında tartışma, yalnız

kalmayı ve hayal kurmayı

çok sevme, sosyal etkinliklere

katılmada isteksizlik gibi özel-

likleri bulunur.

Ergenlik dönemini her çocuk

değişik şekilde atlatırken; ailel-

erin çocuklara yaklaşımı farklı

olmaktadır.

Ergenlikte de Çocuk Kalan Ergenler

Anne babaları, bu çocuk-

lara gerekli desteği vermedikleri

gibi bu dönemin özellikleri-

ni yaşamaya çalışan çocuklara

aileleri, gerekli anlayış ve sabrı

da göstermezler.

Anne babalar, bu çocukların

büyüdüklerini kabul etmek bir

yana, onların kişilik gelişimleri

adına yaptıkları hal ve

hareketlere tepki verirler. Anne

babaların ergenle konuşmaları

genelde “Sen daha çocuksun

senin aklın ermez” şeklinde

olur.

Ergenlikte Yetişkin Olan Ergenler

Bu çocukların anne babaları

ergene duygusal olarak

olduğundan fazla görev ve so-

rumluk verirler. Bu çocuklar-

dan yaşlarının üstünde bir ol-

gunluk beklenir. En küçük

çocuksu hareketleri tepkiyle

karşılanır. Bu çocuklar, ergenliği

yaşamadan yetişkin gibi davran-

mak zorunda kalırlar. Bu da er-

genin yetersizlik duygusuna

sebebiyet verir. Bu ve benzer

ergenin kimlik karmaşası içine

girmesine ve benlik saygısını

geliştirememesine neden olur.

Bu nedenle ergen kendi benliğini

geliştiremeyecektir. Kimlik duy-

gusunu geliştiremeyen ergen,

bağımlı bir kişilik geliştirecektir.

Bu durumda çocuğun ileride

kendi kararlarını veremeyen

bağımlı, başarısız, kendisiyle ve

toplumla barışık olmayan, yalnız

kalmayı ve yalnızları oynamayı

seven bir kişi olmasına sebep

olacaktır.

Bu dönemde çocukların

sağlıklı kimlik geliştirebilmeleri

için başta anne babalar, ergen-

lere uygun bir model olmalı,

Çocukların bir geçiş süreci

yaşadığı unutulmamalı, onlara

gerekli anlayış ve sabır göster-

ilerek gerekli destek verilmeli-

dir.

BİR MECRADA AKAR GİDER!...

Tevhîd odu yüreğimiHer nefeste yakar gider Aşkım eler eleğimi Nefsim nefsi yıkar gider

Gönül, nedir senlik, benlikMalın, mülkün bir kefenlikBu garip can bir tek anlıkEcel gelir söker gider

İlm’el-yakîn eyle yolu Dört kapıda gör usulüBir kul olan bu mahsulüArzdan Arş’a eker gider

Vecd ile gir bu devrâna Yatıp duran baht uyana Garip canın yana yana Derdi derde döker gider

Ayn’el-yakîn bir aşk hâliGel hâlde gör istikbâli İki âlem gül misâli Sekiz cennet kokar gider

Irak değil Hakk’el-yakînKalpte olmaz uzak, yakın Can Dost ile zâhir, bâtın Bir mecrada akar gider

Rıfat ARAZ

Page 38: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

75Şubat 201274

EdebiyatVedat Ali TOK

İnsanlar yaratılışının gereği birbirleriyle

zaman zaman şaka yapma gereği de du-

yar. Şaka, hayatın bir nevi tadı tuzudur.

Fakat şakanın mutlaka bir dozu olmalıdır. Baş-

kasına maddî veya manevî bakımlardan zarar ve-

recek davranışlar şaka olamaz. Başkasının hoşu-

na gitmeyecek söz ve hareketler de şaka değildir.

Muhatabının, duyduğu zaman hoşlanmayaca-

ğı, üzüleceği isimlendirmeler, lakap takmalar da

şaka değildir. Eskiler güzel bir ölçü koymuş bu-

nun için: Latife latif gerek. Yani yapacağımız la-

tifeler insanda bir güzellik duygusu uyandırmalı,

ince bir düşünce olmalı latifede.

Müslümanlar için bir ölçü olan Peygamber

Efendimiz “Kendine yapılmasını istemediğin bir

şeyi sen de başkasına yapma.” buyurmuş ve riva-

yetlere göre O da zaman zaman latifeler yapmış-

tır. İşte Peygamber Efendimizden iki güzel latife:

Cennete Kocakarılar Giremez

Bir koca karı, Peygamberimize gelip “Ya

Resûlallah! Beni, Cennete koyması için Allah’a

dua et!” dedi. Peygamberimiz “Ey Ümmü filan!

Yüce Allah, koca karıyı, Cennet’e koymaz!” bu-

yurdu. Namaz vakti girince, Peygamberimiz, na-

maza çıktı. Peygamberimiz, namazdan dönünce-

ye kadar, kadıncağız, ağladı durdu. Hz. Aişe, Ya

Resûlallah! “Koca karı, Cennete girmez!” dediğin

için, bu kadıncağız, ağlayıp duruyor, dedi. Pey-

gamberimiz, güldü. “Haber veriniz ki: O, Cennete

koca karı olarak girmeyecek! Çünkü yüce Allah

“Biz, cennet kadınlarını, dünyadaki yaratılışla-

rına benzemeyen bir yaratılışta yarattık. Onla-

rı, bâkireler kıldık. Onlar, kocalarına gönülden

âşıktırlar ve hepsi de birbirinin yaşıtıdır.” (Vâkıa

suresi, 35-37) buyuruyor, diye haber gönderir.

