Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
MEDRESEGELENEGİVE MODERNLEŞME SÜRECİNDE
MEDRESELER "
ULUSLARARASI SEMPOZYUM
MADRASAH TRADITION AND
MADRASAHS iN THE PROCESS OF
MODERNIZATION
KEVNETORA MEDRESEYE ,... u
,... ,... ,... Dl PEVAJOYAMODERNBUNE DE
REWŞA MEDRESEYAN
·-
5-7 Ekim I October 2012 Muş Alp_arslan Üniversitesi
Muş I TÜRK.İYE
. . M.Ş.Ü. YAYINLARJ-1-. '.; ·
· 1. cilt isbn: 978-605-5137-01-4
Kitap Adı Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler
Editör Yrd. Doç. Dr. Fikret GEDİKLİ
Son Okumalar Y rd. Doç. Dr. Hüseyin DOÖAN
Yrd. Doç. Dr. Mehmet DALKILIÇ
Dizgi Yrd. Doç. Dr. Fikret GEDİKLİ
Kapak Tasarım Erdal YILDIZ
Baskı/Cilt
-1-
1. Baskı Temmuz 2013, Muş
Bu eserin bütün haklan M.Ş.Q' ye aittir. Yayınevinin izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik
ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz.
İsteme Adresi Muş Alparslan Üniversitesi
Tel: 0436 213 00 59 - Fax: 0436 213 00 59 vı.·ww.alparslan.edu.tr
Kur'an'a Yaklaşımda İslalı Akımı (Modernizm)
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ1
20'nci asrın ilk yarısına damgasını vuran İslah Düşüncesi 1) Tarihi, 2) Başlıca
Prensipleri, 3) Temel doktrinleri, 4) Çağdaş Arap ve İslam ülkelerindeki yansımaları
açısından incelenmelidir:
A) Tarihi Perspektif İçinde İslah:
1- İslam kültüründe yaygın bir terim olan İslah kelimesi, Sulh kökünden türetil
miştir. İsltıhın fail ismi muslih, bunun çoğulu mııslihUn (muslilıin), düzeltenler, güzel
iş, barış yapanlar, komşularıyla iyi geçinenler, insanları düıeltmeğe çalışanlar anla- .
mına gelir. İşte yenilikçiler dini katınalardan ayıklayarak, saf, öz haline getj.rmeğe, bozuk düzen giden toplumun halini düzeltmeğe çalışanlardır.
Yenilikçiler, kendilerini, Kur'anda insanlığa örnek olarak gösterilen yenilikçi pey
gamberlerin izleyicileri (özellikle bkz. 39 (7), 51 (10), 52 (11) ve 45 (20)'.İ'ıci slıreler),
özellikle de Hz. Muhammed' in misyonunu devam ettirenler olarak görürler (bkz. eş
Şihab: Mayıs, 1939, s. 183. Muhammed el-Muslihu'l-.A'zam). Böylece İslam temeline
bağlanmış olan is/ah, sadece 20'nci yüzyılın başında, İslam dünyasında or~aya çıkan
entellektüel eğilimlerin bir tezahürü olmaktan çok daha derinlere uzanmaktadır.
2- Tarihi kökü: Yenilikçi akım, İslam tarihinin dini ve kültürel bir yönünü (di-
ı Emekli Öğretim Üyesi ·-
34 1 Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler
timini) oluşturur. Karakter itibariyle islah, Kur'an'ın ifadesine uygundur. Zira: a) İsla.Iı, sadece Va4iyden ve vahyin Peygamber tarafından uygulanıp açıklanmasından (Sünnetten) ibaret olan İslam,ı, asli sadeliğine kavuşturmak ve b) İslami
değerleri günümüzde anlaşılır ve uygulanır biçimde açıklamaktır. Bu bakımdan isltıh, "Emr-i bi'l-ma'rtlf nehy-i ani'l-munker: İyiliği emretme, kötülükten kaçındırma'' prensibinin entellektüel bir uygulamasından ibarettir.
Yenilikçiler (islahçılar), inananları salih amel(eylem)e teşvik eden ayetleri, çalışmalarının delili görmekterurler: "l,;.~ ~ .J: ve salih amel (yararlı iş) yaptı" (Bk.z. Kasas: 49/19, A'raf: 39/170, En'am: 55/42. ayetlere ve özellikle Hud: 52/88. ayetlerden
peygamberlerin ve onların varisi olan bilginlerin asıl misyonunun islahçılık (yenilikçilik) olduğunu ve islahçı olmanın gereğini anlarlar). Ayrıca Hz. Peygamber'in, her asırda dine tazelik getirecek bir yenilikçi (müceddid) geleceğini bildiren hadis de ye
nilikçilerin ilham kaynağıdır. "Toplum, hiçbir zaman müceddidden yoksun kalmaz."
prensibi, islhl,ı.çılığın bütün aşamalarında temel delil görülmüştür. Çünkü Sünnet, İslami yaşantının en güzel yoludur: "j ;.tı ı_,.?._Y. 0\5. M !i; .. ; ~;...l ~ı c)Y,.j ~ rSI 0~ :ill I~ ;.ti jSS j ~y e~I: Andolsun Allah'ın Elçisinde sizin için Allah'a ve ahiret gününe
kavuşmaya inanan ve Allah>ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek
vardır." (Ahzab: 97/21), "ıJ~ 0-4:, .ı.~'ıli e.Hiı:, ;.tı fe.Y. 0\5. M ~;:,.; ~;...I ~ rSi 0\5. :ill '';:;iı ~1 :sA ;.ti 0~: Andolsun, onlarda (İbrahim'de ve ona inananlarda) sizin için,
Allah'ı ve "Son Günü" arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse (bilsin
ki) Allah işte zengin, övgüye layık olan O'dur." (Mümtehine: 111/6). Ehl-i Sünnet yolunun temel elemanı Kitab ve Sünnettir.
Çağlar içinde ortaya çıkmış olan hatalardan, bid'atlerden kaçınmak, Peygamber'in açıkladığı İslam'a dönmek, İslahat akıınının temel düşüncesidir ki bu düşünce,
Sünniliğin başlangıcından beri vardır. Muhammed Reşid Rızay~ göre her kuşakta sünneti savunan, bid'atlere karşı duran insanlar çıkmıştır (Bkz. Tefsir: 7/143) Her çağda inancı tazeleyen ve Sünnet yoluna canlılık kazandıran bir müceddid (veya
müceddidler) yetişmiştir. Mesela Beşinci Hicri asrın müceddidi İbn ~fazın, Yedinci
Hicri asrın müceddidi Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye; Dokuzuncu Hicri asrın müceddidi İbn Hacer el-Askalaru ve onikinci Hicri asrın müceddidi ünlü İmam Muham
med ibn Ali eş-Şevkaru{ll731260/1760-1843)dir (Bkz. Tefsir: 8/144-145).
Bunlar ve bunların izinde gidenler, İslah Akımının mimarlarıdır. İmam-ı Gazali de bu şerefi taşıyanlardan biridir. Bununla beraber Muhammed Reşid Rıza, bu müstesna insanları, İslamın kendisi gibi halk arasında garib kalmışlar (gureba) saymak-
Prof ·ne. Süleyman ATEŞ 135
tadır. Nitekim Hadiste de: ''Din garib olarak başladı ve garib olarak avdet edecektir.
Gariblere ne mutluf "2 buyurulmuştur.
Zamanlarındaki sapmaların ve önyargı ile şartlanmış ilimlerin tepkisine rağmen
Sünnetin muhafızları olaral< ortaya çıkan Yenilikçiler, İslfun'ın saf değerlerini koru-., maya çalışmışlar ve dinin bu sade halini hayata geçirmek için çaba harcamışlardır.
B) Çağımız İslam Anlayışında İslah:
Yuk~ıda ana çizgileriyle açıklanan tarihi, kültürel yönteınjn bir devamı görülen
modern Yenilikçililc Akımı, son derece verimli bir kuşağın yetişmesine sebebolmuş
tur. 19'ncu yüzyılın sonundan itibaren başlayan modern İslah akımı, İslam dünyasın
da önemli düşünce gelişmesi sağlamıştır. İslam dünyasında meydana gelen Rönesans
(uyanış akımı), Batı düşünce ve medeniyetinin etkisinin bir sonucudur. Bu uyanış
akımı, İslam dünyasının ikinci yarısında yaşayan aydın İslam bilginleri tarafından
başlatılmıştır. Bu Yenilikçi önderlerin başında Cemalu<i-din Afgan! (1839-1897),
Muhammed Abduh (1849-1905) ve Abdu'r-Rahman el-Kevakibi (1854-1902) gibi
ilimler zikredilirse de l 9'ncu asrın son yarısında, Osmanlı Devletinde, özellikle
İslam'ın başkenti olan İstanbul'da meydana gelen kültürel hareketler ve akımlar,
Yenilikçiliğin zeminini hazırlamıştır. Çeşitli faktörler, İslam dünyasında düşünce
gelişmesine neden oldu.