Gözlerdeki Beyazlık

Peygamber Efendimizin dadılığını yapmış bu-

lunan Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendi-

mize gelerek O’na:

-Ya Resûlullah, kocam sizi çağırıyor, der. Bu-

nun üzerine Peygamber Efendimizle dadısı ara-

sında şu konuşmalar geçer:

Allah Rasûlü:

-O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan

adam mı?

Ümmü Eymen, heyecanlanır:

-Kocamın gözlerinde beyazlık yok, yâ

Resûlullah! Fahr-i kâinât efendimiz ısrar eder:

-Evet, gözlerinde beyazlık var!

Bir anda beti benzi atmış olan Ümmü Eymen:

-Vallahi yok, ya Resûlallah!” diye yeminler et-

meye başlar. Âlemlere rahmet, o güzel nebî, dadı-

sının bu nükteyi anlayamadığını fark ederek, onu

tesellî eder:

Latîf olsa latîfe hoştur elbet

Velâkin hâriç olmaya edebden

Kastamonulu Beyânî

(Latife güzel olunca, edep dairesinin dışında

olmayınca güzeldir, hoştur.)

LATÎFELATÎF GEREK

“Bazı Dîvân şairleri şiir yoluyla latife yapmışlardır. Edebiyatımızda çokça örneği

bulunan bu latifelerin bir kısmı içinde estetik güzellikler de bulunan latifelerdir.”

LATÎFE

Page 39: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

77Şubat 201276

-Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık

bulunmasın!

Bazı Dîvân şairleri şiir yoluyla latife yapmış-

lardır. Edebiyatımızda çokça örneği bulunan bu

latifelerin bir kısmı içinde estetik güzellikler de

bulunan latifelerdir. Bu tür şiirlere hezl (hezel)

deniyor. Hezellerde incitme, yerme, kötüleme

amacı yoktur. Hatta bazı kendinden habersizleri

kendine getirme düşüncesi vardır.

Hâkî, Dîvân edebiyatının nüktedan şairlerin-

den biridir. Anlaşılan bir vezire kaside yazıyor, fa-

kat bunun karşılığında umduğunu alamıyor. Bu-

nun üzerine şöyle bir beyit söylüyor:

Gel beyim sen vezareti bana ver

Beni medheyle gör atâ nic’olur

(Gel beyim sen vezirliği bana ver. Beni öv de

bağış nasıl olurmuş gör.)

Latifenin bazı insanları kendine getirmek için

de bir araç olarak kullanıldığını söylemiştik. Me-

sela Dîvân şairlerinden biri olan Kebirî, son dere-

ce gururlu biri olduğu için çağdaşı şairlere kibrin-

den dolayı önem vermezmiş. Bu yüzden onlar da

Kebirî’yi şairden saymazlar, şiirlerine değer ver-

mezlermiş. Kâtip Şevkî isimli bir şair Kebirî hak-

kında şu kıtayı söylüyor:

Kebirî şi’r-gûlar arasında

Hemîn ta’dâd içinde sıfra benzer

Tezâyüd verir a’dâda egerçi

Hesâba saymaz anı ehl-i defter

(Kebirî, şairler arasında, sayılar içindeki sıfıra

benzer. Sıfır, sayılara fazlalık verse de muhasipler

onu hesaba katmaz.)

Nüktede mutlaka incelik olmalıdır. İncelik için

de zekâ gerektiği muhakkak. Zararsız ve zekice ya-

pılan latifede estetik vardır, diğerleri kaba şakadır.

İznikli Celilî, günahlarının çokluğunu biliyor,

dolayısıyla günahların karşılıksız kalmayacağını

da anladığı için kurtuluş yolunu deliliğe vurmak-

ta buluyor. Hani deliler mükellef olmaktan kurtu-

luyor ya!

Dopdolu harf-i cünûndur nâme-i âmâlimiz

Ey kirâmen kâtibîn mâzûr dut ahvâlimiz

(Amel defterimiz baştanbaşa cinnet harfleri ile

doludur. Ey yaptıklarımızı yazan kâtip, bizim hali-

mizi hoş gör.)

Bir başka şairimiz de amel defterinin olumsuz

anlamda kabarık olduğunu bildiği için Allah’tan

kendisinin yerine amel defterinin yakılmasını arzu

ediyor. Güya günahlar kendinin değil de günahla-

rın yazılı bulunduğu amel defterinin…

Bakma ya Râb sevâd-ı defterime

Ânı yak ateşe benim yerime

(Ya Rab, benim günahlarla kararmış bu siyah

defterime bakma. Ne olur, benim yerime onu ate-

şe-cehenneme- at!)

Kastamonulu Beyânî, insanların latîfeye de ih-

tiyacının olduğunu biliyor. Fakat latîfenin ince ol-

ması, insanda güzellik duygusu uyandırması ge-

rektiğini söylüyor. Hele bir şart daha var onun hiç

ihmal edilmemesi gerekir ki o da edep dairesinde

olmalı. Şair şunu demek ister: Edep, hayâ duygu-

larını zedeleyen sözler, fıkralar, şakalar insanları

bir anlık güldürse bile bunları konuşmanın da din-

lemenin de bedeli olduğunu akıldan çıkarmamak

gerekir.

MARAŞ ŞERENGİZİ

…Üstad Necip Fazıl’ın memleketine…

Yâdıma düştün yine, ey madalyalı şehir!.Gönlüm aşkınla yanar, vuslatı etme tehir!

Düşmana kan kusturdun Akdeniz’in incisiŞairler yatağısın gönlümün birincisi

Dilden tele dolaşır türküleri, sözleriAhşap oymacılığı kamaştırır gözleri

Gelinlerin kolunu süsler Maraş burmasıSelçuklu yadigârı güzelim sim sırması

Sütçü İmam düşmana ilk kurşunu atmıştıYurda nefer olmanın şerefini tatmıştı

Trabzon Caddesinde nabzı atar Maraş’ın Ilıcaları tene sıhhat katar Maraş’ın

Bu şehir (bir)incidir bulamazsın eşiniMaraş’ın dondurması söndürür ateşini

Bizlere gurbet elde geçen her mevsim hazanGönlüme şifa olur Ulu Cami’de ezan…

Medeniyete tanık Direkli MağarasıYolun düşse Maraş’a, iç tarhana çorbası…

Ahşabın saltanatı sürer konaklarındaNice hatıran saklı saçımın aklarında

Taşhan’da durur zaman, mazi kuşatır arşıGönlümün aynasından yansır Kapalı Çarşı

Eshab-ı Kehf, Afşin’in ruhu, gönül gözüdürGermenika, Maraş’ın düne bakan yüzüdür

Ceyhan Köprüsü dünü, kavuşturur bugüneSüleymanlı’da tarih çıkar bir adım öne

Çukurhisar’da gez gör Kaya Mezarları’nı Esirgeme Maraş’tan şehla nazarlarını!

Andırın Kaleleri dünden yadigâr bizeCan verir kahramanlar, Maraş çıkar gündüze

M. Nihat MALKOÇ

“Haber veriniz ki: O, Cennete koca karı

olarak girmeyecek! Çünkü yüce Allah “Biz,

cennet kadınlarını, dünyadaki yaratılışlarına

benzemeyen bir yaratılışta yarattık. Onları,

bâkireler kıldık. Onlar, kocalarına gönülden

âşıktırlar ve hepsi de birbirinin yaşıtıdır.” (Vâkıa

suresi, 35-37) buyuruyor, diye haber gönderir.

Meh

met

KIR

MIZ

IKAY

A

Page 40: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

79Şubat 201278

Ülkemizin metropollerinden olan Ga-

ziantep Anadolu’nun ilk yerleşim

alanlarından birisidir. Taş devrin-

den Türk-İslâm devrine kadar her döneme ait ka-

lıntılara rastlanılan kent ve yöresi tarih öncesi

dönemlerde de önemli merkezlerindendir. Hat-

ta bugün şehrin 10 km. kuzeyinde bulunan antik

Dülük şehri Hititlerin en önemli din merkezidir.

İlk uygarlıkların doğup geliştiği Mezopotam-

ya ve Akdeniz arasında bulunması gibi önemli bir

stratejik konumu itibariyle tarih boyunca hem

siyasî hem de iktisadî ve ticarî açıdan önemli bir

merkez olan Antep, buna paralel olarak bir kültür

muhiti olma vasfını kazanmış ve bunu uzun yıllar

muhafaza etmiştir. Şehrin kültürel zenginliği de

her dönemde artan bir birikimle yıllar boyu de-

vam etmiştir.

Hz. Ömer zamanında İslâmiyet’in Arap ya-

rımadası dışında yayılması için sürdürülen mü-

cadelelerden biri olan Yermük Savaşında Bizans

ordusunu mağlup eden İslâm orduları, İyaz/İl-

yas Bin Ganem komutasında Gaziantep yöresini

İslâm topraklarına dâhil etmiştir. Yöre halkı da

o tarihten itibaren Müslümanlığı kabul etmiş ve

fethin sembolü olarak o dönem şehre ünlü Öme-

riye Camii yapılmıştır.

Gaziantep Osmanlı Döneminde ise vakıflar

yoluyla yapılan birçok medrese ve kitaplıklar ile

yetiştirdiği ilim ve tasavvuf erbabı sayesinde bir

ilim ve kültür merkezi olma konumunu devam et-

tirmiştir.

Aydî Baba

Asıl İsmi Mehmed olan Aydî Baba1812 yılında

Antep’te doğdu. Babası âlim bir zat olan Mehmed

Nami Efendidir. İlk tahsilini Antep’te alan Aydî

Baba sonra, tahsilinin devamı için önce Halep’e

daha sonra Kayseri ve İstanbul’a gitti.

İlim tahsilini tamamlayıp bir müddet Kayse-

ri Medresesinde müderrislik yapan Aydî Baba

bir arkadaşı ile beraber tekrar İstanbul’a giderek

ilk tasavvufî terbiyeyi aldığı Kuşadasılı İbrahim

Efendiye talebe oldu. Kısa sürede tasavvufî eği-

timini tamamladıktan sonra hocasından Halvetî

tarikatı üzerine icazet aldı.

Antep’e dönüşünde Gaziantep camileri içeri-

sinde minaresi iki şerefeli tek cami olduğu için

halk tarafından “İki Şerefeli Cami” de denilen Şir-

vani Camiinde imamlık yapmaya, dergâh haline

getirdiği evinin bir bölümünde de insanlara doğ-

ru yolu anlatmaya başladı.

Örnek Hayat Yusuf HALICI Bir süre sonra

Allah aşkı ile yanan

Aydî Baba talebeleri-

ne; “Biz şeyhlik yapıyor-

duk ama talebe bile olama-

mışız. Ben size hoca olmaya layık

değilim. Eğer halktan uzak olmazsak,

Allah’a yakın olamayız.” diyerek dersleri,

imamlığı ve hatipliği bıraktı.