Yenilikçiler dini düşünceye yeni bir ruh verip onu hayata geçirmeyi ve böylece
topluma egemen olan sosyo-kültürel donukluğu kırmayı amaçlıyorlardı. Bu amaçla
onlar sürekli olarak şu ayete vurgu yapıyorlardı: "\..4 I_,~ ı..s-<:::iô.. e~ l4 .~.>]· • j 'ı :&I ı)j
(; :·-ii~: Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını de
ğişti!mez." (Ra'd: 87/11) (Bkz. el-'Urvetu'l-Vuska, sayı 17, Eylül 1884, ikinci baskı,
Reşid Rıza, Tefsir: sftre: Enffil: 93/53,'ncü ayeti üzerine; 10/46-59, Muhammed Ab
duh, Risfiletu't-Tevhid: s. 178).
Bunun için yenilikçi düşünce, mevcut durumu düzeltme çevresinde yoğunlaş
mıştı. Bu hedefe varabilmek için, Cahiliyye döneminin hortlaması saydıkları tarikat
kuruluşlarına, dervişliğe ve tutucu gruplara karşı savaş açtılar.
Kendilerini çağın şartlarına göre yenileyemeyen öğretim kurumlarını islah et-
2 Müslim, İman: 232, Tirınizi, İman: 13, İbn Mace, Filen: ıs, Darimi, Rikak: 42, İbn Hanbel, Müsned: ı/184, 398, 2/177, 222, 389, 4/73 ·-
36 1 Medrese Geleneği ve Mqdemleşme Sürecinde Medreseler
meyi, bilimsel çalışmaları güçlendirmeyi, teknolojiyi güçlendirip yaygınlaştırmayı öğütlüyorlardı. Toplumsal kalkınma için yeniden yapılanma üzerinde önemle dur
dular (İslahın manası için bakınız: el-Menar sayı 22 Şevval 1315/16, Mart 1898). Şu konularda islah önerilmiştir:
Dini ve toplumsal islah, bilim kitaplarının ve öğretimin islalıı, içişlerinin isla
hı, gönüllerin islalıı ve islahın asıl temeli olan adalet örgütü.o.ün islahı.
Özellikle aşağıdaki konular, yenilikçilerin yoğunlukla üzerinde durdukları konulardır:
a) Öğretim, b) Hukuk, c) Tarikatler.
a) Öğretim kurumlarının, özellikle Ezher 'in islalıı, Abduh'un ve Reşid Rıza'nın
çok önemle vurguladıkları bir husustur. Bu sorun, cami'lerin, Vakıflar Kurumunun islahı ile bağlantılıdır. Öğretim sistemini islah, modern binalar içinde ve mo
dern metotlarla öğretim yapmakla olur (bkz. Reşid Rıza, T'arihu'1-Ustazi'l-İmam: 1/525-567; aynı eser, 1/630-645). ·
b) Hukuk sisteminin islahı da yenilikçilerin temel ilgi alanıdır.
c) Tarikatler: Yenilikçiler, dine çok hurafenin sızdırıldığı tarikatlerin islahı üze
rinde ~e durmuş, tarikatleri, Cahiliyye inanç ve düşüncelerinin hortlama aracı görmüşlerdir.
Tabii Yenilikçiler bu düşüncelerini yayarken Müslüman toplumun gelenekçi ya.pisına saldırdıklarını (bunların tepkisini çekeceklerini) biliyorlardı. Fakat topluma.
yeni bir dinamizm verebilmek için çeşitli alanlarda yenilenmekt~n başka çare olmadığına inanmışlardı. Ancak onların islah düşüncesi sadece bu alanlarla ı'sınırlı
değildi. Muhammed Abduh ve yakın arkadaşları ve taraftarları İslami hayatın her
alanında yenilenmeyi gerekli görüyorlardı. Bundan dolayı onlar, islah düşüncesini
okulların, idarenin, ordunun ve rejimin yeniden yapılanması alanlarına da yaydılar.
Bundan ötürü de onlar, isla.h hareketinin sadece sınırlı bazı kişilerce değil, filimlerce benimsenip desteklenmesini istiyorlardı.
Özetle: İslah, (Osmanlı Rejimine karşı olmasa da an ti emperyalist) ve Müslüman
toplumunun yapısını düzeltmeyi hedefleyen bir akım idi. Ama gerek Mısır, gerek
Suriye, gerek Cezayir gibi İslam aleminin çeşitli bölgelerinde gelenekçi Ehl-i Sün-
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ 137
netin sıkı bağWarının ve tarikatlerin saldırısına uğradı. Yenilikçilerin ve buna davet
edenlerin ihlas ve sarnirniyyetinden kuşkulanıldı. Yenilikçi Akımı iyi anlayabilmek
için onun temel prensiplerini gözden geçirmemiz gerekir:
C- İslahın Temel Doktrinleri
Temelde İslah, din kökenli bir düşünce hareketidir. Hareketin asıl düzeltmek is
teö.iği de toplumun sosyal ve kültürel yapısıdır. Abduh ve Afgan! tarafından kaleme
alınan ilk manifestoda (el-Urvetu'l-Vuska, 1884) sosyal, kültfu:el ve siyasal yapı
ya, dini yapıdan daha çok önem verilmiştir. Kevilibi'nin "Uı~ınıu'l-Kura" ve "Ta
bru'u'l-İstibdad" adlı eserlerinde de aynı vurgular görülür. Menar'ın ilk aşamalarında
(1898) Reşid Rıza da sosyal ve kültürel yapının düzeltilmesine büyük ölçüde dikkat
çeker. Hocaları gibi o da Müslümanları ma'nevi ve maddi şartlarının değişimi için
yeni bir İslam nesline gereksinim bulunduğuna inandırmaya çalışır. İslam'ın gerçek
değerini ve dinamizmini görebilmek için "İlk prensiplere dönmek" gerekiyordu.
İlk Prensiplere Dönme:
İslahın en çarpıcı karakteri, "İlk prensiplere dönme" çabasıdır. Bundan dolayıdır
ki Selefiyye olarak adlandırılan Yenilikçiler, gericilikle de suçlanmışlardır. İlk pren
siplere dönme eylemi, tarihsel bir argümandan kaynaklanıyordu. Kur'andan çıkarıl
mış bulunan bu düşünce şöyle özetlenebilir:
İslam Kur'anda açıklanan ile{:"~~~ ~~ı ~ t.il:..JS t.A: Kitab'da hiçbir şeyi eksik
b k dk" (E •• · 55/38) ":\ı :.~ı !<i .:.U..., • • -- • · 1;<~1;. .'·,!,c.~i - !<; . .l !<1 .~ .hsi · ·.~ii ıra ma ı . nam. , ı---. ı . . .J J ~ - J c--=. r e.:r.-
~: Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size ni'metimi tamamladım ve size din
olarak İslama razı oldum." (Maide: 110/3)}, Allah'ın vahyi ile konuşan{:"~'?> .J :r
3- :'i ~ Y. ZJ:. j ~l :;. 0! : f l.c..s<_,&.iı ı:j:- O h~va'dan konuşmaz. 4- O( nun okuduğu Kuran)
kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm: 23/3-4)} Peygamber'in
öğretileridir. {İşte vahiy dini burılardır. Din sadece Allah'tan ve Peygamber'den öğ-
ili . "~ ~,, ·-. ·.~·-.ili :Gıs!<L ·\ıi ı l · · t ''.111 ~.Lj · :&11-~·Lİ 1 !.T' jjı ı ·.'·İ tı ren r. _, ..>9 ~er'~~ .J u. \"'.:' y c..r.J .J UY"J' ~ .J ~ .J-lA U:!. ~ •
)\,ı:o-'~ ~i j ~ ~<~\.P,-'iİ c.'.i:İI:, ~lt ~hJ. p1S 0! c.JY,.J!ı:, ~ı ~!:Ey inananlar, Allaha
ita'at edin, Elçiye ve sizden olan buyruk sahibine ita'at edin. Eğer herhangi bir şeyde
anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allaha ve El
çiye götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (Nisa: 98/59)}
Müslümanlar, Allah Resıllü'nün getirdiği tüm emirleri uygulamak zorundadırlar: "j
~tWı ~.!.?;:. :&ı 0! rAıı ıfaı_:, ısı~G ~ ~<-ii lA j ~_,ili JY,.J!ı ~i l.A: Elçi size ne verdiyse
38 1 Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde· Medreseler
onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve A llah'tan korkun. Çünkü Allah'ın
azabı şiddetlidir.''. (Haşr: 95/7)
Sonuç itibariyle Yenilikçilere göre İslam, iki kaynağa, yani Kur'ana v_e Sünnete
inanmaktan ibarettir.