Aydî Baba, Allah aşkı ile çok güzel şiirler söy-

ledi. Fakat cezbe halinde söylediği bazı sözleri

ve davranışları yüzünden tenkitlere uğradı. Bir

ara Birecik’e sürgün edildi. Sonra tekrar Antep’e

geldi. Dönüşünden kısa bir süre içinde 1865’te

Antep’te vefat etti. Eski Mezarlığa defnedildi ise

de kabri sonraları kurulan Yeni mezarlığa nakle-

dildi.

Aydî Baba, Allah aşkı ile Yunus Emre gibi şi-

irler söylemiştir. Gündüz yazdığı şiirlerinde Aydî,

gece söylediği şiirlerinde ise Ayanî mahlasını kul-

lanmıştır. Aydî Baba’nın şiirlerinin toplandığı bir

divanı vardır. Yazması, Süleymaniye Kütüphane-

si olup 1937’de Gaziantep’te yayımlanmıştır.

Fethullah Efendi

Hazret-i Ebu Bekr (r.a)’in soyundan olduğu

rivayet edilen Fethullah Efendinin hayatı hakkın-

da fazla bilgi yoktur. Gaziantep’te doğan Fethul-

lah Efendi zamanın âlimlerinden ilim tahsil edip

icazet aldıktan sonra

inşa ettirdiği cami tek-

kesinde insanları İslâm’ı

anlattı.

Fethullah Efendi fakir bir

kimse idi. Caminin inşası sırasında,

“Sen fakir birisin bu inşaatı tamam-

lamak için parayı nereden bulacaksın?”

diye alaylı bir şekil soru soran kimseye; “Al-

lahu Teâlâ’nın öyle kulları vardır ki, taşa bak-

salar altın olur.” diyerek bir taşa baktı. Taşın o

anda altın olduğunun görülmesi üzerine soruyu

soran kimse hatasını anlayıp özür diledi.

Cami ve tekkenin inşaatı devam ettiği günler-

de Fethullah Efendinin hanımı hamama gider.

Burada iyi muamele görmez ve kendisine kullan-

ması için kirli bir su verilir. Olup bitenleri Fethul-

lah Efendiye anlatır ve fakirliği yüzünden uğradı-

ğı muameleden dolayı yakınır. Fethullah Efendi;

“Hanım kovayla kuyudan su çek!” der. Hanımı

kuyudan kovayı çekince altınla dolu olduğunu

görür. Fethullah Efendinin emri ile bunu kuyu-

ya boşaltır. İkinci bir kova daha çeker. Bunun da

içerisi yılan, akrep ve çiyanla doludur. Fethullah

Efendi; “Ey hatun! Eğer dünya malı olan altına

rağbet etseydin, bu haşerat senin içindi.” der. Ha-

nımı bu kovayı da boşaltır. Üçüncü kere kovayı

çektiğinde çıkan suyu kullanır. Bu durum üzerine

Fethullah Efendi caminin yanına bir de hamam

yaptırır. Hamam yapıldıktan sonra yedi sene bir

mumla ısıtılır. Ancak durumun açığa çıkıp hal-

kın öğrenmesi üzerine mum söner ve odun kul-

lanılmaya başlanır. Fethullah Efendi bir talebe-

sini vazifeli olarak bir yere gönderirken ayaküstü

nasihat ederek kendisine, “Evladım, gittiğin yer-

de sakın ola “Allahlık” ve “Peygamberlik” dava-

sında bulunmayasın” der. Şaşıran talebe, “Tevbe

hocam, hiç öyle şey olur mu” deyince Fethullah

Efendi; “Bak evladım, her dediğim olsun dersen,

‘hâşâ’ Allahlık dava etmiş olursun. Çünkü yalnız

Allah’ın her dediği olur. Eğer, bana uymayan kö-

tüdür, bozuktur dersen, bu da peygamberlik da-

vasıdır.”

VELÎLERİGAZİANTEP

Page 41: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201280

Fethullah Efendinin

1563 senesinde vefat ettiği

rivayet edilmektedir. Yaptırdığı

caminin bahçesine defnedildi.

Mehmed Hasib Dürrî

1848 yılında Antep’de doğan Mehmed Ha-

sib Dürrî Efendinin babası, Şam ve Mısır’da ilim

tahsil etmiş âlim ve fazıl bir zat olan Hacı Hafız

Ahmed Efendidir. İlim ehli bir ailenin çocuğu ol-

ması nedeniyle küçük yaşta ilim tahsiline başla-

dı. İyi bir medrese tahsili gördü. Arapça ve Fars-

çayı çok iyi öğrendi. Antep evliyalarından olan ve

İsmi halk arasında Ali Baba veya Ali Akif Efendi

Hazretleri diye anılan Şuaybzade Ali Akif Efendi-

nin feyzli sohbetlerine katılarak ona talebe oldu.

Mehmet Hasib Dürrî Hazretleri bir gün sohbet-

lerinde Peygamber Efendimizden bahsederken,

Sevgili Peygamberimiz çok mütevazııydı, buyur-

du. Dinleyenler, nasıl meselâ, dediler ve o anlat-

maya başladı:

- Şöyle ki, kendi hizmetçisiyle oturup yemek

yer, pazardan aldığı eşyaları evine kendi taşır,

kimseye taşıttırmazdı. Ayrıca hayvanına kendi ot

verir, devesini bağlar, koyununu sağar, evini sü-

pürürdü. Onun nazarında efendinin köleye, be-

yazın da siyaha bir üstünlüğü yoktu. Kim davet

etse, kabul edip gi-

der, önüne konan şey az

da olsa, basit ve aşağı gör-

mezdi. Allah’ın Sevgilisi gü-

ler yüzlü idi, ama söylerken gül-

mezdi. Üzüntülü görünürdü, ama

çatık kaşlı değildi. Heybetliydi, ama

kaba değildi. Cömertti, ama israf etmez-

di. Mübarek başı önüne az eğikti.