Hareketin meşru' delili Enes ibn Malik ( ö. 179/795) taraf..ndan rivayet edilen ha
distir: "La yasluhu ahiru haziltl'l-ummeti illa bima yasluhu bihi evveluha: Bu üm
metin ahiri, ancak evvelinin düzeldiği şeyle düzelir." Bunun anlamı şudur: Ümmetin
düzelmesi, Kur'an ve Sünnetten ibaret olan İslam temeline dönmekle mümkün olur
(Bkz. Reşid Rıza, Tefsir: 9/293, 10/437, 11/210; Şihab, Mart, 1939, s. 58).
a) Kur'an, dini .hukukun ( şeri'atin) temel kaynağıdır:
Kur'an dinin temelidir (R. R. Tefsir: 1/369, 7/139, 198, 9/326; İbn Badis, Şihab,
Şubat 1936, s. 95). Esasen Kur'an, dinin kendisidir (Tefsir: 6/154-167, 7/139, 198;
9/326). Kur'an vahyi ile din tamamlanmıştır: "~~ ~ .~.j,,sj r~i: Bugün sizi~ için
dininizi olgunlaştırdım" (Maide: 110/3). Reşid Rıza, İbn Abbas'ın ve Selefın çoğun
luğunun görüşünü esas alarak diyor ki: "İnancın, ah.kam ve ahlakın ana kaynağı
Kur'an'dır:' (Tefsir: 6/166, dip not). Böylece Kur'an, dinin baş kaynağı görülmektedir.
b) Kur'an'ın Tefsiri:
İslah yanlıları, Kur'anöa zahir mananın dışında birtakım gizli manalar arayan;
açık anlam yerine az çok sembolizme kaçan sübjektif yorumlar yapma davranışını
.. kınar. Reşid Rıza, Al-i İmran Stiresi'nin 7'nci ayeti münasebetiyle hatmi manalara
karşıt görüşünü açıkça ortaya koyar (Bkz. Tefsir: 3/166). Zira bu tutum, ne Sünnete,
ne de müteşabih ayetleri te'vil etmekten kaçınan Selefin ~tumuİıa uyar (Bkz. Tefsir:
1/252-253; 3/172-196). Te'vil konusunda İslahçı görüş, büyük ölçüde İbn Teymiy
ye'nin, bid'atçi akımlara karşı olan görüşüne uymaktadır (Bkz. Tefsir: 9/131-132).
Cehmiyye, Kaderiyye, Haricilik, Batınilik, Babllik, Bahailik, aşırı SUfilik gibi açık
anlamı bırakıp gizli anlamlara takılan sapık fırkalar, İbn Teyıniyye'nin reddettiği
fırkalardır (Tefsir: 4/191). Herhangi bir fırkanın, 'kendi görüşünü Kur'an'a söyletme
amacına yönelik yorumlar tahrif ve Kur'anın anlamını çarpıtma eylemi sayılmıştır
(Bkz. Tefsir: 1/430, 4/97, 282, 7/506).
B) SÜNNET: Dinin ikinci kaynağı Sünnettir.
Prof. Dr .. Süleyman ATEŞ 139
Sünnet, sağlam hadisler kastedilir. Hadislerin çok sinırlı bir miktarı inanç konu
larında ve hac, namaz gibi ibadet konularında kanıt olarak kullarulmıştır. Sağlamlığı
kuşku taşimayan hadislerin sayısı da bir düzineyi geçmez (Abduh, Risaletu't-Tevhld;
R. Rız~ baskısı, s. 22, not: 20; Tefsir: 5/365). Bir hadis rivayetinirı, mutlaka Peygam
ber'in sözü olduğuna inanma zorunlulugu yoktur. Bu rivayet ünlü bir had.isçinin
yahut ünlü bir üstazın rivayeti olsa .bile. Muhammed Reşid Rıza, bu konuda zayıf,
hatta uydurma olan hadisleri sağlam hadis olarak aktaran İmam-ı Gazali'yi örnek
verir (Bkz. Tefsir: 7/31).
' O halde Müslüman, sağlamlığında herhangi bir suretle kuşku bulunan Hadisi
kabul etmek zorunda değildir. Demek ki Kitab ile aynı otoriteye sahih olan Hadis,
tam anlamıyla sağlam Sünnet ile Peygamber'in sözü olduğunda kuşku bulunan
Sünneti birbirinden ayırdetmek gerekir. Kuşkulu hadis, sağlam Hadisin otorite
sine (gücüne) sahip değildir. Selef de Hadis konusunda böyle düşünmüştür. Zira
Selef, ancak pek az sayıda Hadisi ·sağlam kabul etmiştir. Bunlar da sayılan pek az
olan mütevatir Hadislerdir (Menar: 3/572). Müslümanlar, sadece Kur'ana ve sağlam
Sünnete uymak zorundadırlar (el-Kevakibi, Üm.mü'l-Kura, s. 73; Reşid Rıza, Tefsir;
keza İbn Badis, Şihab: Şubat, 1936, s. 95). Bu görüş, "Kuran ve Sünnete uyunuz!"
Hadis rivayetine dayanır (Bkz. Wensinck, Miftahu Kumizi's-Sunneh)
Sağlam, güvenilir Hadislerin çok sınırlı olduğunu vurgulamakla Yenilikçiler,
aslında dinin tek kaynağının Kur'an olduğunu belirtmek istemişlerdir ...
Bazı sahabiler, Hz. Peygamber'in, dünyaya ilişkin bazı yasaklarını hüküm sana
rak bunlardan kaçınmışlar, sonunda Peygamber bu tür emirlerinin bağlayıCı olma
dığını bildirmiŞtir. Mesela Hz. Peygamber Medine'ye geldiklerinde halkın hurmaları
aşıladıklarını görünce bundan hoşlanmamış, kendisinin bu sözünü duyanlar, hur
malarını aşılamamışlar, sonuçta verim düşmüş. Bu durumu kendisine·arz ettikleri ·
zaman Allah'ın Elçisi: "Siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz. Ama din iş
leriniz bana aittir" buyurmuştur3. Hadisin başka bir rivayetinde Peygamber (s.a.v:
"Bu bir zandır (tahmindir). Yararı varsa yapınız. Ben de sizin gibi bir insanım.
Zan yanılabilir de, doğru da çıkabilir. Ben size: 'Allah böyle buyurdu' demedim ki.
Ben asla Allah'a karşı yalan söylemem." demiştir4.
3 . Müslim, Feda.il: 140; İbn Mace, Rühiın: 15; İbn Hanbel, Müsned; 1/162, 3/152
4 . İbn Mace, Rühıin: 15,1ıadis: 2471; İbn Hanbel, Müsned: 1/162
40 1 Medrese Geleneği ve Modemleşme Sürecind~ Medreseler
İmam Taberi de bu ve benzeri sorunlarda emrin gereklik, nehyin de yasak bil
dirmediğini; çünkü bu tür sorunların bölgelere göre değişen adet ve geleneklere
bağlı şeyler olduğunu, bunlarda haramın yeri bulunmadığını, kolay olan İslam
şeriatinin, zararlı olmayan bir şeyi haram lolınadığını söylemektedir. ·
Esasen Yenilikçi akım, sadece Kur'an'ı dinin tek temeli görme eğilimindedir.
Bu husus, Reşid Rıza'nın ilk talebesi Mahmud Ebu Reyye'nin ('l\dva' Ala's-Sunne
ti'l-Muhammediyye': Kahire 1958) kitabından anlaşılmaktadır. Reşid Rıza'nın diğer
bir talebesi olan Muhamme0
d Tevfık Sıdkı'nın "el-İslam Huva'l-Kur'anu Vahdehıi" (Men3.r: Sünnet, 1906, s. 515-525, 906-925). Bu kitapta da sadece Kur'an'ın dinin
temeli olduğu mantıksal olarak (kanıtlarla) anlatılmaktadır.
İki temel kaynaktan sonra Selefin görüşlerini de düşüncelerine temel yapan yeni
likçilerin bu konudaki argümanları şöyledir:
C) Selefin icmaı ·
a) Yenilikçilere göre Selef kutsal mirası (dini) Peygamber'den öğrenip uyguladılar
ve kendilerinden sonraya da aktardılar {Tefsir: 6/277). Onlar Sünnet yolunun ga
rantörleridir (aynı: 2/30, 82). Onların akla uygun sözleri, Peygamber'in düşüncesini
yansıttığı için onlar, sonra gelen Müslümanlar için örnek kabul edilmelidir.
b) Selef, Kur'an mesajını en iyi anlamış ve uygulamış olan nesildir. Çünkü onlar
vahyin taze zamanına yetişmişler, vahyin ilk inişine ve uygulanışına tanık olmuş
lardır. Bunun için, Peygamber'den sonra Kur'an'ı en iyi tefsir edenler seleft.ir (Tef
sir: 3/178, 182, 6/196). Kur'an'ı sübjektif anlatımlardan uzak olarak okumuş ve yalın
Kur'an anlamı üzerinde düşünmüş olan Selefin görüş ve düşünceleri, önyargılardan
uzak, modern Kur'an anlayışında vazgeçilmez bir unsurdur.
c) Peygamber'in hayatı ve vahyin uygulanışı hakkında Selef, en sağlam bilgi kay
nağıdır. Selefın icma'ı (oybirliği), iki kaynağın (Kur'an ve Sünnetin) ruhunu yansıtır.
Bu bakımdan onların icma'ı, yasal delildir. Böylece Selef, Kur'an ve Sünnetin anlaşıl
masında önemli bir unsur olmaktadır.
D) Kıyas ve İctihad
Şer'i konularda bireysel görüşe dayalı ictihadkabul edilmez. Din konularında
re'y (bireysel görüş) bir çeşit beliyye sayılır. Çünkü insanı tehlikelere atar (Tefsir:
Prof. Dr .. Silleyman ATEŞ 141
8/398). Yenilikçiler, fıkıhçıların kullandığı teknik anlamdaki kıyasa, re'ye ve istihsa
na karşı olmalarına rağmen bazı koşullarda akıl yürüterek (kıyas yaparak) bir hü
kfun çıkarmayı caiz görürler. Mesela bilgin sahabilerin ağırlıklı görüşünü (re'}'ini),
Kur'an tefsirine ilişkin açıklayıcı görüşü ve şura üyelerinin görüşünü kabul ederler.
(Konuİiun çeşitli yönleri için bkz. 7/164 (Mahmud re'y), J/190 (sahih kıyas), 7/167
(merdÇıd kıyas); İbn Hazın, İhkam: _7/53, 8/2). Reşid Rıza, bu konuda İbn Kayyim
el-Cevziyye'nin, i'lamu'lrMuvakkı'in'de belirttiği Yeni Hanbeli görüşünü benimse
miştir.
Özetle: Re'y ve kıyas, ictihadın sadece özel bir yönüdür. BUnlar da, ictihad gibi,
sadece pür din (iman ve ibadet) konuları dışında geçerlidir. Şer'i (hukuksal) konu
lara gelince: Kitab ve Sünnetin ruh ve amacma, Raşid Halifelerin kabullerine aykırı
olmamak koşuluyla ictihad, bütün şekil ve yönleriyle uygulanabilir (Tefsir: 7/164).
DÜnyaya ilişkin konularda ülü'l-emr, ictihad yapabilir ama çıkarılacak ~c
tihad hükümlerinin, halk arasında kavgaya ve ihtilaflara yol açmaması ve Kur'an
ve Sünnetin genel prensiplerine ~ykın olmaması ve şôra (meclis) kararına bağlanması gerekir: "r& ii} t.s.Jj.:;, ~ Y,i.:;: İşleri, aralarında danışma iledir" (Şura: 62/38).
· Toplum, kişisel düşüncelere, hatta çeşitli müctehidlerin, birbirine aykırı kişisel hü
kümlerine uymak zorunda bırakılmamalıdır. Şuraya (yani meclis kararına) bağlı
olan ictihad, icma'ın da mükemmel bir şeklidir. Toplum, bu tür ictiha.d kararlarıyla
(yani meclisin çıkardığı yasalarla) birçok sorununu, çağın gereklerine uygun biçimde çözebilir.
Yenilikçiler, dünyaya ilişkin konularda insanlar tarafından kıyas ve ictihad
larla konul.muş fıkıh hükümlerini Tanrı hükmü görmezler.
Bölgelere göre değişen örfler adet türündendir. Örflerdeki farklar doğaldır.
Bunları din sayıp bu yüzden ihtilafa düşmek doğru değildir.
D) İslam'ın liberal niteliği (Din ve.Vicdan Özgürlüğü):
Vahiyle belirlenen iman ve dinin değişmez elemanları dışında İslam, akla ve dü
şünceye sınır koymaz. Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Abdu'l-Hamid ibn Badis
tarafından vurgulanmış olan bu görüşün ayrıntılarına girilmeyecektir. Kur'an hem
vicdana hem akla yer verir, yalnız imanla değil, akıl .ile de gerçeğe ulaşılmasını ister.
Kur'an, sadece akılla ulaşılamayacak gayb alanında aklı sınırlar ve insanı bu konuda .
42 1 Medrese Geleneği ve il(lodemleşme Sürecinde Medreseler
kaçınılmaz hatalara düşmekten, Allah'a yaraşmayan sıfatlar vermekten meneder.
Yenilikçiler, sık sık İslam'ın akla ne büyük önem verdiğini vurgularlar {İbn .Badis,
Şihab, Mart 1931, s. 78), ·~ndolsun biz, Adem oğullarına çok ikram ettik: onlqrı karada ve denizde (hayvanlar ve taşıtlar üzerinde) taşıdık. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık." (İsra: 50170. ayeti münasebetiyle).
Akıl, yalnız başına inanç ve vahiyle bilinecek gayb alanmda gerçeğe ulaşamaz.
Akılla kasıt da keyfi arzu ve' hevesin üstünde olan düşünce yetisi(sağduyu)dur.
İman ve akıl tartışmasında modern düşüncenin Selef doktrlıl!yle bağdaşır bi
çimde kullanılması gerekir. Serbest akıl, yalnız ve ancak vahiyle belirlenecek inanç
konularına girerse in_anca keyfi düşünceler karışabilir ve sağlam imanı bozar (Bkz.
Tefsir: 5/416).
Yalnız şurasını da belirtmek gerekir ki Yenilikçiler, teolojik ve felsefi konulara faz
la ilgi göstermemişlerdir. Muhammed Abduh'un, Teoloji konusunda ayrıntıdan çok,
sadece temel bir fıkir veren Risaletu't-Tevhid'inden ve Mübarek el-Milli'nin Murabıt
inançlarını reddetmek üzere yazdığı Risaletu'ş-Şirk'inden başka, Selefçilerin Teolojik
görüşlerini yansıtan bir eser yoktur. Onlar, Kur'an'ın açık anlaırunı yorumsuz olarak
aynen kabul ederler. ·
Onlar, insanı düşünceye, kendisini çevreleyen eşyayı anlamaya, kanıtla hareket
etmeye ve bilime yönelten ayetler üzerinde çok durmuşlardır (Flügel tarafından ya
zılan Kur'an Mu'cem'inden yararlanarak diyebiliriz ki Selefçiler en çok ibret, akıl, . ·hüküm, fıkir, fıkh kelimeleri üzerinde durmuşlardır. Özetle onlar: İslam'ın, insan ak
lına büyük değer verdiğini ve aklı çalıştırarci.k bilimde ilerlemeyi teşvik ettiğini ispata
çalış~şlardır (Bkz. Reşid Rıza, Tefsirinin 11. cilt 244'ncü sayfasından itibaren "el-İs
lamu dinu'l-Fıtrati's-Selimeti va'l -'.Akli va'l-Fikri va'l-'İlrni va'l-Hikmeti va'l-Burharu
va'l-Hucceti" başlığı altında İslam'da aklın ve düşüncenin yerini uzun uzun pelirtir).
Yenilik çağrısında bilgiye büyük değer verilir. Allah vergisi olan akıl sayesinde
insan hatalı inançtan kurtulup doğru inanca varabilir ve aklmı kullanarak doğaya
egemenliğini artırabilir, doğanın olanaklarından daha çok yararlanabilir, maddi ve
manevi mutluluğa erişebilir. Bu bakımdan İslam, insanın maddi ve ma'nevi mutlulu
ğunu sağlayan bir dindir. Bundan dolayıdır ki Renan'ın, (haksız) iddiası ve Marksiz
min (İslam tepkisel bir dindir) şeklindeki iddiası tamamen yanlıştır. Müslümanların
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ 143
durumuna ve bazı gelenekçi din uzmanlarının çıkar uğruna dine soktukları yanlış
yargılara ve uygulamalara dayanarak İslam'ı yargılamak doğru değildir (Bkz. Mu
hammed Abduh, Risaletu't-Tevhid, s. 195-196). İslam'ın asıl temeli olan Kur'an ve
Sünnet Jncelendiğinde İslam'ın nasıl akıl ve medeniyete uygun bir din olduğu görü
lür (Reşid RJ.za, Tefsir: 9/23). İslam bilims.el ilerlemeyi teŞvik eder (Tefsir: 3/26, 34,
106). İnsanın gelişmesini, ilerlemesini sağlayan özgürce araştırmaya yöneltir (Aynı:
5/258). İslam, Doğu Medeniyetini ihya edebilir ve Batı Medeniyetini de korur (Aynı: 9/22).
. (
E) İslam, insanlığın yenilikçi prensibidir (İslahu Nev'i'l-İıisan, Tefsir: 11/206).
Din ve şeriat olarak İslam, önceki dinlerin ileri bir versiyonudur (Tefsir: 11/208-
288).