Enes bir Malik; “Rasûlullah’a on sene hizmet

ettim. Bana bir defa “üf” demedi. “Bunu niçin yap-

madın?” buyurmadı, demiştir.

Yine Enes bin Malik anlatıyor:

Allah Rasûlü, bir gün beni bir yere gönderdi.

Ben, vallahi gitmem, dedim. Ama gidecektim. Ni-

tekim hemen çıktım. Çocuklar sokakta oyuyordu.

Aralarından geçip giderken bir ara arkama bak-

tım. Rasûlullah arkamdan geliyor ve tebessüm

ediyordu. Yâ Enes! Gidiyor musun, diye seslendi-

ler. Evet Yâ Rasûlallah, dedim, canım sana feda

olsun.

Bir gün de sahabe-i kiram, kâfirlerin helâk ol-

ması için dua etmesini istediler Efendimizden.

Ama o razı olmadı. “Ben, lânet etmek için gelme-

dim, rahmet olarak gönderildim” buyurdular.

Mehmed Hasib Dürrî Efendi sohbetini şöyle

bitirdi:

- Velhâsıl yer ve gökler, Arş ve Kürsî ve kâinatın

cümlesi, hep “Rasûlullah Efendimizin şerefine ya-

ratılmıştır. Sallallahü aleyhi ve sellem...

Mehmed Hasib Dürrî Efendi, Dürrî mahlasını

kullanarak yazdığı çok sayıda şiir ve gazeli vardır.

Bu şiir ve gazellerinin yer aldığı Âteş-i Sûzân adlı

şiir risalesinin yanında tecvid kaidelerinin anla-

tıldığı Tecvîd-i Dürrî ve İslâm hukukunda miras

taksiminin anlatıldığı Zübdet-ül-Ferâiz adlı eser-

leri vardır.

VASİYETNÂME

Ey oğul! atandan, al öğütünüGördüğün dost bilme, dara düşmedenKimse kara bilmez, ayran-sütünüSırtım sağlam sanma, zora düşmeden

Virüs girmiş, muhabbettin bağınaLeke sürmüş, altın neslin çağınaYorgun düştük, gönüller otağınaHer kayan yıldıza, fire düşmeden

Adamın da posası var hatırlaAnlatamam meramımı satırlaVariyeti ha kamyonla, ha tırlaTemkinli ol, özü nar’a düşmeden

Raf ömrü tükenmiş, kof kafalarlaGübresi çok amma, bakımsız tarlaGünahını taşıyamaz katarlaDüzeltme hakkı ver, süre düşmeden

Masum masum gizli, akıyor sellerYürek yaralıyor, bu necis hallerTefekkürün önündeki engeller;Kalkmalı, gönüller kor’a düşmeden

Kâinat’ın aynası ve mayasıGönlümüzün nuru, kalbin ziyasıİnsanlığın, ortaklaşa hülyasıKabul görsün artık, yere düşmeden

Karlı dağlar, kar mı ağlar her zaman?Güneş vurur, canlanır gök-yer-zamanTomurcuklar, yeşerirler bir zamanYeter ki sâfi kal, kire düşmeden

Ali Rıza MALKOÇ

Page 42: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

83Şubat 201282

HikâyeSelim TUNÇBİLEK

BABAMIUNUTTUM

“Otobüs çok fazla homurdanmadan çalıştı. Eskiden şehirler arası otobüsleri

de yolcuları gibi büyük bir isteksizlikle çok fazla homurdanarak çalışırlardı.

Otobüs çalışınca küçük bir erkek çocuğunun feryat eder gibi arkamdan

yükselen sesiyle kendime geldim.”

Otobüs yolculuklarını hiç sevmem. Sıkı-

cıdır. Her zaman yan koltukta oturan

insanın soğukluğunun verdiği tedir-

ginlikten değil sevmemem. Oldum olası çekilmez

geldi bana otobüs yolculukları. Yan koltuktaki

yolcuyla nereden başlanacağı belli olmayan zora-

ki konuşmaların ilk cümleleri bile yeter bu sıkın-

tının içimizde kökleşmesine. Yan koltuk bizden

daha tedirgindir hep. Yüzünü sizden yana çevir-

meye mani olan ciddi bir engel varmış gibi dışa-

rıyı seyretmeler dayanılması güç ağırlık verir in-

sana. Cam kenarında olmak ne demek daha ilk

dakikada anlarsınız. Bilet almak için gişeye var-

dığınızda ilk cümleniz ‘cam kenarı olsun lütfen’

olur. Cam kenarları sizden önce bitmiştir neden-

se. Koridor yolcusunun tek dostu otobüs muavi-

nidir. Muavinin Gelip gitmelerinin ilk başındaki

tedirginlik yok olduktan sonra koridor yolcuları

firma ikramlarından imtiyazı ele alırlar. Huyum

kötüdür yemesini içmesini hiç sevmem. Evde bile

öyleyim. Hanımın yaptığı çeşit çeşit yemeklerden

ancak birer ikişer kaşıkla yetinirim. Çoğu zaman

kaşık bile değdirmediğim olur.

Ne zaman otobüslere binsek nedense en im-

tiyazlı ve seçkin yolcusu bizmişiz gibi gelir. Oto-

büsün merdivenlerine daha ilk adımı atar atmaz

kendimiz olmaktan çıkarız. Diğer bütün yolcula-

ra koltuklarında oturmuyor olmasalar bile tepe-

den bakarız. Neden. Neden içimizden geldiği gibi

davranma şeklimiz kaybolur yolculuklarda bil-

miyorum. Buna kusur gözüyle bakılacaksa kusu-

run tamamı bende olamaz. Sanki tüm yolcuların

bu itici ve gergin ortamı oluşturmak için işbirliği

yapmış gibi halleri vardır. Kimse kimseden sakla-

masın bir otobüs dolusu yolcular hep birlikte tik-

sinerek soluyoruz bu havayı. Sanki bu sıkıcı hava-

nın hazırlayıcıları biz değilmişiz gibi.

Ankara’dan hasta abimi ziyaretten dönerken

aynı düşüncelerle gergin bir halde otobüse adım

attım. Otobüsün ön tarafından binince korido-

run başında koltuklara şöyle bir baktım. Önem-

li yolcuyu bildiniz mi der gibi. Aldırış eden olma-

dı. Yüksek derecede soğutulmuş yüzüyle bir bayan

bana bakmıyormuş edasıyla baktı. Ben yüzündeki

soğukluğu önemsemedim. Zihnimden sıraladığım

koltuk numaralarına uygun davranışlarla önemli

yolcu koltuğuna doğru ilerledim. Numaradan san-

ki eminmiş gibi beni değil pencereyi umursayan

orta yaşlı tıraşsız bir beyin yanına oturdum. Yan

koltuktaki gözü penceredeki yol arkadaşım saç-

larını omuzlarında dinlendiriyordu. Dinlendirsin

bakalım. Selamımı duymamış gibi yaptı. Ben de

onu umursamadım. Yolculuklarda zaten ilk önce

kimse kimseyi umursamaz. El çantamdan kitabı-

mı çıkarıp sevgili dostuma göz gezdirdim. Daha

sayfanın ortasına gelmeden ve daha değerli dos-

Page 43: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

85Şubat 201284

DERGİLERİN DERGİSİ

Uzun soluk, içerik, baskı kalitesiyle Dergilerin dergisi, elbet Somuncu Baba. Hacı Osman Hulûsi, Vakfı öncülüğünde Ümmetin ortak derdi, hayrat Somuncu Baba.

Aşkın çilesin çeken, onun bâdesin içen Ayrım gözetmeksizin, herkese kucak açan Dârende’den doğarak, dünyaya ışık saçan Hem sıla hem de gurbet, berat Somuncu Baba.

Yükü îman olanın, elbette düşmanı çok Bu yol çile yoludur, her taraftan yağar ok Ümitsizlik küfürdür, hiçbir zaman yılmak yok Biraz daha ha gayret, gayret Somuncu Baba.

Yeni gelişmeler var, bunlar hayra alâmet Daha çok çaba gerek, istenir mi melâmet? Her şeyin başı O dur, sabrın sonu selâmet Özlenen günler yakın, sabret Somuncu Baba.

Ruhları arıtıyor, o güzel nefesiyle Gönüllere serilen, mânevi sofrasıyla Türbe, Kudret Hamamı, Kalyon’u, Tohma’sıyla Arıyorsan bir ibret, ibret Somuncu Baba.

Kaldır da o perdeyi, gözünle gör de mânen Dünden beri bu böyle, şifâdır derde mânen Hem röntgen, hem de emar, çekaptır birde mânen Kendini test edene, mir’ât Somuncu Baba…

Hanifi KARA

tumun ne dediğini tam kavrayamadan. Tepemde

dikilmekte ısrar eden genç bir delikanlının; ‘amca

bu koltuk benim’ itirazına takıldım. Elinde tam

da benim oturduğum koltuğun numarası yazı-

yordu. Biletimi çıkardım numaraya tekrar baktım

14 no’lu koltuk benimdi. Peki, ben neden on iki

diye hatırlıyordum ki? İçimdeki gerginliği bütün

bir bedenime yayarak istemeye istemeye doğrul-

dum. Yolculuğumun bütün bir sihri kaybolmuş-

tu. Önemi fark edilemeyen yolcu on iki numaralı

koltuktan kalmış, Gogol’un sıradan memurların-

dan biri on iki numaralı koltuğa sanki iteklenerek

oturmuştu.

Otobüs çok fazla homurdanmadan çalıştı. Es-

kiden şehirler arası otobüsleri de yolcuları gibi

büyük bir isteksizlikle çok fazla homurdanarak ça-

lışırlardı. Otobüs çalışınca küçük bir erkek çocu-

ğunun feryat eder gibi arkamdan yükselen sesiy-

le kendime geldim.

Anne anne babam yok. Babam neden gelmedi?

Anne babam yok. Babam nerde?

Otobüsün kaptanı bu çocuğun iç burkan yük-

sek sesli feryadına aldırış etmeden aracı hareket

ettirdi.

Çocuk sesinin eski şiddetini yok etmişti ama

her üç beş dakikada bir durmadan şunları tekrar-

lıyordu:

Anne babam nerde? Babam neden gelmedi?

Babamı orda unuttuk anne. Neden unuttuk anne?