Cemaleddin Afgani ve Abdu'r-Rahman el-Kevakibi'den beri tüm islahçı yazarlar,
yalnız fıkhi (hukuksal) görüş ayrılığından kaynaklanan Sünni mezhebler arasında
değil, Sünnilik, Şi'llik gibi bazı inanç ayrılığından kaynaklanan İslam mezheble
ri (düşünce ekolleri) arasındaki ayırımcılığı tamamen kaldırmak mümkün olmasa
. da hoş görülecek bir düzeye indirgeyip İslah çerçevesi içinde bir uzlaşı sağlamaya
çaba harcamışlardır. Ancak böylece sembolik de olsa bir ümmet birliği sağlanabilir.
İbn Badis, bu birliği sağlamak için her Müslüman ülkenin temsil edileceği bir İslam
parlamentosu (Cema'atu'l-Muslim.in) kurmayı önermiştir (A. Merad, Le Reform.is
me musulman, s. 376). Bu öneri, Reşid RJ.za'nın önerdiği bir imamın başkanlığın
da kurulacak bir İslam parlamentosu önerisinin daha ileri bir şekli olabilir (bkz. R.
Rıza'nın el-Hilafe adlı eseri).
Tarihi süreç içinde gelişen Yenilikçilik akımını bölgelere göre incelemek gerekir:
F) OSMANLI DÖNEMİNDE YENİLİKÇİLİK AKIMI
Türk-Osmanlı kullanımında islah. kelimesi, dinde yenileşme anlamına gelir.
Bu kelime, 11/17 ve 12/ IS'nci yüzyıllarda eski rejimi onarma, daha sonra yakla
şık 18'nci yüzyılda saltanat ve halifelik sistem.inden gittikçe uzaklaşan yeniden
yapılanma arılamuıda kullanılmıştır. Medreselerin iyileştirilmesi çabalarını be
lirten en güzel kelime islahtır. Osmanlı yönetimindeki Türlder arasında diğer
İslam ülkelerinde olduğu oranda dinde bir yenil~şme çaba ve düşüncesi görül-medi. · ·-
441 Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecin~e Medreseler
Bunun başlıca nedeni, Osmanlı yazarlarınca din devleti şeklinde açıklanan
Osmanlı Devletj'nin din yapısında aranmalıdır. Bu devlet yapısında anayasal ya
hut teolojik anlamda siyasal reformdan ayrı olarak dinde bir yenilikçilik düşün
cesine fazla yer verilmemişti. Osmanlı Devleti, ulemanın temsil ettiği İslam-devlet çatısı altında diğer devletlerden çok daha iyi harmonize edilmişti. Devlet
içinde herhangi bir kutsal otoritesi olmayan (siyasal ve kutsal otorite, Halifenin
kendisine toplanmıştı) din örgütü (şeyhulislamlık), genel yön etimin sadece bir
parçası idi ve ocak biçiıpinde örgütlenmişti. Onun başlıca görevi, yargıçları,
müftüleri yetiştirmek ve şeriat yasalarıru uygulamak idi. Medrese aslında bir
İlahiyat okulu değil, hukuk adamları yetiştirme okulu idi. Devlet, medresenin
eğiliminde Matürldi mezhebi görüşü doğrultusundaki Sünni ekolü benimsemiş
ve ameli mezheb olarak da Hanefiliği ibadet ve hukukun temeli kabul etmiş ve
böylece dini ihtilaflar sınırlanmıştı.
Belli hiyerarşi ile öğretim ve adalet sistemini yöneten muhafazakar din örgütü
nün (şeyhülislamlığın) yanında, bir ölçüde özerk sayılabilecek başka bir dini kuruluş da tasavvufku(uluşlan(tarikatler)dir. Çoğulculuğa eğilimli tasavvufa da devlet siste
minde yer verilmişti. Çoğulcu eğilimleriyle tarikatler bir kültür zenginliği sayılırdı.
Ancak bu çeşitli tarikatler de tutucu, yahut aşırı hoşgörücü olmak üzere ikili bir
tutumun temsilcisi oldular.
Yalnız ulema ile tarikat temsilcilerine ayrılan alanlar belli olduğu için iki kuruluş oldukça uyumlu bir durumda varlıklarını sürdürüyorlardı. Bir ihtilaf durumunda
siyasal davranan ulema, muhaliflerini zındıklıkla suçlayıp iktidar sahiplerinin des-
. teğini alıyordu. Tarikatlerin çoğunluğu da ulema ve devlet ile uyum içinde olmaya
özen göstermiştir. Teolojik ve siyasal konularda ketum yahut yansız davranmışlar, git
gide sadece ayinlerle ve edebiyatla meşgul olmaya başlamışlardır. Bu tutum, tarikat
lerin varlıklarını sürdürmelerine yardım ettiği gibi, toplumun çeşitli kesimlerinde,
özellikle esnaf, askerler ve bürokrasi çevrelerinde saygı ve sevgi görmelerine yaradı.
Böylece tarikatler de din ve devlet bütünlüğünü sağlamada önemli bir etken oldu.
Çünkü ulemadan, devlet adamlarından, hatta yöneticilerden ba-ıı kimseleri kendi
lerine bağladı. Osmanlı devleti, son zamanlarda devlet sisteminde ulema yanında
tarikat şeyhlerine de resmi makam verdi. ·
Uzun süre devletle ulema ve tarikatler arasında uyum sürdükten sonra 11/17'nci
asırlarda modern dünya ile karşı karşıya gelince iki kuruluş arasında muhalefetler
görülmeğe başladı. Bu muhalefet, kahve, tütün içme, alkollü içki, ipek, altın kul-
Prof Dr. Süleyman ATEŞ 145
lanma, devletin ve Allah'ın üstünde yahut dışında güçlere inanma gibi muhalefet
konuları önemsiz gibi gelirse de ekonomide baş gösteren kriz, enflasyon gibi ekonomik rahatsızlıklarla birleşince bunlar önem kazanıyordu. Bu ihtilaflar, dinde bid'at
terimini ihtilaf merkezi yaptı. Ulema ve meşayih birbirlerini bid'atçilikle suçlarken dev lef, krizi bunların birbiriyle ihtilafına ·yıkmayı fırsat bildi.
Bununla beraber mpdern dünya ile karşı karşıya gelmeden önce ne ulemanın, ~e de tarikatlerin yapısında bir değişiklik görüldü. Ancak bundan, ulemanın, her
zaman yeniliğe karşı olduğu anlaşılmamalıdır. Osmanlı Devleti'nin yapısı gereği, yeni olaylar karşısında ulema, maslahat (kamu yararı) prensibine göre hareket
etmiştir. Yalnız sayılı birkaç sorunda ulema, devletin yenilik girişimine muhalif ol
duğunu göstermiştir. Bir sürtüşme durumunda ulema, tarikatlerden yana değil, dev
letten yana tavır koymuştur. Ve ulemanın saldırısı sonucunda tarikatler daha çekinceli olmak durumunda kalmışlardır. İşte tarikatlerin zamanla fikren gerilemesinin
sebebi budur. Ulema genelde devletten yana olmakla beraber oldukça ölçülü ve hoş
görülü davranmıştır. Böylece her iki dini kuruluşta da 1800'den çok önce gerileme başlamıştır. 1 l/17'nci yyıl ortasında Koçi Beg, yazdığı Risalede ulemanın bilimsel
gelişmeye ayak uyduramadığını dile getirmiş, daha sonra Hacı Halife (Katip Çelebi) "Mizanu'l-hakk fi İhtiyari'l-Ahakk" adlı eserinde, ulema ile şeyhler arasında
ki muhalefeti ve medreselerde akli ve dini ilimlerin gerilediğini belirtmiştir. Ulema
dünyevi (zahirde, şekilde) kalırken tarikatler de realiteden hayli uzakta kalmıştır.
Yenilikçilik alanında önemli girişimlerin yapıldığı Üçüncü Selim döneminde (1789-1807) ulema, dinde yenileşmeden çok, dünya işleriyle ilgili yeniliklere alaka ·
gösterdiler. Padişaha sunulan en önemli reform projelerinden biri, ulem~arasın
da saygın yeri olan Abdullah Molla tarafından sunulmuş olandır.
Din alanındaki reform tavsiyelerinden hiçbiri, ne ulemanın başı olan Şeyhülisla
mın, ne de meslektaşlarının ilgisini çekmiştir. Bundan dolayı dini nitelikte bir yenilikçilik olmamıştır. Tarikatler ise daha uzak bir kulvara düşmüş, nihayet bunlardan
biri olan Bektaşilik, ulemanın desteğini alan Padişah II. Mahmud tarafından 1826'da
Yeniçeri askeri teşkilatının kaldırılmasıyla önemli bir yara almıştır. Ç~ iki örgüt (Bektaşilikle Yeniçerilik) arasında çok yakın ilişki vardı. O zamandan itibaren tari
katler, iki istisna dönemi dışında bir gelişme göstermemişlerdir. Bu istisnalardan biri II. Abdulhamid dönemi (1876-1909), diğeri de 1940'lardan sonraki dönemdir.
Dinsel nitelikte ilk önemli reform, Tanzimat Fermanı'nın bir kısmının duyuru!-
46 1 Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler
duğu zaman olmuştur. İlk defa ulema, Fer~anın getirdiği dini reformların içeriğini
görmezlikten ge~ek istemiştir. Din kuruluşunun siyasete bulaştır.ılmaması hükmü
nü getiren Tanzimat Fermanı ile ilk defa dinle devlet ayrılığının işareti verilmiştir.
Mesela din örgütünün başı olan Şeyhülislama kabinede ayrı bir yer verilirken, adalet
örgütünün yarısı Adalet Bakanlığın'a verilmiş, hayır işleri de Evkaf (Vakıflar) Bakan
lığına, açılan yeni okullar da Maarif (Milli Eğitim) Bakanlığına bağlanmıştır.
Daha önce Şeyhülislamın kontrolü altında bulunan bu kurumların laikleştiril
mesi çabasına rağmen ulema ve medrese dünya işlerinde etkin rol oynamaya devam
etmişlerdir. Bu rol, kurumların laikleştirilmesine karşı çıkmadan, şeriat hukuku
nun kanunlaştırılması için Mecelle'nin yazılmasını sabote etmeye varıncaya ka
dar geniş bir alana yayıldı. Avrupa karşısında devleti güçlendirmek için yapılan bu
reformlar, yöneticilerin de yetkisini sınırlıyordu. Sonunda kendi birliğini koruyama
yan ve devlet içindeki etkinliğini yavaş yavaş yitirmeğe başlayan ulema sınıfı, önemli
bir dini düşünür yetiştiremedi.
Yalnız Ulema sınıfından gelen Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895) bir istisna
oluşturur. Ancak o da ulema sınıfından ayrılıp devlet adamı olduktan sonra bu kişiliğini kazanmıştır. Muhakkak ki Ahmed Cevdet Paşa, zamanının büyük reformcu
larındandır. Ancak o, dini bir düşünür değil, hukuksal bir yenilikçidir. O, bir yandan
Tanzimat dönemi devlet adamlarını, Fransız kanununu Türk devletine uyarlamaya
(Fransız kanununu, İslam'a uyar biçime getirmeye, daha doğrusu, (İslam hukukunu
Fransız kanun tekniği ile yazmaya) inandırmaya çalışırken, bir yandan da şeriatin
sözcüsü olan ulemanın, modern hukuk sisteminin isteklerine yanıt vermekten aciz ~aldıklarını göstermiştir. Mecelle (1870-1877) ve Kanıln-i Arazi (1858), İslam Hu
kukunun modernleştirilmesi yolunda en büyük eserlerdir. Ancak onun moderrıizmi
bir anayasa yapmaya uzanmamıştır. A. Cevdet Paşa, fıkıh kurallaı:ını modern kanun
biçimine getirmesinden ötürü Genç Osmanlıların takdirini almış ise de anayasaya
karşı olmakta ll. Abdulhamid'i desteklemiştir. Buna rağmen Mecelle'nin şiddetle
karşıtı olan Şeyhülislam Hasan Fehmi'nin baskısı ile Abdulhamid, Cevdet Pa
şa>nın yasalaştırma çalışmasını durdurmuştur.
Abdulhamid II dönemi (1876-1909), herhangi bir dini yeniliğin olmadığı dö
nemdir. Bu dönem, tarikatlerin, özellikle Türk tarihinde yeri olmayan Kuzey Afrika
kökenli tarikatlerin açılım gösterdiği bir dönemdir. Herhalde Abdülhamid, Arapla
rın, Osmanlı Devletine desteğini sağlamak için bu tür tarikatlere imkan tanunıştır.
Niyazi Berkese göre Panislamizm (İslamcılık) akımının geliştiği Abdülhamid dö-
Prof. Dr, Süleyman ATEŞ 147
neminde Türkler arasında, Muhammed Abduh çapında modernist düşünce izle
rini yansıtan bir düşünür çıkmamıştır. Maamafih Cemaleddin Afgaru'nin eserinin
ilhamıyla· "MaddiyyCın Mezhebinin İsmihlali (Materyalizmin Reddi)" tipinde eserler
yazılmıştır.
Merhum Hocamız Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken'in, TürkiyeCle Çağdaş Dü
şµ.rıce Tarihi adlı eserinde verdiği bi.İgiye göre Osmanlı Devlet'inde, özellikle 19'ncu
asrın son yarısında artık iyice yayılmaya başlayan İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük
akımlarını, karşıt akımlar değil, fakat birbirini tamamlayan akımlar olarak uzlaştır-
mak isteyen ilk kişi, Ali Suavi'dir. '
·~ Suavil(839-1878), medresede yetişmiş ateşli bir yenilikçi idi. Abdülaziz
döneminde ortaokul öğretmenliği, Ticaret Mahkemesi Başkanlığı gibi çeşitli görev
lerde bulunan, daha sonra yayın hayatına atılıp gazete çıkaran, Paris'e gidip orada
Ulum adlı küçük çapta bir dergi ve ekinde de bir ansiklopedi denemesi yayınlamaya
başlayan bu yazar, V'nci Murad'ın tahta çıkarılması girişimcileri arasında görüldüğü
için bir cop darbesiyle öldürülmüş bulunan bir Türk düşünürüdür. Arapça, Farsça,
Fransızca bilirdi. Fransız dilirıde yazdığı yazıları da vardır.
Suavi, taşradaki buhranlı ve mücadeleli hayatından İstanbul'a döndüğü zaman
Siyasete karışmak istiyordu. Muhbir'de Bab-ı Ali'ye hücum ettiği için Kastarnonu'ya
· sürüldü. Fakat o, Yeni Osmanlılar Hareketine katılmak üzere Avrupa'ya gitti.
Namık Kemal ve Ziya Paşa, Yeni Osmanlı Devleti'nde şeriatin temel alınmasını ·
isteyip fıkhı savunurlarken Ali Suavi, dünya işlerinin din kanurılarıyla yönetihnesine
karşı çıkıyordu. Ona göre siyaset bilgisinin esası şeriat ve edebiyat değil, coğrafya,
ekonomi ve ahlak idi.
İbadetin de Türkçe'leştirilrnesini, namaz surelerinin Türkçe'ye çevrilebileceğini
söylüyor, hutbelerin Türkçe okunmasını savunuyordu. Ali Suavi'nin bu konuda da
yanağı, İmarn-ı A'.zam'ın, Arapça bilmeyenlerin, Fatiha'yı, kendi dillerindeki çeviri
sini okuyarak namaz kılabilecekleri hakkındaki gürüşü idi. Hilmi Ziya Beye göre
"Buna yeni bazı k~tları katmak üzere Mısır'da Ferid Vecdi, el-Ezher Gazetesi'nde
Kur'an'ın Tercemesi problemini 1920-25 sırasında şiddetle savundu. Fakat Mustafa
Sabri, Kuranın tercemesi aleyhinde yazılar yazdı. ~e gariptir ki Araplar bu fikri sa
vunurken, bir Türk ooa karşı bulunuyordu. Memleketimizde 1945'ten sonra Kur'an
48 1 Medrese Geleneği ve M9dernleşıne Sürecinde Medreseler
tercemesi girişimleri genişledf'5
Ali Suavi, Hilafet kurwnuna da çatmıştır. Ulfun'da (II. cilt, 16'ncı sayı), "İslam
devletlerinde siyasi kudret"e dair yazısında Peygamber'in, lıalµe diye bir .vekil bı
ralanadığını ve hiç kimsenin Peygamber'e vekil alına iddiasında bulunamayacağını,
Halife unvanının, yalnız Hz. Ebubekir'e aidolduğunu sölüyordu. Ayrıca diyordu ki:
"Halifelik, Kur'an ve Hadise dayanmıyor. Sonradan icadedilmiştir ve zorunlu değil
dir:'
İslam'da hükılmetin rfıhani olmadığını ileri süren Suavi, theocratique devlet gö
rüşüne karşıdır: "isteyerek seçilen başkana istenerek boyurı eğmek, istenerek lakap
vermek usul ise, tereddüdsüz ve cesaretle söyleriz ki halife, imam, padişah, hiçbir
peygamberin kaymakamı, vekili değildir:: "İslam devleti, rfıhani olmadığı gibi mut
lakiyet (monarşi) de değildir. İslam'da hükümdar ceza görür. Tahttan indirmek (des
titution) nedir? En bilgin Müslümanların temiz elleri, halife ve sultanhırın kanlarına
bulaştı. 72 halifenin üçte biri katlolunmuştur:'
"Tekkecililc, dervişlik İslam memleketlerini medeniyetçe, sanat ve ticaretçe geri
bırakmıştır. Tekke ve zaviye İslamiyete sonradan başka dinlerden girmiştir:' diyor.
Cumhuriyet yanlısı olan Ali Suavi'ye göre Osmanlı Devleti'nin, başlangıçta cum
huriyete benzer bir yönetim biçimi vardı, devletin başkanı aşiret tarafından seçilirdi.