Dönüp babamı alalım anne

Hiç durmadan bu kelimeleri tekrarlayıp duran

çocuğa dönüp baktım. Üç dört yaşlarında var yok-

tu. Sevimli halleri ve güzel Türkçesi dikkatimden

kaçmadı. Bu çocuk bütün tedirginliğimi alıp dışarı

attı. Anne çocuğun ısrarlı sorularına nedense ce-

vap vermiyordu. En sonunda

Baban sonra gelecek dedi. Hadi sen şimdi dı-

şarıyı seyret. Dışarının nesini seyredeceğim bil-

miyorum ki?

Çocuk haklıydı içimizde olup bitenlerden son-

ra dışarısı ne yapabilirdi ki? Anne cevap vermedi.

İster istemez çocuk kendisine duyduğum ilgiyi ke-

sik kesik konuşmalarıyla diri tutuyordu.

Anne senin adın neydi? Aybik miydi?

Aybike anneciğim Aybik değil Aybike

Hııııı ben seni anne sanıyordum.

Öyle değil miyim oğlum.

Bilmem kafam karıştı.

Çocuk benim de kafamı karıştırmıştı. İster is-

temez kulağımın dibinde söylenen sözleri umur-

samazlık edemiyordum. Bu cümlelerden sonra

otobüsün içi gözümde bambaşka bir yer olup çık-

mıştı. Bu sevimli ve dünyada olup bitenleri umur-

samayıp kendi içini kelimelere aktaran çocuk du-

alar kadar temiz ve pırıl pırıldı.

Anne bu otobüs Kayseri’ye mi gidiyor?

Evet oğlum.

Geri Ankara’ya mı dönecek?

Evet oğlum.

O zaman biz Kayseri’de inmeyelim. Biz baba-

mızı unutmuşuz diyelim Ankara’ya gidip babamı

alıp gelelim.

Hadi sen dışarıyı seyret.

Dışarının nesini seyredeceğim anne? Dışarıya

bakmak istemiyorum. Sen niçin benimle konuş-

muyorsun ki?

Konuşuyorum ya oğlum.

Hayır konuşmuyorsun. Babamı neden orada

unuttuk söylemiyorsun.

Belli ki çocuğun babasından ilk ayrılışıydı.

Onu unuttuklarını sanıyordu. Çocuğun soruları

karşısında ne diyeceğini bilemeyen anneyi anlı-

yordum. Çirkinlik asla onun masumiyet dolu so-

rularından değildi. Çirkinlik her yolculukta kay-

bettiğimiz ve öldürdüğümüz masumiyetimiz ve

çocuksu yönümüzdü.

Page 44: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

87Şubat 201286

SağlıkAkın DİNDAR

YEMEK KEYFİNİZKÂBUSA DÖNMESİN

“Diş hassasiyeti dişleri kaplayan dentin tabakasının zarar görmesi sonucu ortaya

çıkar. Dişlerin kökleri diş eti ile kaplıdır. Fakat diş etlerinin çekilmesi ile birlikte diş

tamamen ortaya çıkar.”

Halk arasında diş kamaşması olarak

bilinen diş hassasiyeti ağız ve diş

sağlığı için önemli bir konu. Bir-

çok insan soğuk ya da sıcak bir şeyler içtiğinde ya

da yediğinde dişlerinde bir ağrı hisseder. Fakat bu

konuyu önemsemez. Dikkate alınmayan diş has-

sasiyeti yeme ve içme keyfini kâbusa çevirebiliyor.

Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu toplum arasında diş

kamaşması olarak adlandırılan diş hassasiyetini

nedenlerini ve alınabilecek önlemleri anlatıyor.

Diş hassasiyeti dişleri kaplayan dentin tabakası-

nın zarar görmesi sonucu ortaya çıkar. Dişlerin

kökleri diş eti ile kaplıdır. Fakat diş etlerinin çe-

kilmesi ile birlikte diş tamamen ortaya çıkar. Bu

şekilde de sıcak, soğuk, tatlı ve ekşi besinler tü-

ketildiğinde dişlerde ani bir tepki ve sinir uya-

rılmalarına neden olur. Bu durum özellikle sıcak

gıdanın ardından soğuk bir şey yenmesi ya da içil-

mesinden sonra daha fazla hissedilir.

Diş Hassasiyetine Sebep Olan Faktörler

Diş Eti Çekilmesi: Diş etlerinin çekilmesi diş-

lerin dentin tabakasının ortaya çıkmasına sebep

olur. Bu şekilde koruyucu tabakanın zarar görme-

si diş hassasiyetini artırır.

Dişlerin Sert Fırçalanması: Dişlerin sert

ve hızlı fırçalanması ile diş etleri zarar görür. Diş-

lerin dentin ve enamel adlı tabakaların aşınması-

na neden olur.

Diş Gıcırdatma: Dişlerin bir birbirine sür-

tünmesi ile birlikte dişin enamel tabaksı zarar gö-

rür ve dişler hassaslaşır. Buna bağlı olarak ta sinir

uçları daha fazla acı hisseder.

Diş iltihapları: Dişler üzerinde kalan tartar

ve bakterilerden oluşan iltihaplar diş etine zarar

verir. Şiş olan diş etleri zarar görerek diş kökünü

destekleme ve koruma özelliğini kaybeder.

Diş plakları: Diş köklerine yakın bölgeler-

de birken plak ve tartarlar diş hassasiyetine ne-

den olur.

Diş Beyazlatma Ürünleri: Piyasada satılan

peroksitli ve sodalı malzemelerden yapılmış olan

diş beyazlatıcılar da diş hassasiyetine sebep verir.