Monarşi sonradan ortaya çıktı. Oligarşi, cumhuriyete doğru giden bir yoldur.
187l'de Lyon'da gazeteci olarak görünen Suavi, milliyetçi olmaktan çok İslam birliğini savunmuştur. Abdülhamid zamanında Paris'ten dönen Ali Suavi, önce
Abdülharnid'in iltifatına mazhar oldu. Fakat aşırı görüşlerinden ötürü ne muhafa
zakarlar, ne de meşrutiyetçiler tarafından seviliyordu. Ateşli ve mücadeleci yapısı ile
hiçbir yerde uzun süre duramıyordu. Fikirlerini açıkça söyleme cesaretine sahipti.
Simav'daki hocalığı zamanında Yörük Hüseyin adında bir hırsızı yakalamış, fakat
nahiye müdürü rüşvet karşılığında hırsızı salıvermiş, Suavi bu olaya müdahale edip
nahiye müdürü ile mücadeleye giriştiği için görevi değiştirilmişti. Sonradan "Resmi
Zulüm" adlı bir makalesinde bu olayı anlattı.
"Yarım Fakih Din Yıkar" adlı makalesinde ''.Arapça ibarelerden hüküm çıkar-
5 . Merhum Profesör'ün bu yazıyı yazdığı tarihten bu yana Turkiyeöe çok şey değişmiş, dini düşüncede büyük yenilik ve gelişme olmuştur. .
Prof. Dr .. Süleyman ATEŞ 149
manın, siyaset usullerini Kur'an ve Hadis'te aramanın anlamsızlığı" üzerinde duru
yor, "ibadetler için bunu esas kabul ederiz, fakat dfu\ya işleri için olamaz, çünkü
siyaset ilminin kaynağı coğrafya, iktisat ve ahlaktır:: "Dünya hükümlerini, bilmece
çözer gibi Arapça ibarelerin tartı(şıl)masından çıkarmış olmasaydık, adamakillı bir
memleket idaresi kurardık:: "Fakihlerin dayanakları nele~dir? Kitab, Hadis, İcma' ve
Kıyas. Onlara göre Kur'anöa bir kelime, bir harf yoktur ki yora yora ondan bir hü
ldim çıkarılmasın. Sonra aynı yöntem, Peygamber'in, tanınmış insarıların sözlerine
de uygulanır. Ama bunlar üzerine bir devlet yönetimi kurulamaz. Nitekim her devlet
adamı, Farst'tan, Roma'dan derme çatma topladığı yasalarla ülkeyi yönetti. İstan
bul da b.ugün, Fransızca'dan çevirdiği yasalarla ülkeyi yönetip' gidiyor:: "Şarkın akıl tezgahları, b~ oyuncakları çıkarırken Garb (Batı) bilime ve tekniğe güç veriyordu.
Hangi taraf karlı çıktı? Şurasını biliriz ki mesafeleri kısaltan onlardı. Süveyş Kanalı'nı
onlar açtılar. Dünyayı 80 günde dolaşma imkanlarını onlar kurdular:'6, "Hadislerin,
Peygamber'in ağzından çıktığını nereden biliyoruz? Sahih dediğimiz kitapları top
layarılar Peygamber'i görmemişlerdir. Onların birçoğu sonradan uydurulmuştur."7,
"Fıkıhtaki ibadet bahsini dünyaya ait hükümlerden ayırmalı, bunları ayrıca bağunsız
olarak yazmalıdır:'s
Eğitim ve öğretimin yayılması ve cehaletle mücadele düşüncesi de Suavi'nin sıkça
dokunduğu konulardandır. Medreselerin birkaçını uzmanlık okulu olarak bıra
kıp gerisini normal okullara dönüştürmeyi önermektedir. Din adamı yetiştire
cek medreselerde de Türkçe, geometri, coğrafya, tarih, eski ve yeni astronomi
derslerinin konmasını istiyor.
Suavi, bankacılık sistemindeki düşük faizin caiz olduğu, haram olanın1 kat kat
riba olduğunu ileri sürmüş, bu yüzden hayli eleştiriye uğramıştır. Ona göre: "Faiz ve
riba iki ayrı kelimedir. Anlam ve meselelerini birbirine karıştırmamalıdır. Faiz,
ödünç alınan para için, karşılığında fayda olmak üzere verilen şeydir. Bu faizin
benzeri icaredir. Mesela bir ev veya tarlayı kira ile tutanların (isticar edenlerin),
onun sahibine verecekleri faydaya faiz denilir. Kirasız ve borçsuz yaşanabilir mi? Bu
mümkün değil. Acaba kira bedeli olmadan kiralayan, faizsiz borç veren bir cemiyet
6 . Neşet Halil Atay, Kendi ifadesine Göre Ali Suavi, İstanbul Dergisi, c. 3, sayı 25, 1 Aralık 1944, sayı 33 Nisan l 945'e kadar 8 dizi sürmüştür.
7 .Aynı.
8 . Suavi bu sö:z:üyle bağımsız UmihaJ kitaptan ya:z:ılmasıru önermektedir ki, daha sonra bu yolda eserler yazılagel-
miştir. ·-
50 1 Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde· Medreseler
-bulundu mu? Evet, Peygamber'in hayatında, yüksek sahabiler, karsız borç (karz-ı ha-
sen) verdiler. Ama her yuvarlak, ceviz midir? Her vakit, Peygamber' in vakti değildir.
Muamelatsız meaeniyet olmaz. Borç verip almadan muamelat tamamlanmaz .. Bu ta
nıma göre şeriat bilginlerinin faize cevaz vermeleri gerekir. Gerçekte de ver.mişlerdir.
Müctehidlerden İmam-ı Muhammed'den sormuşlar : "Bir adam, aldığı 1000 (biıi)
dirhem borç karşılığı olarak tarlasının ekip biçilmesi hakkını vermiş, bu tarlanın geliri ona (ödünç verene) helal olur mu?" İmam "Helaldir" demiş (el-Multeka, elMuhit, Fetavay-i Alemgiri vb.) İmam-ı ~zam'dan rivayet edilen, "Menfaat sağlamak
için borç ribadır" sözü yanliştır. Kur'an'da "Kat kat fazlasıyla faiz y emeyiniz" buyuruluyor. Haram olarak gösterilen özel kayıt, fahiş faiz içindir, onun haram olduğun
da şüphe yoktur. Bir memlekette, normal faiz ile fahiş faizi ayırmanın ölçüsü, o memleketin servet ve zenginlik derecesidir. Bu ölüçüyü hükfunet araştırır. Mesela
Fransa'da genel işlemlerde faiz %5, ticari işlemlerde %6 diye sınır konulmuştur. Osmanlı Devleti'nde genel işlemlerle ticari işler ayrılmayıp faiz %12 olarak sınırlandırılmıştır. Bu sınırı aşanlara ceza yoktur, fakat alacaklı ile borçlu arasında kavga
çıkar da iş ticaret mahkemesine veya bakanlar kuruluna giderse fahiş miktar, %12'ye kadar indirilir. Eğer bu sınır, ülke servetine bakarak belirlenmiş doğru sınır ise bu hükmü Padişah iradesiyle genelge olarak yayınlamalı, fahiş faizler yasaklanmalı, fa
hiş murabahacılığa imkan bırakmamalıdır.
"Ekonomist yazarların hemen hepsi, nar~elesine benzeterek faizi sınırlandırmaya itiraz ederler. Eğer faize bir sınır'konmazsa doğal olarak aşağı çekileceğini, borç alıp vermede kolaylık olacağını ileri sürerler. Fransa bankası, 1857'den beri faiz sınırlamayı kaldırmıştır. Ülkemizde faiz meselesini bir süre daha hükfunet elinden bırakmayıp adalet ölçüsüyle sınırlamalıdır. Aristo, faiz ve ribayı ayırmayarak kesin
.surette faizin her türlüsüne karşıdır. Bossuet de faizi yasaklama lehinde bir kitap yazmıştır. Bütün papazlar faiz yasağını dine dayandırmaktadırlar ... Riba ve faiz meselelerinin iyice anlaşılması için bir tarihçe yazılmak gerekir .. :'
·Ömrü mücadele ile ve zikzaklı geçen Ali Suavi gibi bir yazarın, çeşit# koşullar
altında yazdığı yazılarda bazı çelişkilerin olması doğaldır. Mesela bir yandan dev
let nizamında şeriatin esas alınmasını savunanlara karşı çıkarken, bir yandan da yasaların herkesi bağlaması ve insanların, kendileri gibi insan olan kişilerin
düşünceleriyle yönetilmemesi için toplumun Tanrısal yasalarla yönetilmesi gereğini ileri sürmüştür.
Suavi'de düşüncelerin kaynağı din idi. İslam bilimleri arasında en çok Hadisi
Prof. Dr .. Süleyman ATEŞ ı sı
sevdiğini söylüyor9• İleri Batıcı görQşü daima dinsel temele dayandırmakta, istediği
yeniliklerin köklerini İslamda aramaktadır. Ona göre.İslfunlaşma . ile Batılılaşma
birbirinin tamamlayıcısıdır; yeter ki BatıWaşmayı, bazı yüzeysel görüşlüler gibi
yalnız maddecilerin gözüyle anlamayalım: "Devlet-i İslamiyye ve Osmfuıiyye'nin
tarihini yukarıdan aşağı süzerd.im; görürdüm ki esası h~rkesin kendi hak ve vazi
fesini tanıyacak surette ahlaktan ibaretmiş. Döner, bir de zamaneye bakardım, gö
r.ürdüm ki ne o ahlak kalmış, ne de o adab!" İşte Suavi, bu durumda Batı'dan yeni
ruh ve düzen gücü almak gerektiği kanısındadır. "Fakat bizim ıslahat dediğimiz,
Avrupa'nın israf ve sefahetine aldanmak, işi başından tutmayıp kuyruğundan
tutmak; medeniyet binasının temeline bakmayıp çatısını aimaya özenmek gibi
bugünkülerin anladığı şeyler değildir"10 diyor.
Biraz önce belirttiğimiz gibi Ali Suavi, İslam'lıkla batıcılık arasında çelişme de
ğil, tersine birbirini tamamlama olduğu düşüncesinde ısrarlıdır. İslamı, batıcılık için
temel yapar. Gerekli olan, İslamın yanlış yorumlamalarını, ona sonradan karışmış
olan şeyleri, ilerlemeyi durduran gevşemiş düşünceleri ayıklamaktır. Bu bakımdan onu İslamCla "Selefiyye" yolunu tutanlar arasına koymak, aynı zamanda bir çeşit İs
lam modernisti saymak gerekir:'11
Arap ülkelerindeki modernizm akımının, Osmanlı Halifeliğine karşı örtülü bir
dini tepki olduğuna inanılıyordu. Dönemin seküler Batı taraftarları da bu moder
nistleri reaksiyoncular (tepkiciler) olarak tanımlıyorlardı. Dönemin, iki kampa
(seküler modemcilerle İslamcılara) mensup iki şairi Tevfik Fikret ile Mehmet Akif arasındaki muhalefet, o zamandan beri laiklerle İslamcılar arasındaki dünya görüşü.
ayrılığının bir örneği olarak kalmıştır.
Yenilikçiler önce Sırat-ı Müstakimöe, daha sonra muhafazakarlığa dönen Sebi
lürreşad'da düşüncelerini savunurken Batıcılar ve milliyetçiler de İttihad'da laik dü
şüncelerini sergiliyorlardı. İttihad'ın yazarı olan Dr. Abdullah Cevdet ·ve Kılıçzade
Hakkı, yenilikçilere olduğu kadar gelenekçi ulemaya da saldırıyordu. Fakat bunların
içinde en önde ve etkili olan, Türk milliyetçisi Ziya Gökalp(l876-1924)dir. Aynı çağ
da Rus İmparatorluğu'nda ortaya çıkan Türk Müslüman yenilikçi-ilahiyatçı Musa
9 . Uliım Gazetesi.
10 . N. H. Atay, Aynı makaleler, lstanbul Dergisi, c. ili. sayı: 26·29
11 . Ord. Prof. Dr. Hilmi Ziya 01ken, 1ürkiye'de Çağdaş Düşünce Ta~ihi, İstanbul, 1992, s. 77-93 özetle ve tasarrufla alınmıştır. ·-
52 1 Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler
Carullah(l875-1849)'ın tersine Ziya Gökalp, ne ilahiyatçı, ne de din düşünürü idi.
Romantik, halkçı ve milliyetçi bir sosyolog olarak Ziya Gökalp, üç prensipli bir ide
oloji geliştirdi. Bu ideolojide İslam, Türk kültürü ve Batı medeniyeti çerçevesi içinde
bir eleman olarak görülüyordu. Başka yazılarında onun laik devlet ve mi\liyetçi kültür ülkülerinden ayrı olarak İslam rnodernizmi hakkındaki düşüncelerini buluyoruz.
İşte İslam aleminde yeµilikçiliğin babaları sayılan Cema.Ieddin-i Afgani, Mu
hammed Abduh, Reşid Rıza, İbn Badis ve Abdur rahman Kevak.ibi gibi bilgin
lerin ıslahat (yenilikçilik) düşünceleri, Osmanlı D evleti'nde Tanzimat'ı hazırla
yan ve onun zemininde yetişmiş olan Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Ahmet
Cevdet Paşa gibi İslamh Osmanlı aydınlarının döşediği düşünce alt yapısının
üstünde filizlenmiştir. Uyanış hareketi, Osmanlı Devleti içinde hakim unsur olan
Türkler içinde Jön Türkler gibi milliyetçilik fikri ağır basan bir gruplaşmaya yol ve
rirken, Osmanlı egemenliğindeki Arap dünyasında da iki akımın: ırkçılık yönü ağır
basan bir milliyetçilik ile İslamcılık yönü ağır basan ümmetçilik fikrinin .filizlenip
gelişmesine neden oldu. Aydın İslamcıların temel ideali, İslam'da tecdld(yenileşme) 1
dir. Bu yenileşme, dinin temel kurallarını Öeğiştirme, arılara yeni biçim verme şek-
linde değil, arıları Kur'an ve Sünnette gös~~rilen biçimine döndürm e şeklinde düşü-nülüyordu. ,
/
1950'DEN SONRA TÜRKİYE'DE DİNİ AÇILIM
1949'da din bilimlerinde bir boşluğun meydana geldiği derinden hissedilince,
Ankara Üniversitesi'ne bağlı bir İlahiyat Fakültesi açıldı. Bunu 19SO'li yılların başın-
- dan itibaren açılmaya başlanan İmam-Hatip Okulları izledi. Bu okullar, İmam-Hatib
yetiştirmek üzere açılmış lise dengi meslek okulları idi. Ancak bu okulların önü ka
palı idi. Çünkü lise kısmını bitirdikten sonra gidebilecekleri bir yüksek okul yoktu.
Tek olan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi de sadece genel liselerden öğren
ci alabiliyordu. İlahiyat Fakültesine gitmek isteyen yedi yıllık İmam-Hatib Okulu
mezunları, ayrıca sınava girip lise diploması da almak zorunda idiler. Bu satırların
yazarı da 1960'da İmam-Hatib Okulu sınavından sonra aynı yıl Eylül döneminde lise
sınavını verip İlahiyat Fakültesine gitmiştir.
Devlet, İmam-Hatib Okullarının yüksek öğrenim görmesini sağlamak üzere
1960'da İstanbul, İzmir ve Konya olmak üzere üç tane Yüksek İslam Enstitüsü açtı.
Prof. Dr. Süleyman ATEŞ 153
Zamanla Enstitülerin sayısı çoğaldı. Nihayet 1982'de YÖK kanunu ve yeni Üniver
siteler Kanunu ile İslam Enstitüleri İlahiyat Fakültelerine çevrildi. Bugün İlahiyat
Fakültelerinin sayısı hayli artrnlştır. Bunların bir kısmı yeni kurulduğu için gelişi
mini henüz tam olarak tamamlamasa da, bu Fakültelerin en köklüsü olan Ankara
Üniversitesi, 1960'da kurulup sonra İlahiyat Fakültesine.dönüştürülen İstanbul, İzmir, Konya, Erzurum, Samsun vb. pahiyat Fakülteleri kuruluşlarını tamamlamış ve
.değerli bilim adamları•yetiştirmeğe başlamıştır. Hele Ankara İlahiyat Fakültesi'nin
bazı mezunları aynı Fakültede veya değişik fakültelerde Profesörlüğe kadar yüksel
mişler ve gerçekten ülkenin kültür hayatında devrim niteliğinde yeni düşünceler
üretmiŞlerdir. Çünkü bu Fakültenin kuruluşunda gerçekten ç~k değerli bilim adam
ları vardı. Rahmetli hocamız Prof. Tayyib Okiç Temel İslam Bilimleri Kürsüsü'nün
başkanı olarak 20 yıl Fakülte'ye hizmet etmiş, bilim adamları yetiştirmiştir. Bunlar
arasında Hadis'te değerli araştırmalarıyla bilim adamlarına eleştirel zihniyeti öğret
miş olan değerli Prof. Dr. Mehmet Hatiboğlu'nu anmak gerekir. Bu fakir de o muhte
rem Tayyib Hoca'nın öeğrenci ve asistanlarından biri idi. Keza bu Fakültede rahmetli
Prof. Hilmi Ziya Ülken, İsmail Ezberli, Prof. Dr. Annemarie Sehim.mel, Hüseyn G.
Yurdaydın gibi hocalar ders vermişler, öğrencilere bilimsel düşünce metodunu öğ
retmişlerdir.
·-