Kırık ve çürük dişler: Ağız içerisinde olu-

şan kırık ve dişlerdeki çürükler de diş ve diş etle-

rinde hassasiyete neden olur. Bu sebeple diş sağlı-

ğı için mutlaka rutin kontrollere gidilmelidir.

Asitli yiyecek ve içerecekler: İçerisinde

asit bulunan asitli yiyecek ve içecekler dişlerin

enamel tabakasını eriterek zarar verir. Bu neden-

le limon, narenciye veya meşrubat gibi ürünler ki-

şilerde diş hassasiyetine neden olur.

Ağız çalkalama solüsyonları: Piyasada sa-

tılan asit içerikli solüsyonlar diş hassasiyetine se-

bep olabilir.

Dişler Hassasiyete Karşı Nasıl

Korunabilir?

- Dişlerinize yumuşak diş fırçalarını kullanın

ve sert değil daha yumuşak hareketlerle dişlerini-

zi fırçalayın

- Ağız içi ve diş temizliğinize dikkat edin.

- Hassas dişler için üretilmiş diş macunlarını

kullanın.

- Florlu diş bakım ürünlerini kullanın.

- Yediğiniz ve içtiğiniz gıdalara dikkat edin.

- Sıcak ve soğuk gıdaları birlikte tüketmeyin.

- Rutin olarak diş kontrollerinizi yaptırın.

Diş Hassasiyeti İçin Hangi İşlemler Uygulanabilir?

- Dişlerin açığa çıkan yüzeyleri düzeltilebilir.

- Diş etlerine müdahaleler yapılabilir.

- Dişlerde tartar ve plaklar varsa temizlenebilir.

- Dişlerin eksilen tabakalarına dolgu malzeme-

leriyle yenileme işlemi yapılabilir.

- Diş gıcırdamasına sebep olan sorunlar gide-

rilebilir.

Page 45: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201288 89

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Bekir SARI

BrokoliKüçük yeşil yumrular hâlinde bir tür

sebze olan ve haşlanarak yemeği hazır-lanan Brokoli bitkisi, başta C, A ve E vi-taminleri olmak üzere bol miktarda vita-min içeren, ayrıca demir, bakır, potasyum ve kalsiyum mineralleri açısından da zen-gin bir besindir.

Brokolinin Faydaları

Bütün bu önemli tıbbi etkilerinden yararlanılmak üzere, brokolinin diyetimi-ze konularak öncelikle yenilmesi öğütlen-mektedir. Lifli yapısı ile sindirimi kolaylaş-tırır ve şişmanlığa karşı faydalıdır. Mikrop öldürücüdür. Bağışıklık sistemini güçlen-dirir. Başta meme, akciğer ve bağırsak kanseri olmak üzere, kansere karşı çok iyi bir koruyucudur. Doğuştan belkemi-ğinde açıklık hastalığının önlenmesinde etkilidir. İdrar yolu hastalıkları ve prosta-

ta karşı koruyucudur. Kemik erimesi ve kansızlığa iyi gelir.

Brokoli Nasıl Kullanılır?

Brokolinin yemeği ve salatası yapı-lır. Ayrıca, kaynatılıp elde edilen suyu

da içilir. Brokoli bedenin iyot emilimini azaltır. Haftada 2-3 kezden fazla bro-koli yiyen kişiler, iyotlu besinler ya da iyotlu tuzu almayı ihmal etmemelidir.

Özellikle içme suyunun az iyot içer-diği yörelerde, bu önemlidir.

Şifalı Bitkiler

Peynirli HıtapMalzemeler

Dışı İçin Malzemeler

1 Yumurta

1 Çay Fincanı Yoğurt

1 Paket Kabartma Tozu

Tuz

Alabildiği Kadar Un

Kızartmak İçin 2 Su Bardağı Sıvı Yağ

İçi İçin Malzemeler

2 Su Bardağı Rendelenmiş Peynir

1 Kahve Fincanı Kıyılmış Maydonoz

Hazırlanışı

Hamur yoğurma kabına yoğurt, yumurta, kabartma tozu, tuz konulup, elimiz ile malze-meleri karıştıralım. Yavaş yavaş unumuzu ila-ve ederek yoğuralım. Hamur kulak memesi yu-muşaklığında olunca 2 eşit parçaya bölelim ve 10 dakika dinlendirdikten sonra orta kalınlıkta açmaya başlayalım. Açtığımız hamuru kompos-to kâsesi yardımı ile yuvarlak şekilde keselim. İçerisine rendeleyip maydanoz ile karıştırdığı-mız peynirden koyup, “d” şeklinde kapatalım ve bez serili tepsiye dizelim. Bu işlemler bitince, hazırladığımız malzemeyi kızartma tenceresin-deki kızgın yağa bırakalım. Arkası önü pem-beleşince havlu kâğıt serili tabağa alalım. Arzu edilirse içine peynir-maydanoz koymadan boş olarak da kızartabiliriz.

Afiyet olsun.

Page 46: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş

Şubat 201290 91

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 85 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

2012 Yılı Çocuk ekiyle birlikte

yıllık abone bedeli

85 TL

2012 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Hulûsi Efendi Romanı

GÜL KOKUSU

YazanRaziye SAĞLAM

SeslendirenLeyla KANVEREN

1

Page 47: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · Başyazı Sebahaddin ATEŞ KÜLTÜR VE EL SANATLARININ MERKEZİ One of the oldest cities and culture centres of Anatolia is Kahramanmaraş. Kahramanmaraş